Kalkan Denizi . Морган Райс
de fark etti. Yine de odada bir şeylerin değiştiğini, sanki bir şeylerin olması gerektiğinden farklı olduğunu sezmeye başladı. Hepsi biraz fazla gelmişti, sanki odadakilerin hepsi kendine hakim olma hissini yitirmişlerdi.
"Ona dokunma!" diyerek bağırdı biri aniden. "O benim!"
Sesinin tonu, karanlık ve tehlikeliydi, havayı keserek Godfrey'in dönüp bakmasına sebep oldu.
Salonun öte ucunda bir MacGil askeri, göğsünü dışarı çıkarıp McCloud'lardan biriyle tartışıyordu. McCloud uzanıp, MacGil'in kucağındaki kadını tutmuş, bir kolunu beline sararak geriye doğru çekmişti.
"Senindi. Artık benim! Git başkasını bul !"
MacGil'in ifadesi karardı ve kılıcını çekti. Odayı delen keskin ses duyulduğunda herkes dönüp oraya baktı.
"O benim dedim!" diye bağırdı.
Suratı kırmızı, saçları terden dolaşmıştı, bu ölümcül tonla dikkat kesilen tüm oda izlemeye koyuldu.
Her şey aniden durdu ve oda sessizliğe gömüldü, salonun her iki tarafında adamlar donmuş bu sahneyi izliyorlardı. Şişman, iri yarı McCloud, yüzünü ekşitip kadını aldı ve kaba bir hareketle yana savurdu. Kadın kalabalığa doğru uçtu, tökezledi ve düştü.
Kadın, McCloud'un umrunda değildi, tek isteğinin kadından ziyade kan akıtmak olduğu artık hepsi tarafından açıkça anlaşılıyordu.
McCloud da kendi kılıcını çekerek karşılık verdi.
"Onun hayatına karşılık seninki!" dedi McCloud.
Etraftaki askerler geri çekilerek, dövüşmeleri için küçük bir alan açtılar. Godfrey herkesin gerildiğini görebiliyordu. Herkesi içine alan bir savaşa dönmeden önce bunu durdurması gerektiğini biliyordu.
Godfrey masanın üstüne zıpladı, maşrapa biraları kaydırıp, salon boyunca koşturdu ve dövüş alanının ortasına geldi. İki avucunu ikisinin göğsünde tutarak onları birbirlerinden ayrı tuttu.
"Adamlarım!" diye bağırdı, kelimeleri kayıyordu. Odaklanmaya ve zihnini açmaya çalıştı, çok samimi biçimde şu anki kadar sarhoş olduğundan dolayı pişman olmuştu.
"Burada hepimiz aynıyız!" diye bağırdı. "Hepimiz tek bir halkız! Tek bir ordu! Dövüşmeye gerek yok. Tadına bakılacak yeterli sayıda kadın var! Hiç biriniz ciddi değilsiniz!"
Godfrey, MacGil'e döndü, adam orada dudak bükerek kılıcını tutuyordu.
"Özür dilerse kabul ederim," dedi MacGil.
McCloud, aklı karışmış halde orada dururken aniden ifadesi yumuşadı ve yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.
"O zaman özür dilerim!" dedi McCloud, sol elini uzatarak.
Godfrey yana çekildi, MacGil tedbirle yaklaştıktan sonra ikisi el sıkıştılar.
Bu esnada, McCloud aniden MacGil'in elini tutarak kendine doğru çekti, kılıcını havaya dikip adamı tam göğsünden bıçakladı.
"Özür dilerim," diye ekledi, "seni daha önce öldürmediğim için MacGil alçağı!"
MacGil cansız bedeniyle yere düştü, yere kan dökülüyordu.
Ölmüştü.
Godfrey şok içinde donakaldı. Askerlerden bir adam ötedeydi ve tüm bunların kendi suçu olduğunu düşünmeden edemiyordu. MacGil'i savunmasız kalmaya cesaret veren ve anlaşmalarına aracılık eden kendisiydi. Bu McCloud tarafından ihanete uğramış, tüm adamları önünde kandırılmıştı.
Godfrey düzgün düşünemiyordu, çok içmişti, aniden içinde bir şey oldu.
Tek bir hareketle, Godfrey eğilerek ölü MacGil'in kılıcını aldı, öne çıkarak, McCloud'u kalbinden şişledi.
McCloud, gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde ona bakıyordu, sonra kılıç hala göğsüne saplıyken yere cansız halde yıkılıverdi.
Godfrey, kanlı ellerine baktı, az önce ne yapmış olduğuna inanamıyordu. Hayatında ilk defa bir adamı bu kadar yakından öldürmüştü. İçinde böyle bir içgüdünün varlığından habersizdi.
Godfrey onu öldürmeyi planlamamıştı; bunu detaylı düşünmemişti bile. Sadece derinliklerinden bir tarafı üstün gelmiş ve adaletsizliğe karşı intikam talep etmişti.
Salonda aniden kargaşa başladı. Adamlar her taraftan bağırıp birbirlerine öfkeyle saldırıyorlardı. Kılıçlar çekilirken çıkan sesler odayı doldurdu ve Godfrey bir kılıç darbesi kafasına inmek üzereyken Akorth sayesinde aralarından çekildiğini hissetti.
Bir başka asker – Godfrey kim olduğunu veya nedenini hatırlamıyordu – onu tuttu ve biraların sıralı olduğu masaya fırlattı. Godfrey'in son hatırladığı ahşap masada boydan boya kaydığı, her bir bira maşrapasına kafasını çarparak yere düştüğü oldu. Burası hariç başka her yerde olmak kabulüydü.
ALTINCI BÖLÜM
Hizmetliler kapıları açınca Gwendolyn, tekerlekli sandalyede, kollarında Guwayne'i tutarak, kendini hazırladı. Thor onu annesinin hasta yatağına doğru itti. Kraliçe'nin muhafızları içeri girerlerken selama durdular. Gwen karanlık odaya girdiklerinde bebeğini daha sıkı tuttu. Oda sessizdi, boğucu ve havasızdı. Duvarlarda titrek meşale ışıkları vardı. Havadaki ölümü hissediyordu.
Guwayne diye düşündü. Guwayne, Guwayne.
Bu ismi zihninin içinde söyledi, kendi kendine tekrar etti, ölüm döşeğindeki annesi dışında her hangi bir şeye odaklanmaya çalışıyordu. Bunu düşünürken isim onu rahatlıyor, sıcaklıkla dolduruyordu. Guwayne. Mucize çocuk. Bu bebeği ifade edebileceğinden çok seviyordu.
Gwen, annesi ölmeden bebeğini görmesini istedi. Annesinin onunla gurur duymasını, onun hayır duasını almak istedi. Kabul etmeliydi. Sıkıntılı geçmişlerine rağmen, Gwen, annesi ölmeden önce aralarında barış ve uzlaşı istiyordu. Şu an çok hassas bir durumdaydı ve annesiyle kısa süredir daha yakın hissettiği gerçeği aklını daha çok kaybetmesine neden oluyordu.
Kapılar arkasından kapanırken kalbinin sıkıştığını hissetti. Odaya baktı ve annesinin yanında duran onlarca hizmetliyi gördü. Eski muhafızlardan hatırladığı, eskiden babasının emrinde olan insanlardı. Oda insan kaynıyordu. Bu bir ölüm seyriydi. Annesinin yanı başında elbette, sonuna kadar vefakar hizmetlisi Hafold duruyor, hayatı boyunca yaptığı gibi kimseyi yanına yaklaştırmadan onu koruyordu.
Thor, Gwendolyn'i annesinin yanına doğru iterken, Gwen kalkıp annesine eğilerek onu kucaklamak istedi. Fakat vücudu hala ağrıyordu, bu haliyle kıpırdayamıyordu.
Bunun yerine, tek eliyle uzandı ve annesinin bileğini tuttu. Teni soğuktu.
Orada baygın yatan annesi o sırada tek gözünü yavaşça açtı. Şaşırmış ve Gwen'i gördüğü için memnun olmuştu. Gayret ederek iki gözünü birden araladı ve konuşmak için ağzını açtı.
Kelimeleri sıralamaya çalıştı ama sadece bir nefes gibi çıktılar. Gwen onu anlayamadı.
Annesi boğazını temizledi ve Hafold'a eliyle işaret etti.
Hafold hemen eğildi ve kulağını Kraliçe'nin ağzına götürdü.
"Evet, leydim?" diye sordu Hafold.
“"Herkesi dışarı çıkart. Kızımla ve Thorgrin'le yalnız kalmak istiyorum."
Hafold, Gwen'e kısa bir bakış attı, içerleyerek cevap verdi, "Nasıl isterseniz, leydim." dedi.
Hafold herkesi hemen toparladı ve kapıya kadar geçirdi, sonra