KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR


Скачать книгу
çarşafın, an kloş33 açıla açıla dökülüşünde öyle asalet dolu güzellikler, sanatlı incelikler, çekici ve yaraştırılmış ustalıklar keşfediyordu ki kadınlarımız hakkındaki kötü görüşlerini ve düşüncelerini unutarak, içyüzünü kestiremediği bir dalgınlıkla bu rastlanmış Venüs’ün çekici güzelliğine tutulup, onun endamındaki dalgalanışlardan gelen güzel kokulu havayı içine çekiyor ve kendi kendine: “İşte bu, mezarlıklara çömelip kâğıt helvası yiyen takımından değil. Bunun en ufak hareketinde bile bin asil incelik var. Allah bağışlasın… Acaba kimin?” diyordu.

      Bir böylesi bulunsa İrfan’a hayat arkadaşı, gönül yoldaşı olamaz mı? Şimdi bu yolda yeni yeni ümitlere, fikirlere kapılarak öncekinden büyük bir dalgınlıkla takibe devam ediyordu. Bu güzel hanım, koyu renk güderi eldivenlere hapsedilmiş, bileğini dışa gelecek şekilde çevirip, çarşafını arkadan kendine özgü bir tavırla kavradığı zaman ilik, düğmenin pek örtemediği açıklıktan görünen avuç çukurundaki beyazlık, göze de âdeta dokunmasıyla anlaşılacak taze bir nemlilik hissi veriyordu.

      Yaratılışın bir güzellik mucizesi olan bu el, İrfan’a yardım etmek için aşkla uzansa, onu bütün o ümitsiz, gamlı, karanlık fikirlerden kurtararak insanlığın üstünde, yüce bir mutluluk cennetine ulaştırabilirdi. Böyle büyük bir mucizeye gücü yetecek eli, taparcasına diz çökerek öpmek için gidiyor, gidiyor, gidiyordu.

      Bu gerçek, gözünün önünden kaybolduktan sonra kendini günlerce oyalayacak bir hayal şekline bürünüyor; ona gizli gizli, haftalarca en ateşli öpüşlerini hediye ederek yalvarıyor, tapınıyor; fakat gitgide bu hayal, onun tapınan bakışında eski parlaklığını ve gücünü kaybediyor; yavaş yavaş siliniyor, sonra birdenbire bir yenisi parlıyordu.

      İrfan, böyle şık ve güzel bir kadına rastladığı zaman bazen maddiliğe tapan bir insan olmaya çalışarak kendi akrabasından süslenip çıkan genç kadınları gözünün önüne getiriyor; bunların dışları kadar içyüzlerini de bildiği için o ipekli çarşafların, o dantelli korselerin altında ne kadar hırçın kalplerin gizlendiğini ve o bir günlük süsün, düzenin, evlerde aylarca süren ihmallere, ilgisizliklere, düzensizliklere çare olamayacağını ve duygu, terbiye, görenek ve yaşayış bakımından var olan birçok eksikliği affettiremeyeceğini düşünüyordu.

      İrfan’ın böyle mutlu şekildeki rastlantılarından sonra uğradığı sevdalardan, çektiği üzüntülerden, azaplardan, bütün bu sinirlere ait hayal ürünü zevklerden, işkencelerden kimsenin haberi yoktu. Hep kendi kendine gelin güvey oluyordu. Yirmi iki yaşına kadar itiraf edilmemiş sevdalar, karşılık görmeyen ahlar, inlemeler, ağlamalar, açık bir gerçeğe yönelmeyen tapınışlarla yorulmuş; delice denecek hayaller arkasından koşmuştu. Aşk konusunda pek utangaç ve cesaretsizdi. Daima, böyle hayallere âşık oluyor; bir gerçek önünde sevgisini itiraf edeceği gün, iyi karşılanmayacağı hakkında düştüğü garip bir zan, kendisini öldürüyor; her türlü cesaretini kırıyordu. Kendileri için bu kadar gizli yaşlar döktüğü halde henüz güzel bir kadının azıcık iltifatına kavuşamamış olması, üzüntüsünü artırıyordu. Bu işte şansını mutlaka bir denemek gerekiyordu. Yine, bu güzellerden birine rastladığı bir gün, niyetlendiği şeyi yapmaya kalkıştı. Bütün cesaretini toplayarak kadının kulağının dibinde tutkunca birkaç kelime mırıldandı. O kadar acemice ki, birbirini takip eden her kelimede sesi kuvvetten düşüyor, sözler açıklığını kaybediyor, sonunda anlaşılmaz birer mırıltı halini alıyordu. Genç kadın, İrfan’ın bu tereddütlü, çekingen, şaşkınca saldırısına karşı cevap olarak derin bir hayret manasıyla kaşlarını kaldırdı, dudaklarını büzdü; delikanlıyı, aşağılayıcı bir alaylı bakışla süzdü. Şemsiyesini indirip tek kelime söylemeden yürüyüverdi. İrfan, bu sessiz hakaret karşısında öldü, bitti, eridi. O günden sonra kadınlara düşman oldu. Erkeklere göre kadınların anlayış eksikliği, zaafları, birçok doğal durumdaki gelişmemişliği üzerine makaleler yayımladı. Bu yayınlara içerleyen birkaç hanım, basın sesiyle yine kırgın cevaplar verdiler. Konu kızıştı. Basın dünyasında İrfan, kadın düşmanlığıyla biraz tanındı; fakat ne yapsa, ne etse kadınlardan büsbütün hıncını alamıyordu.

      1910 yılı Mayıs başlangıcında, dünyamızın Halley yıldızının kuyruğu içinden geçeceğine dair heyecan verici bir haber çıktı. Canlarına, herkesin hayatından çok önem veren kimseler telâşa düştü. Bazı genç hanımların endişeleri, uykularının rahatını kaçıracak dereceye vardı, hatta korkunun şiddetinden ağlayanlar olduğu bile işitildi. En çok korkanların kadınların arasında olduğunu fark eden İrfan: “İşte tamam, kadınlardan güzel bir intikam almanın sırası geldi,” dedi.

      Yakınlardaki ihtiyar, genç bütün kadınları toplayarak birkaç “konferans” vermeyi kararlaştırdı. Bu konferanslar astronomi hakkında pek sade, basit, halkın anlayacağı ilkel bilgilerle başlayacak; hanımları gittikçe heyecanlandırmak amacıyla yavaş yavaş şiddet kazanacaktı. Bu kararını uygulamak için gereken hazırlığa başladı.

      3

      İrfan’ın babası Defterdar Galip Efendi, karısına ve çocuğuna geçinecek kadar gelir bırakıp dört-beş yıl önce ölmüştü. Bu aile, eski yaşayışlarını hemen hemen bozmayarak Aksaray’daki evlerinde oturuyorlardı. Bir gece, evin camekânlı büyük sofasında lambalar yakıldı. İskemleler, küçük minderler hazırlandı. İlim ve bilgi sahiplerinden İrfan Bey’in, dünyanın yakında geçireceği büyük tehlike veya uğrayacağı korkunç son hakkında vereceği bu meraklı konferansta bulunmak için yedi mahalleden ihtiyar, genç, çarşaflı, yeldirmeli,34 çocuklu, çocuksuz hanımlar sökün etti. Emeti, Bedriye, Hayriye, Mebrure, Emine Hanımlar hep toplandılar. O koca sofa kapı eşiklerine, merdiven basamaklarına kadar doldu.

      İrfan zayıfça, orta boylu, kadınların tabiriyle sürahi yüzlü, uçuk benizli, ağzı burnu yerinde, açık kumral, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıydı. Üst dudağının ortası biraz kabarık, âdeta topça durması, gözlüğünün altında miyop olanlara özgü bir şekilde kıpışık kıpışık bakması yüzüne, devamlı bir soru sorma hali verirdi. Kadınlara karşı yatıştırılması imkânsız bir düşmanlığı olmakla beraber, yine onların takdirli bakışlarını ve ilgilerini çekmek için şiddetli bir içgüdüden kendini alamadığı için saçlarını taramış, en biçimli bonjurunu35 giymiş, koyu lâcivert boyunbağının üzerine inci iğnesini iliştirmeyi bile ihmal etmemişti.

      Kuyrukluyıldız dünyamıza çarpmadan önce İrfan’ın halden anlayan, filozof yaratılışlı güzel bir kadına çatma ihtimali vardı.

      Bir köşeye koydurduğu masanın önüne geçti. Not defterini eline aldı. Başladı; fakat söz işittirmek ne mümkün? Sofa, kadınlar hamamı gibi bir uğultu içinde inliyordu. Bu uğultuyu zor da olsa biraz hafifletmeyi başararak ağır ağır girişti:

      “Hanımlar! Mademki bu dünyaya geldik, büyüdük, aklımızı şuna buna erdirmeye başladık, bizim için öğrenilmesi gereken bazı şeyler vardır. Bunlar için az çok bilgi edinmeliyiz ki oldukça medenî bir insan durumunda olmaya az çok lâyık olalım. Meselâ, yaşamak için her gün yemek yeriz; fakat bir lokmayı ağzımızda niçin çiğneriz? Bu çiğneme sırasında o lokma nasıl bir değişikliğe uğrar? Yutunca karnımızda nereye gider? İnceli kalınlı bağırsaklarımızı nasıl dolaşır? Bu yediğimiz şeylerden vücudumuz gıda payını nasıl ayırıp alır? Bunu bilmeyiz. Bilmek için de biraz düşünmek, eminim ki şimdiye kadar hiçbirinizin aklına gelmemiştir.

      Kadının biri yanındakinin kulağına eğilerek:


Скачать книгу

<p>33</p>

An cloche (Fr.): Çan etek

<p>34</p>

Yeldirme (Halk ağzında): Kadınların çarşaf yerine kullandıkları, başörtüsüyle birlikte giyilen hafif üstlük

<p>35</p>

Bonjour (Fr.): Çizgili pantolonu ve uzun ceketi olan takım elbise