KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR
PINAR
Hünkâr yaveri Mehmet Sait Paşa’nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, annesinin ölümü üzerine Girit’te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula burada başladı. Babası tekrar evlenince altı yaşında İstanbul’a, anneannesinin Aksaray’daki konağına döndü. Mahmudiye Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra 1878’de Mülkiye Mektebine girdi; fakat sağlık sorunları nedeniyle tamamlayamadı. Adliyede ve o dönem Nafia Nezareti olarak adlandırılan Bayındırlık Bakanlığı (şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) bünyesinde memur olarak çalıştı. Ticaret mahkemesinde stajyer üye olarak da görev yaptı. 1887’de Ahmed Mithad Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı. Batı uygarlığının yaşantısını taklit ederken gülünç duruma düşen insanları anlattığı ilk romanı Şık aynı yıl bu gazetede yayımlandı. Paul Bourget, Paul de Kock, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlardan çeviriler yaptı. 1894’te İkdam gazetesinde yazmaya başladı. Kendisine büyük ün sağlayan ilk eseri Mürebbiye ile Metres, Tesadüf ve Nimetşinas bu gazetede yayımlandı. Alafranga (1911’de Şıpsevdi adıyla basıldı) romanının yasaklanması üzerine yazarlığı bıraktı. İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim’le birlikte otuz yedi sayı süren Boşboğaz ile Güllâbi adlı mizah dergisini çıkardı. Sabah ve Vakit gazetelerinde çalıştı. 1912’de Heybeliada’ya taşındı. Kütahya milletvekili olduğu 1936-1943 yılları dışında tüm yaşamını Heybeliada’da geçirdi. 1924’te Son Posta gazetesinde yayımlanan Ben Deli Miyim romanı ahlâka aykırı bulununca yargılandı ama beraat etti.
Anneannesinin yalısında dadılar arasında geçirdiği çocukluk ve gençlik yılları, İstanbul yaşamı ve insanlarını tüm detaylarıyla öğrenmesini sağladı. Ev kadınlarının çeşitli konulardaki düşüncelerini öğrendi. Batılı yazarların yanı sıra Türk Halk Edebiyatı’ndan da yararlandı. Romanı, ahlâkın aynası olarak gördü. Geniş bir okur kitlesine ulaşabilmek için yalın bir dil kullandı. Çok okunan bir yazar olmasını da bu yalınlığına bağladı. Eserlerinde toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri, kadın-erkek ilişkilerini, din sorunlarını konu aldı. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmak için akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiğini savundu. Dar sokakları, ahşap evleri, konakları, yalıları ve çarşılarıyla hep İstanbul’u işledi. Romanlarında, İstanbul’un her kesiminden, sınıfından insana yer verdi. Külhanbeyleri, züppeler, fahişeler, hanımefendiler, mahalle kadınları, paşalar, memurlar, beslemeler, imamlar, esnaf… Çevre betimlemeleri üzerinde durmaktansa karakterlerini güçlendirmeyi tercih etti. Bu karakterleri yerel şivelerle konuşturmakta ustalaştı. Emile Zola’nın deneysel roman yöntemini benimsedi ve uyguladı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde yazarak geçirdi. En çok ürün veren, en çok okunan ve sevilen yazarlardan biri oldu.
KUYRUKLUYILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Türk Romanında hakiki konuşma
Hüseyin Rahmi’yle başlar.1
Romanlarını halkı eğitmek için kullanan Hüseyin Rahmi, Kuyrukluyıldız Atında Bir İzdivaç’ta da “sanat toplum içindir” düşüncesinden yola çıkmıştır.
Halley kuyrukluyıldızının dünyaya çarpacağı haberlerinin yayılmasının ardından, İstanbul’un mahallelerinde yaşananları, batıl inanışları, bilime ve gerçeğe olan kayıtsızlığı yok etmeye çalışarak bunu, iki karakterin üzerinden anlatmıştır. Bunların dışında, kadının toplumdaki yeri konusuna da tarafsız bir şekilde yaklaşmış; ahlak anlayışının, geleneklerin, kuralların, kadınların karşısında olmaması gerektiği; aşkın, evliliğin, kadın-erkek ilişkisinin insani bir eylem olduğu hususunda okuru aydınlatmıştır. Yine romanın başkarakteri olan İrfan Galip aracılığıyla okuru bilgilendirmek isteyen Hüseyin Rahmi, yanlış batılılaşma motifine de değinmiş; toplumdaki aksaklıkları, problemleri çözemeyen, halka inemeyen ve sürekli şikâyet eden insanlara göndermede bulunmuştur. Bunun yanı sıra İrfan Galip’in karşısına Feriha’yı çıkarmıştır. Feriha ise yanlış batılılaşmanın bilincindedir.
Üslup açısından gerçekçi anlatım söz konusudur.
Hüseyin Rahmi’nin bu eserinde de amaç, halkı aydınlatmak olunca, İstanbul’un mahallelerinde yaşayanların arasında geçen konuşmalar, sade ve anlaşılır bir şekilde yazılmıştır. Halkın kullandığı ve çoğu Arapça olan deyimlerin Türkçe karşılığını vermek yerine, bunları koruyarak, açıklamalarını dipnotlarda belirttim. Anlatım bozukluğu oluşturmaması durumunda bu konuşmalara müdahalede bulunmadım. Dünyaya bir kuyrukluyıldızın çarpası ve bu sırada ortaya çıkan bir aşk konu edilince aydın iki karakterin üzerinden yazdığı satırlarda, Arapça ve Farsça terkipler, sözcükler oldukça fazlaydı. Bunları, söz dizimine mümkün olduğunca müdahalede bulunmadan anlaşılır bir şekilde yazmaya çalıştım. Eserin yazılış döneminde, yabancı edebiyatın etkisi oldukça fazlaydı, bu nedenle Fransızca sözcükler de cümle içinde kullanılmış ve okunduğu şekilde yazılmıştır. Bu sözcükleri de yazılışlarıyla birlikte dipnotlarda belirttim.
Sonuç olarak eser, döneminin toplumsal yapısına ayna tutması bakımından önemlidir. Yüzyılların getirdiği değişim yadsınamazsa da toplumdaki farklılaşma, bilinçlenme ve daha da ileriye gitme açısından kanımca, kılavuz eserlerden biridir.
ÖN SÖZ
Gezegen kız kardeşler içinde yerküremiz tam gençlik çağındadır. Her gezegenin anası, sonsuz uzayın karanlıkları ve güneşin ışıkları arasında şenlikle yuvarlanarak ulaştığı ömrü, hamdolsun, bugüne kadar sağlık ve esenlikle geçirdi. Şimdi, bazı kuruntucular, ağır bir hastalık – daha iyimser düşünenler – hemen hissedilir hissedilmez hafif bir nezle geçireceğini haber veriyorlar.
Bundan dolayı niçin telâş etmeli efendim? Anamız, yaratıldığından beri, uzaydaki o nazlı salınışına; bu perçemli, bu oynak, bu yoldan çıkmaya hevesli kız kardeşlerinin böyle yaklaşma cilvelerine kim bilir kaç defa uğramıştır; fakat üzerinde, bundan dolayı bir felâket izi görmüyoruz. İnanın ki bu sefer de yine öyle olacaktır. Ne baş ağrısı ne nezle… Hemen hiçbir şey duymayacağız. Sözlerimin ne kadar doğru olduğunu 5 Mayıs’ın ertesi günü yine şu satırlara baktığımız zaman görecek, benim şimdi yaptığım gibi siz de o zaman bol bol güleceksiniz.
Gerçek böyledir de “Bu telâşlar, bu söylentiler, bu heyecanlar, hele tanınmış büyük imzalar altındaki o ürkütücü makaleler ne oluyor?” diyeceksiniz. Ah, efendim… İnsanların gerçekleri kabul etmek için nasıl ayak dirediklerini bilirsiniz. Bu konuda size haddim olmayarak küçük bir nasihat vereyim mi? İnsanoğlunun korktuklarından çok, korkmadıkları şeylerden çekininiz. Ta vaiz efendilerden tutunuz da bilim adamlarına kadar insanların okumuşları, filozofları, âlimleri de öbür kardeşlerini korkutma eğiliminden kendilerini alamıyorlar. Bir hakikat sevdalısı olarak böyle söylüyorum; fakat bir romancı sıfatıyla öyle demeyeceğim. Diğer meslekler gibi sözün yalan ya da doğru olma ihtimalinden söz edeceğim ki bu da benim sanatımın hakkıdır. Hilesini önceden meydana koyan bir hokkabaz gibi size gerçeği böyle açıkça söyledikten sonra yine korkarsanız artık, kabahat bende değildir.
1
Bedriye Hanım, bahçe üzerindeki küçük odanın penceresinden bitişik komşunun tahta kaplamasına yumruğuyla heyecanlı heyecanlı vurarak haykırıyordu:
“Kardeşim Emine, nerdesin? Pencereye gel, bak, sana ne söyleyeceğim!”
Bir cevap alamayınca kendi kendine:
“Aman, bu karı da ne miskindir! Kıyametler kopsa o kuytu odadan dışarı çıkmaz, içeride haşr olur2 kalır.”
Yumruklarının şiddetini iki kat artırarak, “Emine Hanım, azıcık pencereye gel… Bak, neler olacakmış neler… Dünyaya yıldız çarpacakmış… Merakımdan bir yerlerde duramıyorum… Aaa bak, karı ses bile vermiyor!” (Yumruğunu daha şiddetle indirerek): “Ölü müsün ayol? Azıcık kıpırda!”
Emine
1
Romana ve Romancıya Dair Notlar,
2
Arapça “Toplanmak” demektir. Burada, kıyamet günü dirilip bir araya gelmek anlamındadır.