Eleştirinin Sis Çanı. Semih Gümüş

Eleştirinin Sis Çanı - Semih Gümüş


Скачать книгу
düşünsel ufkunun yeni kazıları gerektirdiği söylenebilir. Başında Borges olduğu için, bu kitaptaki denemelerin bilgelikle yazıldığını düşünmek yerine, çoğunda saklı zekice buluşları kendimiz çıkarmalıyız. Kendi üslubunu neredeyse doğuştan kazanmış bir yazar o; onunkini düzanlatım sananlar, bu denemelerin çoğul anlamlarına kolayca varamaz.

      Demek ki Öteki Soruşturmalar’da yer alan denemeleri bir okuyup iki düşünmek gerekiyor. Borges, sanki ansiklopedik bilgiler de verirken kendince bir şeyler anlatıyormuş gibi yazıyor ki, okuru hemen tuzağa düşürür. Yazarı da ona öykünmeye çalıştığında aynı tuzağa çekildiğini görür de kendini düşmekten alıkoyamaz. Kaldı ki, kendimizi Borges’in dünyasını olduğu gibi paylaşacağımız konusunda kandırmayalım; bir Arjantinlinin anladıklarıyla bizim anladıklarımız aynı olamayacağı gibi, aslında hiçbir yazarın kendi anadilinden ayrı bir dilde gerçekten olduğu gibi anlaşılamayacağını da düşünüyorum.

      Borges, “Duvar, Kitaplar” adlı denemede Çin Seddi’nin yapılmasını emreden ilk İmparator Shih Huang Ti’nin aynı zamanda kendi döneminden önce yazılmış kitapların tümünün yakılmasını da buyurduğunu anlatıyor. İmparator böylece duvarlarla ülkesini savunurken kitapları yaktırarak kendinden önceki hükümdarların izlerini siliyormuş. Bu arada kitap saklayanlar da ölümüne kadar duvarda çalışmaya mahkûm ediliyormuş. Duvar ve kitap: İkisi de gerçek tarih öyküleri olabilecekleri gibi, yalnızca birer metafor olarak da okunabilir.

      Hangisinin gerçekten yaşandığı hiç önemli değil: Geçmiş zamanların gerçekleri bugünün metaforlarına dönüşeceği gibi, geçmişi anlatan metaforlara da gerçekten yaşanmış karşılıklar bulunabilir. Borges gibi düşünmek ve edebiyatın yaratıcı imgelemine sığınmak iki kapılı bu odanın anahtarlarını verir.

      Borges’in metinleri, bir anlamda da, baştan sona metaforların birbirlerine eklenmesiyle oluşmuş sayılmaz mı? Kendini de bazen bir düş olarak gören Borges bile ona dışardan bakanlara göre bir metafor olarak görünür ki, onu çözdükten sonra değeri anlaşılır. Bunu, kendi toprağımızın onu algılama biçiminden çıkarabiliriz: Ne olduğu belli olmamıştır, uzunca süre. Onu anlayanlar olmuşsa da, bundan kendilerine çıkaracak bir pay olmadığı, anlatamamalarından bellidir. Asıl anlamına varılması için onu daha iyi okumak gerekti ve bu bir süre aldı, ama sonunda bugün Borges’in hiç de postmodern dünyanın yazarı olmadığı, onu o dükkâna sıkıştırmanın kepenkleri indirmekten öte anlam taşımayacağı da görülmüş olmalı.

      Yazdıklarını akılla yeniden okumanın sonunda varacağımız yerde, sık sık yinelendikleri duygusunu veren öykülerin ya da anlamların her seferinde başkalaştığını görmenin etkileyiciliğidir Borges.

      Sık sık öne çıkarılan metaforlar arasında, sözgelimi Tanrı’nın nasıl bir varlık olduğuna ilişkin düşünce gelgitlerinin parlak bir biçimini “Pascal’ın Küresi”nde yazıyor ki, tek Tanrı’nın “ebedi bir küre” olduğunu bilmediğim gibi, düşünmemiştim de. Yüzeydeki noktaların tümü merkeze eşit uzaklıkta olduğu için, kürenin en kusursuz ve tekbiçimli bir biçim olduğunu yazan antikçağ düşünürlerine göre, “Tanrı kürebiçimliydi, çünkü bu, tanrısallığın tasarımı olabilecek biçimler içinde en mükemmel ya da en az kötü olanıydı”. Bu sarmal içinde, Tanrı’nın Borgesgil düşünme biçiminde aldığı anlamları düşünerek okursak bu metinleri, olanca yalınlığın nasıl da yaratıcı saptamalar ürettiğini görmüş oluruz.

      Öteki Soruşturmalar, sanırım Borges’i bir metafor olarak düşünmenin niçin bu denli güçlü nedenleri olduğunu da gösteriyor. Yaratma eyleminin düzeyleri yalnızca kurmaca metinlerde değil, denemelerinde de hep karşımızdaysa, bir metafor olarak Borges’in yazdıklarından söz etmek daha doğru olur. Onun yazdıkları da, elbette dünyanın öteki büyük yazarları gibi, kutsal bilinip okunacak sözlerdir.

      “Kitap Kültü Üzerine”de, kitabı insanlardan önce sayan yazarlardan söz açar, sokaktaki yırtık kâğıt parçalarını bile okuyan Cervantes’ten. İnsan, insanlaştıkça kitaba yaklaşmış, eski çağlarda nasıl sözü yazıdan üstün saymışsa, kitabı tehlikeli bir nesne saydığı çağların karanlığını da yaşamış, yazıya uzak düştüğünde doğaüstüne daha çok inanmış, yazının üstünlüğü de onun sıradan olanın değerini anlamasını sağlamıştır. Yazının düş görmek olduğunu anlayınca da, yaratıcı yazıya bütün gönlünü vermekten kaçınmamıştır.

      Bu öyle bir düştür ki, herkes göremez. Düş, insanın hayal gücünü ne kadar zorlarsa zorlasın, sonunda içine alabileceklerine açık tutar kendini. Belki hiçbir zaman hatırlayamayacağımız bir küçücük iz, neden sonra bir büyük düş olarak gelir önümüze ve onunla nasıl karşılaştığımızı şaşkınlıkla düşünürken de belki o izi getirmeyiz aklımıza, ama yaşanmıştır. O ki, hiç bilmediklerimize ve düşünmediklerimize ilişkin bilgileri düşlerimize getirmemiz olanaksızdır.

      Borges’e gelince, onun Öteki Soruşturmalar’daki denemelerinde gördüğü düşlerin pek çoğunu bilmiyoruz biz, onun ne çok bildiğini de düşünürken. Bu, Dostoyevski’nin gördüklerini göremeyeceğimiz ya da Faulkner’ın Güney’ini düşleyemeyeceğimiz gibidir. Bir gerçektir sonunda, ama iyi ki mıhlandığımız yerde Borges var ve onun gibi göremeyeceğimiz dünyaları bize kendi gözüyle gösteriyor.

      Hep Borges’ten edebiyata ilişkin öğrendiklerimizi anlatıyoruz, ama aslında o edebiyatın kendisi. Edebiyat (ve kültür) üstüne yazılmış denemeler olarak değil, has edebiyatın kendi olarak okunursa, Öteki Soruşturmalar’ın asıl anlamına varılabilir. Gözlerimizi kapayamayacağımız bir Borges gerçeği, gerçekliği, imgesi durur karşımızda ve doğrusu yarattığı dünyanın benzerini yaratmak olanaksızdır. O da kendini dünyanın çeşitli yerlerinde örnek almaya çalışan genç edebiyatçılara bunu yapmamalarını, kendi özgünlüklerini bulmanın Borges’i örnek almaktan daha önemli olduğunu söylemiştir ki, Öteki Soruşturmalar’daki denemeleri gibi yazmaya çalışmak da anlamsızdır. Ondan öğrenmekle yetinmek en iyisi.

      Yazar, biraz da kendi hayatını metafora dönüştüren kişidir.

      Roman ve Gerçek Etkisi

      Roman eleştirisi her durumda bir çözümlemedir. Çözümleme, romanı oluşturan katmanların, öğelerin, biçime, tekniğe, dile ilişkin bütün yapıkurucu düzeylerin birbirlerinden soyutlanarak, ama birbirlerine etkileri bakımından incelenmesidir. Çözümleyici eleştiri budur.

      İlk göz ağrılarımdan Roland Barthes, “Gerçek Etkisi” adlı yazısında bunları göstermeye çalışıyor.[2] Bu yazıyı kaçırmışım, Ömer Ayhan’ın inceliğiyle okuma fırsatı buldum.

      Roman Kitabı’nda (1991) epeyce erkenci bir göndermede bulunarak, “şimdilerde kendi duruşumu Roland Barthes’ın tuttuğu ışığın renklerine göre ayarladığım”dan söz etmiştim. Aklım daha çok başıma gelince anladım ki, bir yazara göre kendini ayarlamak için daha çok çalışmak gerekiyormuş.

      Bu durum bizde eski kuşakların iç yaralarındandır aslında: Batı’da olup bitenleri fark ettikten sonra onunla içli dışlı olamamak, yakından izleyip öğrenememek. Kendine yetmezliğinin bilincinde olmak da yetişkin bir aydının sıklıkla düştüğü kuyudur, ama yukarı çıkmak için atılmasını beklediği ipin gelmeyeceğini bilmenin acısı ya da kapana kısılmanın iç burkan çaresizliği de küçük yardımlarla geçmez.

      Demek ki kendimize usta bildiğimiz yazarları daha yakından tanımak, kimselerin yardımına gönül indirmeden kendi gücümüzle onları öğrenmek gerekir. Burada, pek çok genç yazarın


Скачать книгу

<p>2</p>

Ian Watt-Roland Barthes, Roman ve Gerçek Etkisi, Çeviren: Mehmet Sert, Donkişot-Corpus Yayınları, Haziran 2002.