Kahramanların Görevi . Морган Райс
veya halihazırda unvan sahibi bir savaşçı olması gerekirdi.
Fakat Askerlin Günü’nde durum biraz daha farklıydı. Birkaç yılda bir yaşanan bu nadir olay, Lejyon mensuplarının sayısında bir düşüş yaşandığı zaman, kralın adamlarının yeni katılımcılar için tüm ülkeyi araştırmasıyla gerçekleşirdi. Halktan seçilen az miktardaki kişiden çok daha azının Lejyon’a girebileceğini, herkesçe bilinen bir gerçekti.
Ufku izleyen Thor, bir hareketlilik görebilmeyi umuyordu. Gümüşlerin, köylerine uzanan tek yol olan bu noktadan gelmek zorunda olduklarını biliyor ve onları gören ilk kişi olmayı umuyordu. Etrafındaki koyun sürüsü ise Thor’a isyan ediyor, onları otlakların daha lezzetli olduğu dağın aşağısına indirmesi için hep beraber homurdanıyorlardı. Dikkatinin dağılmasını istemeyen Thor, hayvanlardan çıkan ses ve kokuları umursamamaya çalışıyordu.
Yıllarca sürülerle ilgilenip, babasının ve ağabeylerinin uşaklığını yapmasını dayanılabilir hale getiren tek şey, bir gün buradan ayrılacağına dair beslediği umuttu. Bir gün, Gümüşler geldiğinde, onu küçümseyen herkesi şaşırtacak ve seçilecekti. Hızlı bir hareketle Gümüşlere ait at arabasına atlayarak, her şeye veda edecekti.
Onu hiçbir zaman ciddiye almayan babası ise tabii ki onu ne Lejyon ne de herhangi bir iş için aday olarak görmüyordu. Babası tüm sevgisini ve ilgisini ağabeylerine ayırmıştı. En büyükleri on dokuz yaşında olan kardeşlerin diğerleri on sekiz ve on yedi yaşında idiler. Bu durum sadece on dört yaşında olan Thor için oldukça zorlayıcıydı. Ya yaşça birbirilerine yakın oldukları ya da Thor ile hiçbir ortak noktaları olmadığı için her zaman beraber takılan bu üç kardeş, çoğu zaman Thor’un varlığından haberdar değillermiş gibi gözükürlerdi.
İşleri daha kötü bir hale sokan ise ağabeylerinin ondan daha uzun ve güçlü olmalarıydı. Kendisinin de çok kısa olmadığının farkında olan Thor’un kaslı bacakları, ağabeylerinin devasa gövdeleri karşısında titrerdi. Babası ise bu durumu düzeltmek bir yana, sanki bundan hoşlanıyormuş gibi görünürdü. Ağabeyleri dövüş eğitimi alırken, o koyunlarla ilgilenmesi veya kılıçları bilemesi için yollanırdı. Bundan sesli olarak bahsedilmese bile, herkes Thor’un hayatının sonuna kadar burada kalıp, büyük işler başaran ağabeylerini izlemek zorunda kalacağını bilirdi. Eğer her şey babasının ve ağabeylerinin dilediğince gerçekleşirse, Thor’un kaderi ailesinin ihtiyaçları için bu köyde unutulup gitmekten başka bir şey olmayacaktı.
İşin garip tarafı ise Thor, ağabeylerinin nedense ondan korktuğunu, hatta nefret ettiklerini hissediyordu. Bu durum, ona attıkları tüm bakışlarda, yaptıkları tüm hareketlerde belli oluyordu. Nedenini bilmese bile, ağabeylerinde kıskançlık veya tedirginlik gibi bir his uyandırdığını fark etmişti. Belki bunun sebebinin onlardan daha farklı olması, onlar gibi hareket etmeyip, konuşmamasından kaynaklanıyor olabileceğini düşünmüştü. Thor onlar gibi bile giyinmezdi. Babası en güzel giyecekleri (mor ve kızıl cüppeler) ve en gösterişli kılıçları ağabeyleri için ayırırken, Thor ise sadece en ucuzundan paçavraları giyerdi.
Buna rağmen Thor, elindekilerle yapabileceğinin en iyisini yapmaktan geri durmadı. Üzerine oturmayan cübbesinin etrafına bir kuşak sararak, onu giyilebilir hale getirdi. Yaz da gelmiş olduğuna göre artık cübbesinin kollarını kısaltarak, hafifçe esen rüzgarların yapılı kollarını serinletmesine izin verebilirdi. Sahip olduğu tek pantolon kalitesiz keten kumaşından yapılmıştı ve ayaklarına geçirdiği en ucuz deriden imal edilmiş botların bağcıkları, kavalkemiğinin ardında birleşiyordu. Yani kısacası, tam bir çoban gibi giyiniyordu.
Fakat fiziksel özellikleri açısından hiç de bir çobana benzer hali yoktu. Thor, uzun ve hayli çevikti. Heybetli ve asil görünümlü çenesi, yüksek elmacık kemikleri, gri renkteki gözleri ile yanlış işe verilmiş bir savaşçıya benziyordu. Dalgalar halinde kulaklarının hizasına inen düz ve kahverengi saçları, ışıkta parıldayan gözleriyle birleşiyordu.
Thor, bugün ağabeylerinin geç saate kadar uyumasına izin verileceğini, doyurucu bir yemeğin ardından ise en iyi silahlarla donatılarak ve babalarının desteğiyle seçmelere gönderileceklerini biliyordu. Ona ise izlemesi için bile izin verilmeyecekti. Bir kere babasıyla bunun hakkında konuşmaya çalışmıştı. Babası konuyu kesin bir şekilde kapattığı için, bir daha onunla böyle bir tartışmaya girmemişti. Ancak bu durumu hiç de adil bulmuyordu.
Fakat Thor babasının onun için belirlediği yazgıya karşı çıkmakta kararlıydı. Kraliyet kafilesini görür görmez hızla eve doğru koşup, babasıyla yüzleşecek ve onun cevabı ne olursa olsun, kendini Kral’ın Adamlarına tanıtacak ve diğerleriyle beraber mücadele edecekti. Babasının onu durdurabilmesine imkan yoktu. Bunu düşünmek bile midesinde düğümlenmeye benzer bir his uyandırıyordu.
İlk güneş artık epeyce yükselmiş, yeni doğmaya başlayan ikinci güneş ise, mor gökyüzünün üzerine nane yeşili bir katman ekliyordu. İşte tam o an Thor, ufukta beliren kafileyi tespit etti.
Dimdik ayakları üzerine doğrulmuştu ve tüyleri diken dikendi. Ufukta silik şekilde görünen at arabalarının kaldırdığı tozlar, etrafa yayılıyorlardı. Seçebildiği her yeni at arabasıyla beraber, kalbi daha da hızlı atmaya başlıyordu. Bu mesafeden bile altın renkli at arabalarının güneşlerin altında parlayışını görebilmek mümkündü, tıpkı sudan fırlayan bir gümüş balığı gibi.
Tamı tamına on iki araba saydıktan sonra artık daha fazla dayanamayacağını fark etti. Göğsünde güm güm atan kalbiyle, hayatında ilk defa sürüsünü unutarak, düşe kalka tepeden aşağı inmeye başladı. Kendini onlara gösterene kadar durmak niyetinde değildi.
Var gücüyle tepeden aşağı inerken, ne soluklanmak için duruyor ne de vücudunu çizikler içinde bırakan dalları umursuyordu. Bir açıklığa vardığı zaman durup, önünde uzanan köyüne baktı. Bu sessiz sakin köyünün içi, çatıları sazdan, duvarları kille sıvanmış evlerle doluydu. Bu evlerin içinde ise en fazla birkaç düzine aile yaşardı. Bacalardan çıkan dumanı gören Thor, herkesin çoktan uyanmış olduğunu ve kahvaltılarını hazırladıklarını anladı. Kraliyet Sarayı’ndan bir günlük mesafede olan bu huzur dolu köyün amacı, olası tehlikeleri önceden tespit edebilmekti. Tıpkı Halka’ nın sınırlarında yer alıp, tarımla uğraşan diğer köyler gibi, burası da Batı Krallığı’nın çarkındaki dişlilerden sadece biriydi.
Tozu dumana katarak koşan Thor, köy meydanına uzanan son açıklığı da hızla geçti. Thor’u gören tavuk ve köpekler, dehşetle önünden çekildiler. İçinde su kaynayan bir kazanın yanına çökmüş yaşlı bir kadın da Thor’un ardından seslendi.
“Yavaşla evlat!” diye bağıran kadın, kazanını ısıtan ateşi, Thor’un kaldırdığı tozdan korumaya çalışıyordu.
Fakat Thor ne bu yaşlı kadın ne de herhangi biri için yavaşlamak niyetinde değildi. Çok iyi bildiği sokaklarda, bir o sokağa bir bu sokağa girerek, hızla evinin yolunu tuttu.
Bu evin köydeki diğer evlerden pek de farkı yoktu. Gene onlar gibi kilden duvarları, sazlarla örtülü bir çatısı vardı. Ortadan ayrılan evin tek odasının bir tarafında babası, diğer tarafında üç ağabeyi uyuyordu. Köydeki diğer evlerde rastlanmayan, yapıya bitişik haldeki tavuk kümesi ise Thor’un uyusun diye yollandığı kısımdı. İlk başlarda ağabeyleriyle beraber yatan Thor, onların zamanla büyüyüp, kabalaşması ve babalarının gözünde daha özel bir yere gelmeleriyle beraber, buradan istenmediğini anlamıştı. İlk başta buna bozulan Thor, zamanla kendine ayrılan kısımdan memnuniyet duymaya ve hatta ağabeylerinden uzak olduğu için keyif almaya bile başlamıştı. Zaten evin istenmeyen kişisi olduğunu düşünen Thor, kümese yollanmasıyla beraber artık