KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR


Скачать книгу
kulaç kulaç çekerler de bitmek tükenmek bilmez… Hikmetine kurban olduğum Allah’ım, bunlara kimin aklı tamamen eriyor ki, bizim ersin?”

      İrfan Bey:

      Gerçi bir vücudun nasıl yapıldığını, nasıl beslendiğini layıkıyla bilmek, büyük büyük birçok ilimleri öğrenmeye bağlıdır; fakat bunların kısasının kısası pek açık bir dille herkese anlatılabilir. Avrupa’da bunların hakkında sade, hoş kitaplar yazılmıştır. Biz, tabiattan bir kısım; yani bir parçayız. Onun, aklımız erdiğince ve tahsil derecemize göre anlaşılabilir kısımlarını anlatmaya çalışırsak birçok yanlışlardan kurtulmuş oluruz; çünkü insanlar her felâkete cehaletleri yüzünden uğramışlar ve hâlâ da uğramaktadırlar. İnsanlık, çocukluk döneminde akıl erdiremediği konularda daima batıl inançlara düşerek işte bundan dolayı ilerleme yolunda gecikmiştir. Her gün gözümüzün önünde durup da çoğumuzun ona dair bilgisi çok eksik olan bir şey varsa o da gökyüzüdür. Gökyüzü mavi, yuvarlak bir sahan kapağı gibi dünyanın üzerine geçirilmiş görünür, hatta içinizden çoğunuz bunun, direksiz nasıl durduğuna şaşıp kalırsınız. Gök, bitmek tükenmez bir boşluktan ibarettir. Bu boşluğa astronomi dilinde “uzay” denir. Bu gördüğünüz koca mavi gök, tavan gibi kubbe biçimi, mavi, maddî bir şey değildir ki onu öyle durdurabilmek için direk dikmeye lüzum olsun? O mavilik, hava yığınının neden olduğu bir renktir. Birçok camı yan yana dizip de bunların arasından öbür tarafa baktığınız zaman nasıl bir yeşillik görünürse bu da tıpkı öyledir. Bulutsuz, duru havalarda başımızın üzerinde gördüğümüz o mavi kubbe, bir görme zannından başka bir şey değildir. Geceleri görülen yıldızların, gökte bir kubbenin yüzeyine çakılmış gibi görünmesi de göz aldanmasından ileri gelme bir şeydir. Bu yıldızların birbirine olan uzaklıkları akıllara hayret, zihinlere durgunluk verecek kadar fazladır. Bunlardan, ancak büyük rasat dürbünleriyle görülebilenlerin uzaklığını kestirebilmek için trilyonlarca mesafede uzaklara çıkmak gerekir. Uzayın akıl almayan derinliği içine gömülmüş olanlarla bizim aramızdaki mesafeyi ölçebilmek için kullanılacak mil, fersah,36 kilometre gibi en uzun ölçü birimleri geçersiz, hatta birer sıfır hiçliğinde kalır. Ucu bucağı, fen ve aklın ölçüsü dışında kalan bu boşluğun içi güneşlerle, gezegenlerle doludur. Güneş nedir? Gezegen nedir? En sade sözlerle şimdi size bunları anlatayım. Güneşler, çevrelerine ışık ve sıcaklık saçan iri birer alev, ateş parçalarıdır. Gezegenler, bizim Güneşimizin çevresinde dönenlerle karşılaştırılırsa aslında onlar da birer ateş parçasıyken zaman geçtikçe üstleri, küremiz gibi kabuk bağlamış, parlaklığı artık kalmamış; fakat ışık ve sıcaklığını çevresinde döndükleri Güneş’ten alan dünyalardır. Dinleyici hanımların içinde, bugüne kadar astronomi hakkında hiçbir bilgi edinememiş olan hanımlar, bu sade sözlerimden pek açık bir gerçeğe ulaşamazlar zannederim. Tariflerimi daha sadeleştireyim. Bahçede, kırda, pencere kenarında, balkonda elbette rastlamışsınızdır. Tekerlek tekerlek örümcek ağları vardır. Örümceğin kendisi bu ağın göbeğinde oturur. Bu kurduğu tuzağa düşecek avları bekler. Şimdi böyle bir ağı gözünüzün önüne getirip, orta yerdeki örümceği güneş diye alarak onun çevresinde dolana dolana büyüyen örümcek tellerinin üzerinde de birbirinden uzak noktalarda ufak ufak gezegenler hayal ediniz. Uzay içindeki “Güneş Sistemi” denilen şekli, o genel görünüşü zihninizde canlandırmış olursunuz; fakat “gezegen” demek, gidici, yürüyücü demektir. Örümcek ağının çevresinde var kabul ettiğimiz gezegenler hareket etmedikleri halde, Güneş’in çevresindekilerin hepsi, kendilerince belirli hızlarla birer hayali halka üzerinde ta yaratılıştan beri hiç durmadan dolanmaktadırlar. Her gezegenin, Güneş’in çevresinde, üzerinde döndüğü kabul edilen hayali daireye o gezegenin “yörüngesi” adı verilir. Şimdi bu, “uzay, gezegen, Güneş Sistemi ve yörünge” tanımlamalarına iyice dikkat etmenizi rica ederim; çünkü ilerideki tanımlamaların güzel anlaşılabilmesi için bu ilk tanımlamaların akılda tutulması gerekir. Güneş’i, büyük bir muma, ışığı güzel bir muma; gezegenleri de onun çevresinde dolanan pervanelere benzetirsek pek bayağı; fakat eskileri andıran bir şairlik yapmış oluruz. İçinizde hiç okumamış olan hanımların, pek sade de olsa bütün bu tanımlamalardan memnun kalmadıklarını anlıyorum. Güneş’in uzayda, çevresinde dönen gezegenleriyle beraber bir tarafa düşmeksizin öyle boşlukta nasıl asılı durduğunu çoğunuzun aklı almıyor değil mi? Hakkınız var. Biz bu dünyada o kadar yanlış hisler, zanlar içinde yaşarız ki bilimin bize gösterdiği büyük büyük varsayımları, gerçekleri, biz bu küçük aklımızla çevremizdeki ufak tefek eşyaya uydurarak, benzeterek hep yanılırız. “Düşmek” nedir? Bir kere bunu düşünelim. Sokakta giderken düşmek, pencereden düşmek, damdan düşmek, minareden düşmek, nihayet yangın kulesinden düşmek… Bizim için düşmenin en büyük ölçüsü bu değil mi? Haydi, bir baloncuyu birkaç bin metre kadar yüksekliğe çıktıktan sonra kazaya uğrayıp düştü kabul edelim. İşte bu kadar… Düşmenin bundan ilerisi, bilim dışında düşünenler için bilinmeyen bir iş… Ondan öteye gidilmemiş ki nasıl ve nereye düşüleceğini bilelim? Uzayın ucu bucağı olmadığını söyledikti ya… Şimdi bir cismi, uzay dedikleri bu boşluğun derinliklerine doğru sürüp götürelim. Yerküreyi kaybedecek kadar uzak bir mesafeye götürerek orada bırakalım. Şimdi bu cisim nereye düşecek? Her tarafı bizim aklımızın alamayacağı derecede bir genişlikle kuşatılmış. Hem “düşmek” denilince bu olayın yukarıdan aşağıya doğru olduğunu biliriz. Bizim için aşağılık, yukarılık yeryüzüne göre beliren bir şeydir. Yerküremizden onu kaybedinceye kadar uzaklaşınca aşağı, yukarı kelimelerinin manaları da bu uzaklıkla beraber kaybolmuş olur. Uzayın böyle bir noktasında mademki artık aşağı yukarı kelimelerinin manaları yoktur. Yukarıdan aşağıya hızlı inmek demek olan “düşmek” kelimesinin de bir anlamı kalmaz. “Etrafımız böyle uzayla, yani sonsuz bir boşlukla çevrili olan bir noktada yukarısı aşağısı yok; inmek çıkmak, düşmek yok; fakat bunlara bedel, genel çekim denilen bir kuvvet vardır. Kâinattaki her cisim, bu kuvvetin hükmü altındadır. Bu kuvveti bilimde şöyle tarif ederler: “Bu âlemde var olan cisimler birbirini, cevherleriyle düz orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak çekerler.” Siz bu tariften hiçbir şey anlayamazsınız. Bu kanunların açıkça anlaşılabilmesi matematik bilgileri, mekanik bilgisi ve benzeri şeyleri bilmeye bağlıdır.

      İşte bu çekim kanunu uyarınca uzaydaki hesapsız güneşler, gezegenler, kendi hacimleriyle birbirlerine karşı olan uzaklıklarına oranla öyle bir düzen meydana getirmişlerdir ki, her zaman matematiksel bir düzen içinde dönerler. Bizim Güneşimiz, uzaydaki sayısız yıldız arasında önemi olmayan bir yıldızdır. Güneş, Yerküre’den bir milyon iki yüz yetmiş bin defa büyüktür. Bize pek büyük görünen bu dünyadan bir milyon iki yüz yetmiş bin kere büyük olan bir şeyin artık, olağanüstü büyüklüğünü düşünün; fakat uzayın sınırsız genişliği içinde bu koca cisim, kaybolmuş bir noktacık kadar önemsiz kalır. Güneşimiz, bulunduğu merkezden çekiminin görünmez ağı içinde tuttuğu gezegenlere güya hasretle kollarını uzatmış da onları çevresinde sapan taşı gibi çeviriyor sanılır. Bu gezegenler, Güneş’in çevresinde, kendilerini çeken bu ateş merkezine düşmeyecek kadar büyük; fakat tutkulu bağlılıklarını, o merkezi çekimden ayırıp, uzaya fırlayabilecekleri kadar bir merkezkaç kuvveti meydana getirmeye yetmeyecek bir hızla dönmektedir. Sizin anlayacağınız bir kuvvet, gezegenleri Güneş’e doğru düşürüyor, başka bir kuvvet de uzaya doğru itiyor. Bunlar ne Güneş’e ne de uzaya gidemediklerinden bu iki zıt kuvvetin tayin ettiği bir ortamda dolanıyorlar.

      Güneşin çevresinde sekiz gezegen vardır. Bunların hepsi kendi yörüngeleri üzerinde dolanırlar. Dünyamız üçüncü gezegendir. Yani Güneş’e


Скачать книгу

<p>36</p>

Beş kilometrelik bir uzunluk ölçüsü