Mutfak Çıkmazı. Yücel Tahsin
>
Can Yayınları 1471
© 2005, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. basım: 2005
3. basım: Nisan 2011
E-kitap 1. sürüm Aralık 2015, İstanbul
Nisan 2011 tarihli 3. basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Yayına hazırlayan: Faruk Duman
Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Design
Kapak resmi: ©
/ Andreas G. Karelias
ISBN 978-975-07-1723-9
CAN SANAT YAYINLARI
YAPIM VE DAĞITIM TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
T
AHSİN
Y
ÜCEL
MUTFAK
ÇIKMAZI
ROMAN
Tahsin Yücel’in Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Aykırı Öyküler, 1989
Haney Yaşamalı, 1991
Peygamberin Son Beş Günü, 1992
Bıyık Söylencesi 1995
Vatandaş, 1996
Ben ve Öteki 1998
Komşular, 1999
Mutfak Çıkmazı, 2005
Yalan, 2002
Yapısalcılık, 2005
Yazın, Gene Yazın, 2005
Göstergeler, 2006
Gökdelen, 2006
Dil Devrimi ve Sonuçları, 2007
Golyan Devrimi, 2008
Yazın ve Yaşam, 2008
Sonuncu, 2010
Gün Ne Günü, 2010
TAHSİN YÜCEL, 1933 yılında Elbistan’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve İÜ Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde uzun yıllar öğretim üyeliği yaptıktan sonra, 2000 yılında emekli oldu. Yazın araştırmalarına 1969’da yayımladığı L’Imaginaire de Bernanos ile başladı. Bunu 1973 yılında yayımlanan Figures et Messages dans la Comédie Humaine izledi. 1979’da Anlatı Yerlemleri’ni, 1982’de Dil Devrimi ve Sonuçları ve Yapısalcılık’ı yayımladı. 1976’da Yazın ve Yaşam, 1982’de Yazının Sınırları, 1991’de Eleştirinin Abecesi, 1993’te Tartışmalar, 1995’te Yazın, Gene Yazın, 1997’de Alıntılar, 1998’de Söylemlerin İçinden (1999 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü) 2000’de Salaklık Üstüne Deneme, 2003’te Yüz ve Söz, 2006’da Göstergeler ve 2010’da Gün Ne Günü? ile deneme ve eleştirilerini okurla buluşturan Yücel, ilk romanı Mutfak Çıkmazı’nı 1960 yılında yayımladı. Bunu 1975’te Vatandaş, 1992’de Peygamberin Son Beş Günü (Orhan Kemal Roman Ödülü), 1995’te Bıyık Söylencesi, 2002’de Yalan (2003 Yunus Nadi Roman Ödülü ve 2003 Ömer Asım Aksoy Roman Ödülü), 2005’te Kumru ile Kumru, 2006’da Gökdelen (2007 Balkanika Ödülü) ve 2010’da Sonuncu izledi. Öykü kitaplarından, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Haney Yaşamalı 1955 yılında, Düşlerin Ölümü 1958’de (1959 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü), Ben ve Öteki 1983’te, Aykırı Öyküler 1989’da, Komşular 1999’da (Dünya Kitap 1999 Yılın Kitabı Ödülü) ve Golyan Devrimi 2008’de yayımlandı. Pek çok çeviriye imza atan Tahsin Yücel’e 1984’te Azra Erhat Çeviri Yazını Üstün Hizmet Ödülü verildi.
Sunuş yerine
Bir zamanlar coşkuyla yazdığınız, son noktasını koyarken de tam tasarladığınız gibi olduğundan kuşku duymadığınız bir kitabı, diyelim ki bir romanı, uzun yıllardan sonra yeniden açıp da kendinize uzak, hatta nerdeyse yabancı bulursanız, bu izlenimi neyle açıklarsınız? O sırada içinde bulunduğunuz tinsel durumla mı? Geçen zaman içinde kendinizi sürekli geliştirerek daha usta, daha başarılı bir yazar konumuna ulaşmış olmanızla mı? Yazın ve gerçeklik anlayışınızda kökten bir değişmeyle mi? Geçen zaman içinde dünyada ve ülkenizde yazın anlayışının geçirdiği evrimle mi?
Bana kalırsa, tüm bunların belli bir payı olabilir sözünü ettiğimiz izlenimde. Ama hepsi de görel kalmaya yargılıdır, bir başka deyişle, hiçbiri tüm durumlar için ve yüzde yüz oranında geçerli olacak ölçüde genel değildir. Örneğin zaman içinde birçok yazar şu ya da bu biçimde ilerler, kimilerinin çıraklık ve ustalık dönemlerinden bile söz edilebilir. İnsancıklar, 1846’da yayınlanınca, Dostoyevski’yi Rusya’nın en ünlü ve en değerli yazarlarından biri durumuna getirir. İster bir ilk roman olarak değerlendirilsin, ister salt roman olarak, başarılı bir yapıt olduğu da kuşku götürmez. Gene de 1846’nın İnsancıklar’ını 1868’in Budala’sı ya da 1880’in Karamazov Kardeşler’iyle aynı kefeye koymak hiç kimsenin usundan geçmez. Şu var ki Rimbaud o benzersiz başyapıtlarını on altısıyla yirmisi arasında yaratır, sonra da bir daha eline almamak üzere bırakır kalemini. Onun kuraldışı bir yaratıcı, evrende bir benzeri daha görülmemiş bir kuyrukluyıldız olduğunu düşünsek bile, her yazar için ilk yapıtların en cılız, son yapıtların en olgun yapıtlar olduğunu kim ileri sürebilir? Hiç kimse. Üstelik, bunun tam tersini doğrulayacak örneklerden de söz edilebilir: bakarsınız, bir genç yazar kusursuz bir yapıtla başlar, yaşlandıkça birbirinden kötü yapıtlar verir. Kimi yazarlarda sürekli gelişme ya da gerilemeden çok, iniş-çıkışlar görülür. Kimi yazarlarsa, ilk çıkışlarındaki düzeylerini hep korurlar: Orhan Kemal yayınlanan ilk öyküleriyle usta bir yazar olarak çıkar karşımıza, yazarlık yaşamı boyunca da düzeyini korur.
Ne olursa olsun, ilk benimsediğimiz yaklaşımın en doğru yaklaşım olduğuna inanmamışsak, belirli bir öğretiye bağnazca bağlanmamışsak, yalnızca bilmek için bile olsa, başka yapıtlara, başka anlayışlara kapımızı sımsıkı kapatmamışsak, her alanda olduğu gibi yazın alanında da geliştiririz kendimizi. Yaklaşımını benimseyelim benimsemeyelim, yapıtını beğenelim beğenmeyelim, Balzac’ı okumadan önceki romancı kişiliğimizle Balzac’ı okuduktan sonraki romancı kişiliğimiz arasında küçük de olsa bir ayrım vardır ister istemez. Kısacası, okuduklarımız sürekli bir şeyler kazandırır bize. Ama yazdıklarımız da öyle. Cinler’in İnsancıklar’dan çok daha zengin, çok daha derin olduğu tartışma götürmez, ama Dostoyevski’nin yazarlık deneyiminin başlangıç noktasında yer alan İnsancıklar’a bir şeyler borçlu olduğu da tartışma götürmez.
Böyle bir borcun varlığını kesinlemekse, bir yazarın değişik yapıtları arasında belirli bir bağıntının varlığını kesinlemek anlamına gelir. Bu bağıntı tek yönlü bir bağıntı da değildir. Yazar, her yeni yapıtında, dilden, anlatımdan, kurgudan izleksel