KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR
sağır sultan duydu. Senin hâlâ bir şeyden haberin yok. Ah ne felâket!”
“Ay, yüreğimi oynatma öyle. Meraklanınca boğazıma bir şey tıkanıyor. Fena oluyorum. Önceki kadar keder götüremiyorum. Çok acıklı bir şeyse hiç söyleme rica ederim.”
“Acıklının acıklısı. Evlere barklara şenlik, dostlar başından uzak!”
“Etme Bedriye, etme! İşte yüreğim gümbürdemeye başladı. Acaba hacı babama felç mi indi? Söyle, bayılacağım.”
“Dünyaya kuyrukluyıldız çarpacakmış.”
Emine Hanım, “Tü, tü!” diye birkaç defa yakasına tükürerek çarpıntısını yatıştırmaya uğraştıktan sonra, “Aman, ben de korkacak bir şey zannettim. Ne kadar telâşçısın kardeş! Çarpacaksa çarpsın. Ne var? Kapımı kapar, evceğimizde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar, ‘Nasıl çarpacakmış, bakalım?’ diye sürü sürü seyre giderler. A, gitmem, gitmem! İt köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok.”
Bedriye Hanım, sinirli bir kahkahayla, “Emine, kardeş! Sen ne kadar aptalmışsın? Hiç o koca uğursuz, o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapını kapayıp da içinde oturacaksın?”
“Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O, helâl parayla yapıldı. Kazasker Efendi’nin3 Çarşamba’daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle inşa edildi. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen göreydin şaşardın. Bu dünya yıkılır da bizim evimiz yine yerinde durur. Büyük zelzelede ne tuğla binalar göçtü de evimizin bir kıymığı yerinden oynamadı. Tevekkülün gemisi batmaz.4 Sen merak etme.”
“Emine, sen ne kayıtsız kadınsın? Vallahi korkudan bu gece gözüme uyku girmedi.”
“Korkma, hepsi yalan. Falcıların uydurması. Ne çarpacağı var, ne bir şey. “Küll-i müneccimün kezzâb!5 Hacı baban daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle dediler. Yine bir kuyruklu görünmedi miydi? Çarpacak dediler. Gökten ateş yağacak dediler. Bilmen daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı mı? Hay söyleyenlerin kemikleri çarpılsın inşallah! O geçenki kuyruklu için bir ucu yerde, bir ucu gökte dediler. Atiye Hanım’ın evinden gözüküyormuş. Bir gece akşam yemeğinden sonra oraya gittik. Şöyle Cerrahpaşa Camisi’nin yanına doğru havada iri, sorguç gibi bir şey gördük, işte oymuş. Bu kadar söz, meğerse onun içinmiş.”
Üst taraftaki komşu Emeti Hanım, bahçe duvarının önünde dibi yukarı, yani tersine konulmuş eski bir küfenin üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterir: “A çocuklar, nedir bu telâşınız? Vıcır vıcır yine orada ne ötüşüyorsunuz?
Bedriye Hanım: “Kuyrukluyu söyleşiyoruz Emeti Hanımcığım.”
Emeti Hanım: “Hangi kuyrukluyu?”
Bedriye Hanım: “A, kaç tane var kadınım?”
Emeti Hanım: “Kaç tane istersin? Sokak dolusu var.”
Bedriye Hanım: “Biz, o sokaktaki kuyrukluları söylemiyoruz canım. Gökteki kuyrukluyu konuşuyoruz. Birkaç haftaya kadar dünyaya çarpacakmış diyorlar.”
Emeti Hanım: “Siz gökteki kuyrukludan korkmayınız. Yerdekilerden korkunuz. Bu berikiler daha tehlikeli.”
Bedriye Hanım garipseyerek: “Bu yerdekiler hangileri a kuzum?”
Emeti Hanım: “Hangileri olacak? Guguruklarının6 tepelerine, yalancı pırlantadan birer iğne iliştirip, çarşaflarının eteklerini birer arşın yerlerde sürüyerek sokaklarda gezen kuyruklular.”
Bedriye Hanım: “İlâhi Emeti Hanımcığım. Kıyametler kopsa sen yine böyle gençlerle uğraşmaktan vazgeçmezsin. O zavallı hanımların kuyruklu olup da kime çarptıkları var?”
Emeti Hanım öfkeyle: “Nasıl, nasıl? Onların çarpışlarına uğrayıp da az delikanlı parçalanıp dökülmedi?”
Emine Hanım, hafif hafif gülerek: “Yıldız çarpıp da kıyamet kopacak diyorlar da bak, kadın hâlâ ne düşünüyor.”
Emeti Hanım kızarak, başını duvarın üzerinden biraz daha uzatır: “Düşünürüm besbelli. Yeğenimin oğlu Behçet’e geçenlerde böyle yapma pırlanta iğneli kuyruklunun biri çarpmış da oğlan üzüntüsünden kendini az kaldı bahçedeki dut ağacına asıyordu. Yazık değil mi? Yirmi ikisinde, tosun gibi delikanlı.”
Bedriye Hanım: “Şimdi öyle şeyler düşünülecek zaman değil… Bu yukarıdaki yıldız çarparsa hepimiz tuzla buz olacakmışız.”
Emeti Hanım: “Sus kızım, içim fena oldu. Kim söylüyor onu?”
Bedriye Hanım: “Ulemalar, kitapta7 yerini görmüşler.”
Emeti Hanım: “Sen sakla Rabbim, cümle Muhammed ümmetini, bu Emeti kulunu da… Kıyamet alâmetleri, işte ben yine söylerim. Bu gökteki kuyruklu, yerdekilerin kötülüğünden çıktı. Geçen sene Dizdâriye taraflarında bir paşanın katırı doğurdu dediler de inanmadıydık. İşte bakınız, doğruymuş. Demek vakitler yakın. Yapı da pek çoğaldı, işte bu birkaç şey kıyamet alâmetidir. Biz, büyük babalarımızdan, analarımızdan öyle işittik.”
Emine Hanım’ın kızı Mebrure birdenbire odaya, annesinin yanına girerek sorar: “Anne ne konuşuyorsunuz?”
“Yavaş kızım, kardeşin uyanacak! Sanki bu dünyaya bir kuyrukluyıldız çarpacakmış da hepimiz tuzla buz olacakmışız. Gel, bak, dinle, onu anlatıyorlar.”
“Ay, ben korkarım anne! Ne zaman çarpacakmış?”
“Bilmem? Gel de sor.”
“Bedriye Hanım teyze… Kuyruklu bize ne zaman çarpacakmış?”
“Önümüzdeki mayısın bilmem kaçında, sabaha karşı çarpacakmış diyorlar.”
Emine Hanım: “Çarpacağını böyle günüyle, saatiyle nasıl biliyorlar? Kuyruklu, filân günde, filân saatte çarpacağım diye bu dünyaya telgraf mı göndermiş?”
Emeti Hanım, duvarın arkasından haykırarak: “İnanmayınız, inanmayınız… Küll-i müneccimün kezzâb! Büyülerine at nalı, tavşan başı… Yine büyük bir büyü yaptılar da onu tutturmak için bu koskoca yalanı kapıp ortaya salıverdiler.”
Bedriye Hanım: “Yalan değil, yalan değil. Ben kuyruklunun resmini gördüm.”
Emeti Hanım: “Ay, nerde gördün? Aman aman, bu zamane insanlarının yapmayacakları yok! Ne çabuk resmini çıkardılar?”
Bedriye Hanım: “Telgrafçıların evinde gördüm. Bilirsiniz ya, onun oğlu İrfan, Frenkçe okur, önüme büyük bir kitap açtı, içinde bütün yıldızların, ayların, güneşlerin resimleri var.”
Emeti Hanım: “Ah, boşuna değil, Cenab-ı Mevla’nın sırlarına ermek için böyle gökteki ayların, yıldızların resimlerini çıkarınca işte sonu böyle olur. Bize kuyruklusu da çarpar, kuyruksuzu da.”
Bedriye Hanım: “Bu kitabın içinde ne yok, ne yok, ne yok hanım… Birçok tekerlekler, yarım aylar, bütün aylar… Âşık yolunu şaşırdı gibi, endişe8 gibi çizgiler… Üç köşeli, dört köşeli şekiller… Anasına, babasına pay veren çiçeğine benzer bir şeyler… Tentene gibi, Hristo teyeli gibi kıvrıntılar… Sümüklüböcek gibi, solucan gibi hayvancıklar…
3
Kazasker: Osmanlı döneminde, kadıların başında bulunan, askerlerle ilgili şeriat sorunlarını çözüme bağlamakla yükümlü, belli bir aşamaya değin olan kadıları ve müderrisleri atamaya yetkili, ilmiye sınıfının yüksek aşamasında bulunan ve padişah divanının üyesi olan devlet görevlisi
4
“İşini Allah’a bırakana, Allah’a güvenene bir şey olmaz” anlamında bir deyim
5
(Ar.) Bütün falcılar yalancıdır.
6
Osmanlıda, kadınların saçlarına yaptıkları topuz
7
Kuran-ı Kerim kastediliyor.
8
Âşık yolunu şaşırdı, endişe: Örgü modelleri