KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR


Скачать книгу
yavrum yetiş!”(Ağlayarak): “Anneciğinin halini görme. Dipsiz küfelerin içine düştüm. Tekir balığı gibi sepetlere tutuldum. Çürükler, bereler içinde kaldım. Gel Hayriye’m gel! Vücudum koçan kesildi. Dondum. Anacığını kurtar.”

      Hayriye Hanım, bahçenin kapısının önüne gelerek büyük bir hayretle: “A, ilâhi anne! Bozdun mu20 ayol? Bugadalık21 çamaşır gibi kırık küfenin içine neye girdin öyle?”

      “Hah, bak işte, gördün mü? Evlât olacak. Anne bu kazaya nasıl uğradın demiyor da beni buraya kendi keyfimle girmiş zannediyor.”

      “Seni birisi tutup da zorla bu küfeye tıkmadı ya? Elbette kendi kendine girmişsindir.”

      “Aman, nasıl girdimse girdim. İşte şimdi çıkamıyorum. Beni bir an önce kurtar buradan.”

      Hayriye Hanım, annesini bin yaygara, bin çığlıkla küfenin ağaçlarının arasından kurtarır. Emeti Hanım, topal topal yürüyerek: “Oh, ya Rabbi şükür kurtuldum, ama bak, şimdi de yanımı, belimi alamıyorum. Her tarafım tutulmuş. Evin içinde akşama ağzımıza koyacak çöp kalmadı.”

      Hayriye Hanım: “Aman anne, yiyecek içecek neme lâzım benim? Birkaç yumurta kırar yeriz. Bedestenlilerin evinde kuyrukluyu pek fena söylüyorlar. Ne yapacağız?”

      Emeti Hanım, komşuya seslenerek: “Bedriye Hanım kızım huuu!”

      “Ne var Emeti Hanım? Kurtuldun mu?”

      “Kurtuldum, kurtuldum.”

      “Eh, gözün aydın, geçmiş olsun.”

      “Nasıl gözün aydın a yavrum? Hayriye’m kuyrukluyu anlatıyor, iş fenaymış, pek fena… Kız, söylerken kederinden hep gözleri doluyor.

      Mebrure penceresinden sorar: “Bedriye Hanım teyze ne olmuş?”

      Bedriye Hanım: “Halamın yıldızı için söylüyorlar. Artık, lamı cimi kalmamış. Geliyormuş, çarpacakmış.”

      Mebrure, korkudan dudakları morarıp, titrer bir heyecan haliyle: “Hanım teyze, nasıl, ne zaman? Aman fena oluyorum!”

      “Gel, dinle, dinle…” (Öteki komşuya seslenerek): “Emeti Hanım. Hayriye Hanım anlatsın. Pek merakta kaldık. Biz de işitelim, neler olmuş.”

      Emeti’yle Hayriye dipsiz küfeyi duvarın kenarına yan yatırıp ikisi de üstüne çıkarlar. Hayriye, işittiklerini bütün önemiyle anlatmaya girişerek: “Kuyruklunun velvelesi bütün cihanı tutmuş. Bu mayısta çarpacakmış. Şimdiden hazırlığa başlamışlar.”

      Bedriye Hanım: “Ne hazırlığına?”

      Hayriye Hanım: “Sultanahmet, Beyazıt meydanlarına seyirciler için kerevetler kurulacakmış. Kırkar paraya22 seyrettireceklermiş.”

      Bedriye Hanım: “A… Hâzen kebira!23 Tören mi bu?”

      Hayriye Hanım: “Törenden daha iyi olacakmış. Gökten üzerimize kangal kangal fişekler, dahmeler,24 maytaplar yağacakmış. Şenlik gibi olacakmış.”

      Mebrure, korkuyu biraz unutarak: “Ay, anne biz de gideriz değil mi?”

      Emine Hanım: “Sus, patlama, aman oğlan uyudu, gürültü etme.”

      Emeti Hanım: “İşte gördünüz mü? Hanımlara iş, erkeklere de masraf çıktı. Şimdi kadınlar bu şenlik için kim bilir ne süslü çarşaflar yapınırlar?”

      Bedriye Hanım: “Hani ya kuyruklu çarpınca bu dünyada kimse kalmayacak diyorlardı? Bir felâkete mi uğrayacağız, anlayamadım.”

      Hayriye Hanım: “Birkaç türlü söylenti var. Bir söylentiye göre Frengistan’a25 çarpacakmış, burada bize bir şey olmayacakmış.”

      Emeti Hanım: “Oh, ya Rabbi şükür!”

      Bedriye Hanım: “Allah’ım bizi esirgesin.”

      Hayriye Hanım: “Bir söylentiye göre çarpmayacakmış, sadece kuyruğu dokunacakmış.”

      Mebrure: “Biz kuyruğunu okşarız, severiz de bize dokunmaz.”

      Hayriye Hanım: “Nasıl dokunmaz? Kuyruğu zehirliymiş.”

      Bedriye Hanım: “Yılan mı bu ayol?”

      Hayriye Hanım: “Zehirliymiş. Dokunduğu kimseleri sam rüzgârı vurmuş gibi öldürecekmiş. Kibarlar, demir kapaklı mahzenlere girmeye hazırlanıyorlarmış. Fazlıpaşa’daki Binbirdirek’in26 tepe deliklerini kapatıp, parayla içine adam koyacaklarmış.”

      Emeti Hanım: “Parası olmayanlar ne yapacaklarmış?”

      Hayriye Hanım: “Parası olmayanları kim düşünür, ilâhî anne!”

      “Emeti Hanım: “Biz de bodrumu hazırlayalım bari. Deliği deşiği tıkanırsa mahzen gibidir.”

      Bedriye Hanım: “Bizde efendiyle gusülhaneye gireriz. Hiçbir yana penceresi yoktur.”

      Mebrure: “Anne, biz de kömürlüğü boşaltalım. Tekir’i de beraber alalım. Zavallı zehirlenmesin.”

      Hayriye Hanım: “Bu gece bütün mahalle kadınları Galip Beylerin evine toplanacaklarmış; orada bu kuyruklu hakkında bir konferans vereceklermiş.”

      Emeti Hanım: “Ha, işte tamam… Kontras montras diye o cingöz oğlanlar kadınları bir âlâ seyredecekler. Ben, o İrfan’ın ağabeysi Ragıb’ı bilmez miyim? Eskiden beri gökyüzüyle bozmuştur. Koca bir dürbünü vardır. Tahtaboşa27 çıkarıp da Ay’ı, yıldızları seyretmez miydi? Hani ya önceki idare zamanında, ‘Efendim, bu herif dürbünle Yıldız’a28 bakıyor,’ diye jurnal etmediler miydi? Bilmem kaç gün hapis yattı. Anasının yüreğine iniyordu. Sonra dürbünü mürbünü ortadan yok ettilerdi. Baksana, şimdi yine meydana çıkarmışlar.”

      Bedriye Hanım: “Herkeste bir telâş. Bakkal bile fitili almış. Sabun getirdiği zaman, neler söylediğini işitseydin güle güle bayılırdın.”

      Emeti Hanım: “Ne diyor kızım, ne diyor?”

      Bedriye Hanım, bakkalın söyleyişini taklide uğraşarak: “Bağa bah… Aman canım bavvv! Çatacahmış, batacahmış, maassâbirin deyip duruyor.”

      Ana kız, Bedriye Hanım’ın bu taklitçiliğine o kadar gülerler ki vücutlarının sarsıntısından ayaklarının altındaki çürük küfe göçerek ikisi de yere yuvarlanırlar.

      2

      İrfan Galip Bey, yirmi iki-yirmi üç yaşlarında, yeni edebiyat kuşağından; sinirli, güç beğenir; gururu, anlayış ve bilgisinden baskın… İstanbul okullarında, Avrupa ilim müesseselerinde okunan ilim ve fenne özgü kitaplardan burada da öğrenilebileceğine inandığı için, tabiat bilgisi ve felsefedeki derinleşmesinin ve tecrübesinin tamamını özel olarak elde etmiş. Şöhret kazanma hırsıyla inleyip, yirmi paralık haftalık dergilere bedava, büyük değerde satırlar kaleme almaktan usanmaz. “Venüs’e iniltili bir hediye” gibi aşk dolu yazılar yazar veya “Vicdan aydınlığı, ruh ve idealin işitilebilir bir aynasıdır” gibi fikir yüceliklerine boğulmuş; karanlık ama büyük, derin sözler… Bazen tutturur: “Bu kâinat içindeki benliğimin, varlığımın sınırıyla belli olması gerekir. O şey ki benden dışarıdadır. Ben, o değilim; fakat hissedebildiğim


Скачать книгу

<p>20</p>

Delirdin mi?

<p>21</p>

Çamaşırları yıkamadan önce küllü suya bastırma işi

<p>22</p>

Bir kuruş

<p>23</p>

Allah’ım sen büyüksün

<p>24</p>

Şenliklerde atılan bir tür fişek

<p>25</p>

Avrupa

<p>26</p>

İstanbul’daki ikinci büyük su sarnıcıdır. Antik Bizans kaynaklarına göre dördüncü yüzyılda yapılmıştır. On altıncı yüzyıldan itibaren atölye olarak kullanılmıştır.

<p>27</p>

Farsça tahtepūş: Teras

<p>28</p>

Yıldız Sarayı