Anadolu Uygarlıkları. Oğuzhan Karadirek
ğuzhan Karadirek
Anadolu Uygarlıkları
Oğuzhan Karadirek, 1992 yılında İzmir’de doğdu. Adnan Menderes Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında klasik ve geç Roma mimarisi ile Türk-İslam sanatı alanlarına ilgi duymaya başladı. Pek çok antik kentte kazılara ve yüzey araştırmalarına katıldı. Mezun olduktan sonra ilk olarak Nysa Antik Kenti’nde sanat tarihçisi olarak çalıştı. İlerleyen dönemde Aydın Büyükşehir Belediyesi KUDEB (Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu) biriminde sanat tarihçisi olarak çalışmaya devam etti. 2020 yılında Puhu, Osmanlı İstihbarat Savaşları isimli kitabı yayımlandı. 2019 yılında almış olduğu drone operatörlüğü ehliyetiyle saha çalışmalarını genişleterek kültürel miras fotoğrafçılığı yapmaya başladı. Çalışma hayatına drone fotoğrafçısı olarak devam etmektedir. Başta Ege ve Akdeniz bölgesindekiler olmak üzere pek çok döneme ait antik kentleri görüntülediği “Havadan Fotoğraflar Serisi” projesini başlattı. 2012 yılından beri biriktirmiş olduğu bu arşivi, @sanatvearkeoloji Instagram hesabında paylaşmakta, kültürel ve tarihi mirasımızın tanıtılması amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak içerikler üretmeye devam etmektedir.
Başlarken
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, sosyal medya platformlarında uzun süredir yaptığım paylaşımlar sırasında bana en çok gelen soru doğrultusunda ortaya çıktı: “Merhaba Admin, Anadolu tarihini anlatan bir kitap var mı?”
Evet, var! Mesela bir kitap Anadolu’nun neolitik tarihini anlatırken bir başka kitap Roma tarihine, bir diğeri Bizans toplumunun beslenmesine yönelikti. Ben de zengin Anadolu tarihini parça parça okumak yerine daha yalın bir şekilde derleyerek tek bir kitapta topladım.
Bu kitapta, merak edilen tüm konuları bu alanda eğitim almamış herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak istedim. Arkeoloji ve sanat tarihine ilgi duyanlar için yol gösterici bir kaynak, öğrenciler için başlangıç kitabı, rehberler için de bir el kitabı olmasını planladım. Akıllarda her zaman soru işareti olan “Bu taşlar nasıl dikildi?”, “Burada ne vardı?”, “Nasıl beslendiler?”, “Nasıl barındılar?” gibi soruların yanıt bulmasını amaçladım.
Birazdan okumaya başlayacağınız bu kitabın her bir başlığı ayrı ayrı kitap veya makale olma potansiyeline sahipken, sizin için konuyu özünden koparmadan, olabildiğince minimal bir şekilde, hem bir seyahat kitabı tadında hem akademik anlamda besleyici olacak bir kitap hazırlamaya çalıştım.
Kitabın başından sonuna kadar bana destek olan, saha çalışmalarımda, güneşin altında bana sabırla eşlik eden eşime ve köpeğim Pati’ye, ayrıca aileme çok teşekkür ederim.
I
İki Kıta Arasında Bir Köprü: Anadolu Levhası Nasıl Oluştu?
4,5 milyar yıl önce dünyanın şekillenmeye başlaması ve 3,5 milyar yıl önce ilk mikroorganizmaların ortaya çıkmasıyla dünya yavaş yavaş canlı formlarına ev sahipliği yapmak için kendini hazırlamaya başlamıştı fakat hâlâ canlılar için gerekli ortam bulunmuyordu. Mavi yeşil alglerin oluşumuyla dünyada fotosentezin ilk adımları atılırken, volkanik olaylar da dağların oluşumuna ve şekillenmesine önemli bir katkı sağlıyordu. O zamanki dünya, günümüzde bildiğimiz dünya değildi. 570 – 250 milyon yıl önce kıtalar birbirinden ayrıldı, 250 milyon yıl önceyse tekrar birbirlerine kenetlenerek bir bütün haline geldi. Bu ayrılma ve birleşme sırasında Anadolu levhası ekvatora 1000 km uzaklıktaydı ancak bu levha tam olarak şu an bildiğimiz Anadolu değildi. 200 milyon yıl önce kıtaların birbirinden yeniden ayrılması ve Atlas Okyanusu’nun oluşumuyla beraber Anadolu levhası tekrar hareketlenerek bu sefer kuzeye doğru hareket etmeye başladı.1,2
Mezozoik dönem dediğimiz ikinci zaman evresinde bunlar yaşanırken, üçüncü zaman evresinde yer alan ve 40 milyon yıl öncesine uzanan erken pliyosen çağında Anadolu’nun bir bölümü hâlâ sular altındaydı ve bugün haritalarda gördüğümüz halinden çok farklıydı. Kimi zaman kır yürüyüşleriniz sırasında, taşların üzerinde kabuklu deniz canlılarının şeklini görmüş olabilirsiniz ya da çevrenizde birinin “Eskiden buralar denizmiş,” dediğini duymuşsunuzdur. Evet, Anadolu levhasının bir bölümü hâlâ sular altındaydı. Trakya bölgesi, Denizli ve Burdur daha sulak bir alanken Güneydoğu Anadolu Bölgesi günümüzün Ege ve Akdeniz iklimi havasındaydı, yani ılıman bir iklime sahipti. Günümüzde yaşanan küresel iklim değişikleri o zamanda da vardı ve geç oligosen zamanına denk gelen 35-25 milyon yıl öncesinde ise güneydoğuda artık deniz iklimi kalmamış, Hazar Denizi’nin kapsadığı alan Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum’a kadar uzanmıştı.3
Erken miyosen çağına denk gelen 23-17 milyon yıl öncesindeyse Anadolu levhası Hint Okyanusu’nun etkisi altına giriyordu. Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Toroslar Hint Okyanusu’nun etkisinde kalırken, Doğu Karadeniz dağlarının güneye bakan yamaçları okyanus havasının etkisi altına girmişti. Bolu ve Ankara’da ise volkanik kayaçların yoğunluğu bölgenin daha zor bir yüzeye sahip olduğunu bize gösteriyordu. 16-12 milyon yıl öncesine denk düşen orta miyosen döneminde Hint Okyanusu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan geri çekilmiş ve Erzincan, Sivas, Erzurum, Van bölgelerinde karasal bir iklim havası etkili olmaya başlamışken Diyarbakır bölgesinde ise akarsuların oluşturduğu havzalar yeni yer şekillerinin oluşmasına imkân sağlamıştı. Batı Anadolu’da ise deniz ve göllerin oluşturduğu çukurlar bölgeye yeni bir arazi oluşumu katıyordu. Geç miyosen zamanında, yani tahminen 11-5,5 milyon yıl öncesine uzanan bu dönemde Hint Okyanusu’nun etkisi tamamen ortadan kalkarken Akdeniz bölgesinin kıyı şeridi de günümüze benzer bir hal almaya başlıyordu. Doğu Anadolu ise volkanik kayaçların etkisi altına girerken Orta Anadolu’da göllerin kuruması ve volkanik kayaçların etkisi hâlâ bölgenin karasal iklim etkisinde olduğunu gösteriyordu.
Dördüncü zaman evresine denk gelen 5,5-7 milyon yıl öncesine uzanan pliyosen çağında ise Karadeniz ve Akdeniz kıyı şeridi günümüze benzer bir hal almaya başlamıştı. İstanbul ve Çanakkale boğazları hâlâ birleşmemiş ve Marmara Denizi ise varlığını büyük bir göl olarak sürdürmekteydi. 1,6 milyon yıl öncesine uzanan pleistosen dönemindeyse artık Karadeniz ve Akdeniz kıyı hattı günümüzle örtüşen benzer halini almıştır. İç Anadolu’da göller kururken Tuz Gölü dahi bu kuraklık evresinden nasibini alarak küçülmeye devam ediyordu. Doğu Anadolu ise insanlık tarihinin ilklerine sahip olacak volkanik kayaçların yoğun olduğu bir bölge olmuştu. Dördüncü zaman evresinde boğazların da birbiriyle birleşmesi sonucu Anadolu levhası günümüzdeki şeklini almıştı.4
Peki, insanlar neredeydi?
Afrika’nın Rift Vadisi’nde insana dair ilk izlerin bulunması, bize insan yaşamının burada başladığını söylüyor. Buradan dünyaya yayılan insanın batıya doğru ilerlemesini sağlayan en büyük köprüyse Anadolu’dur. Kavşak noktası olması sebebiyle Anadolu’nun, bölge tarihi boyunca önemi büyük olmuştur.5
Bu önem onun kimi zaman farklı isimlerle anılmasına yol açmıştır. Roma İmparatorluğu, Asia Minor yani Küçük Asya derken, Doğu Roma yani Bizans zamanındaysa doğu anlamına gelen ve güneşin doğumu anlamını da taşıyan Anatolia kelimesiyle anılır olmuştur.
Anadolu levhasının doğu ve batı arasında önemli bir nokta olması sebebiyle tarih boyunca her medeniyet ona ayrı bir isim vermeye ya da onu kendine özgü kültür ve düşünceyle anlamlandırmaya çalışmıştır.
Öyleyse Anadolu’yu anlamak için biraz daha çabalayalım ve buradaki ilk insanların varlığının izlerine biraz daha yakından bakalım.
1986 yılında Konya’nın Akşehir ilçesinde yer alan kömür madeninde Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü personelleri tarafından Anadolu’daki en eski insan kalıntılarına ulaşıldı. Ancak burada aklınıza bildiğimiz insan ve hayvan iskeletleri gelmesin. Laboratuvar ortamında yapılan analizler sonucu saptanmış ufak
1
Prof. Dr. Erksin Gülgeç, “Anadolu’nun Yüz Milyon Yılı”,
2
D.V. Ager & O. Monod. “Güney Anadolu’daki Yeni Ön Mesozoyik Brakiyopodlar”,
3
F.S. Alpaslan, “Anadolu Erken Pliyosen Küçük Memeli Topluluğu: Paleontolojik ve Paleokolojik Anlamları”,
4
Prof. Dr. Erksin Gülgeç, “Anadolu’nun Yüz Milyon Yılı”,
5
Arkeolojik Eser Kataloğu, Şanlıurfa Müzesi, Oma Oma Medya ve Yayıncılık, Eylül 2021, İstanbul, s. 16.