Grimm Masalları. Братья Гримм
açıl” diye bağırmış. Dağ açılınca o da içeri girmiş. Bütün dağın içi, aslında altın ve gümüşlerle dolu bir mağaraymış. Arkalarda da yığın yığın inciler ve parıldayan mücevherler varmış. Adam ne yapacağını bilememiş. Bu hazinelerden kendisi için biraz alıp almaması gerektiğine karar verememiş. Sonunda ceplerine biraz altın doldurmuş ama incilere ve diğer değerli taşlara dokunmamış. Sonra dışarı çıkmış: “Kapan Semsi Dağı, kapan.” demiş ve dağ kapanmış.
Artık adamın hiç endişesi kalmamış. Altınlarıyla karısına, çocuklarına ekmek ve yiyecek götürebilecekmiş. Onurlu ve güzel bir şekilde yaşamış, fakirlere yardım etmiş ve herkese iyi davranmış. Parası tükendiğinde de kardeşine gitmiş, kırk kilo tartan bir tartı ödünç almış, gidip kendisine biraz daha altın getirmiş ama yine en değerli mücevherlere dokunmamış. Ne zaman kendisine gidip biraz altın getirmek istese hep kardeşinin tartısını istemiş. Zengin kardeş uzunca bir süredir kardeşinin varlıklı hâlini kıskanıyor, bu zenginliğin nereden geldiğini ve kardeşinin tartıyı neden istediğini merak ediyormuş. En sonunda hain bir plan yapmış ve tartının altına zift sürmüş, tartıyı geri aldığında da altına yapışmış bir altın para bulmuş.
Hemen kardeşine gidip: “Sen bu tartıyla ne ölçüyorsun?” diye sormuş. Kardeşi de: “Mısır ve arpa.” diye cevaplamış. Bunun üzerine ona altın parayı göstermiş ve eğer doğruyu söylemezse onu mahkemede suçlayacağını söylemiş. Zavallı adam, abisine her şeyi olduğu gibi anlatmış. Zengin kardeş hemen arabasının hazırlanmasını emretmiş ve bu fırsatı kardeşinden daha iyi değerlendirmek, yanında çeşit çeşit hazineler getirmek üzere dağa gitmiş.
Dağa vardığında: “Açıl Semsi Dağı, açıl.” diye bağırmış. Dağ açılmış, içeri girmiş. Her tarafı hazinelerle doluymuş ve uzunca bir süre ilk önce hangisini alacağını bilememiş. En sonunda taşıyabileceği kadar değerli taş yüklenmiş ve dışarı çıkartmak istemiş. Yine de aklı, alamadığı diğer hazinelerle öylesine doluymuş ki dağın adını unutarak: “Açıl Simeli Dağı, açıl.” diye seslenmiş. Ancak bu isim yanlış olduğu için dağda hiç kıpırtı olmamış ve kapalı kalmış. Adam çok endişelenmiş ve düşündükçe aklı daha da karışmış, hazineler de artık işine yaramıyormuş.
Akşam olduğunda dağ açılmış ve on iki hırsız içeri girmiş. Adamı görünce kahkahalarla gülmeye başlamışlar ve: “Seni fare! En sonunda yakaladık seni! Senin daha önce buraya iki kez geldiğini anlamadık mı sanıyorsun? Artık buradan hiç çıkamayacaksın!” demişler. Adam: “O ben değildim, kardeşimdi.” diye haykırdıysa da işe yaramamış, hırsızların gazabından kurtulamamış.
Camdan Tabut
Sanmayın ki fakir bir terzi büyük şeyler yapamaz ve büyük ün kazanamaz. Tek yapması gereken doğru zamanda, doğru yerde bulunmak. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
Ahlaklı ve becerikli bir terzinin çırağı; bir gün, bir yolculuğa çıkmış ve büyük bir ormana gelmiş. Yolu bilmediği için de kaybolmuş. Derken karanlık çökmüş. Bu korkunç ıssızlıkta kendisine yatacak bir yer aramaktan başka da yapabileceği hiçbir şey kalmamış. Yumuşak yosunlardan kendisine iyi bir yatak yapabilirmiş ancak domuzların kendisini rahat uyutmayacağından korkarak geceyi bir ağacın tepesinde geçirmeye karar vermiş. Yüksek bir meşe ağacı bulmuş ve tepesine tırmanmış.
Karanlıkta korkmadan ve titremeden birkaç saat geçirdikten sonra yakınlarda bir yerde, bir ışığın parıldadığını görmüş ve oralarda birilerinin yaşıyor olabileceğini düşünmüş. Orada, ağacın tepesinde olduğundan daha rahat edebileceğini düşünerek dikkatlice aşağı inmiş ve ışığa doğru gitmiş. Karşısına sazlıklardan yapılmış, küçük bir kulübe çıkmış. Kapıyı çalmış. Kapıyı ufak tefek, ak sakallı; türlü renkli kumaş parçalarının bir arada dikilmesiyle oluşan bir ceket giymiş adamın biri açmış.
Adam, homurdanarak: “Kimsin ve ne istiyorsun?” diye sormuş. Diğeri: “Ben fakir bir terziyim. Ormanda yolumu ararken karanlık çöktü ve dışarıda korkuyorum. Sabah olana kadar burada kalabilir miyim acaba?” demiş. Yaşlı adam, gayet kararlı bir sesle: “Git buradan. Serserileri evime almam. Git, sığınacak başka bir yer ara.” demiş. Yaşlı adam tam kapıyı kapatacakmış ki terzi onun ceketinin yakasına yapışmış ve öyle dokunaklı bir şekilde izin istemiş ki aslında kötü yürekli olmayan yaşlı adam yumuşayıp onu içeri almış, ona yiyecek bir şeyler vermiş. Sonra da ona bir köşede, rahat bir yatak göstermiş.
Yorgun terzi sabaha kadar deliksiz, rahat bir uyku çekmiş. Sabah olunca da hemen uyanmak istememiş ancak korkunç bir gürültüyle yerinden fırlamış. Bu korkunç kükreme ve çığlıklar kulübenin içinden bile duyuluyormuş. Cesur terzi hemen yataktan çıkıp aceleyle kıyafetlerini giymiş ve dışarı fırlamış. Hemen kulübenin yanında, vahşice dövüşmeye hazırlanan büyük, siyah bir boğa ve güzel bir geyik görmüş. İki hayvan birbirlerine öyle bir hışımla saldırmışlar ki yerler sarsılmış ve her yer haykırışlarıyla inlemiş. Uzunca bir süre kimin bu dövüşte galip geleceği belli olmamış. En sonunda geyik, boynuzlarını rakibinin vücuduna geçirmiş. Boğa korkunç ve acı bir kükremeyle yere yığılmış, geyikten aldığı birkaç darbeyle tamamen yıkılmış.
Bu dövüşü şaşkınlıkla izlemekte olan terzi, hareketsiz duruyormuş ki geyik son sürat kendisine doğru koşmaya başlamış. O da kaçmayıp geyiği kocaman boynuzlarından yakalamış. İki eliyle hayvanın boynuzlarına tutunmuş ve kendisini bırakmış. Sanki her an uçacakmış gibi hissetmiş. En sonunda geyik taştan bir duvarın önünde durmuş ve sakince terziyi indirmiş. Yarı ölü gibi sersemlemiş olan terzinin kendine gelmesi için uzun bir süre gerekliymiş. Biraz daha kendine geldiğinde yanında durmakta olan geyik, taş duvardaki kapıyı boynuzlarıyla öyle bir itmiş ki kapı “pat” diye açılıvermiş.
Terzi orada, öylece, kararsız hâlde dururken kayaların içinden bir ses: “Korkma, gir, burada kötülük yok.” demiş. Önce tereddüt etse de gizemli bir gücün etkisiyle sesi dinleyip, demir kapıdan girip; tavanı, duvarları ve yerleri parlak kesme taşlarla kaplı geniş bir koridora gelmiş. Her bir taşın üzerinde bilmediği bir alfabeden oyma harfler duruyormuş. Hayranlıkla etrafını incelemiş ve tam oradan çıkacağı anda aynı sesi tekrar duymuş. Ses: “Koridorun ortasında duran taşın üstüne çık. Seni büyük bir talih bekliyor.” diyormuş.
Cesareti zaten yerinde olduğundan kendisine söylenileni dinlemiş. Taş, ayaklarının altından yerin altına doğru inmeye başlamış ve derinliklere doğru alçalmış. Tekrar durduğunda terzi etrafına bakmış ve bir öncekine benzeyen başka bir koridorda olduğunu görmüş. Ancak burası daha da göz kamaştırıcıymış. Duvarlardaki oyuklarda, içlerinde mavimsi dumanların ya da renkli gazların dolu olduğu cam şişeler duruyormuş. Yerde karşılıklı olarak duran, iki büyük camdan sandık varmış. Merakla sandıklardan birinin yanına gittiğinde içinde çiftlikler, evler ve bir sürü güzelliklerle çevrelenmiş harika bir şato maketi görmüş. Her şey minicikmiş ama usta bir el tarafından özenle ve dikkatlice yapıldığı belli oluyormuş.
Bu nadir parçadan uzunca bir süre gözlerini alamamış ancak aynı ses tekrar duyulmuş ve terziye diğer tarafta duran camdan sandığın içine bakmasını söylemiş. Diğer sandığın içine bakıp da orada dünyanın en güzel kızının uzanmakta olduğunu görünce hayranlığı bin kat artmış. Kız, oldukça değerli bir eşya gibi uzun ve sarı saçlarına sarmalanmış bir şekilde, uyuyor gibi görünüyormuş. Gözleri sımsıkı kapalıymış ancak teninin parlaklığından ve her soluk alıp verişinde kıpırdayan kurdelesinden, canlı olduğu anlaşılıyormuş.
Terzi