Arena İki . Морган Райс
Hemen botun ön tarafına geçerek şişeyi kaptığım gibi Rose'un yanına koşuyorum.
“İç bunu!” diyorum.
Rose, acı içinde bağırarak ağlamaya devam ediyor; dediğimi anlamıyor bile…
Şişeyi ağzına sokup içmesini sağlıyorum. Neredeyse boğulacak gibi oluyor. Birazını döküyor ama çok az da olsa içiyor.
“Lütfen, Rose. İç! Sana yardımı olacak!”
Tekrar şişeyi ağzına dayıyorum. İnleye inleye bir iki yudum daha içiyor. Küçük bir çocuğa alkol içirdiğim için kendimi kötü hissediyorum ama acısını hafifletmek için başka çarem yok. İşe yaramasını umut ediyorum.
“İlaç buldum!” diye bir ses geliyor.
Dönüp baktığımda Ben'i görüyorum. İlk kez bu kadar canlı bir ifadeyle yanımızda duruyor. Saldırı, Rose'a olanlar onu kendine getirmiş olmalı. Belki de nöbet başında uyuyakalmış olmanın verdiği suçluluk duygusu… Elinde bir kutu ilaçla öylece yanımızda duruyor.
Kutuyu alıp hemen kontrol ediyorum.
“Pantolonun cebinde buldum.” diyor Ben. “Ne olduğunu bilmiyorum.”
Hemen ismini okuyorum: Ambien. Uyku hapları… Köle avcıları, uyuyabilmek için bunu kullanıyor olmalı. İşin ironik tarafı ise başkalarını gece boyu ayık tutarken kendilerinin uyumak için bu hapları alıyor olmaları. Ama bu Rose için tam da ihtiyacımız olan şey!
Kaç tane vermem gerektiğini bilmiyorum ama hemen onu sakinleştirmem lazım. Rose'a kolay yutabilsin diye şampanyayla birlikte 2 tane hap veriyorum. Geri kalan hapları kaybolmasın diye cebime koyuyorum ve Rose'u gözetimim altına alıyorum.
Dakikalar içinde, alkol ve haplar etkisini göstermeye başlıyor. Yavaş yavaş feryatları ağlamaya ve ardından, ağlaması iniltiye dönüşüyor. Yaklaşık 20 dakika sonra gözleri ağırlaşıyor ve kollarımın arasında uyuyakalıyor.
Uyuduğundan emin olmak için 10 dakika daha bekliyor ve sonra, Bree'ye bakıyorum.
“Onu sen tutabilir misin?” diye soruyorum.
Bree hiç tereddüt etmeden yanıma geliyor. Ben yavaşça kalkıyorum ve Rose'u dikkatlice Bree'nin kollarına yatırıyorum.
Bacaklarım tamamen uyuşmuş durumda. Botun ön tarafına, Logan'ın yanına gidiyorum. Nehir boyunca hızla yol almaya devam ediyoruz. Hava iyice aydınlanıyor ve suya baktığımda gördüklerim hiç hoşuma gitmiyor.
Sabahın ayazıyla Hudson Nehri'nin sularında küçük buz kütleleri oluşmaya başlıyor. Bota çarpışlarını duyabiliyorum. Bu, ihtiyacımız olan en son şeydi…
Ama bu kütleler aklıma bir fikir getiriyor. Bottan aşağı doğru uzanıyorum. Nehrin suları yüzüme çarpıyor. Ellerimi buz gibi olan nehir suyuna sokuyorum. Suya dokunmak bile acı veriyor ama botumuz yol alırken elimi suya daha da daldırıp küçük bir buz kütlesi yakalamaya çalışıyorum. Çok hızlı gittiğimiz için bu biraz zor oluyor. Sürekli, tam tutacakken elimden kaçırıyorum.
Nihayet, yaklaşık bir dakika sonra bir tane yakalıyorum. Elimi sudan çıkarıyorum. Elim soğuktan titriyor. Buz kütlesini hemen götürüp Bree'ye veriyorum.
Yüzünde şaşkın bir ifadeyle buz kütlesini alıyor.
“Tut bunu!” diyorum.
Rose'un kolundan çıkardığım kanlı bezi alıp buzu buna sarıyorum ve Bree'ye veriyorum.
“Bunu, yarasının üzerinde tut.”
Acısını dindirmesini umut ediyorum. Belki şişmesini de önler.
Tekrardan tüm dikkatimi nehre veriyorum. Etrafı dikkatlice kolaçan ediyorum. Hava büyük ölçüde aydınlanmış durumda. Kuzeye doğru yol almaya devam ediyoruz. Köle avcılarından şimdiye kadar hiçbir iz olmaması beni rahatlatıyor. Esasında tüm bu sessizlik kötüye işaret. Bir yerlerde bizi mi bekliyorlar acaba?
Logan'ın yanına, yolcu koltuğuna geçiyorum ve yakıt deposu göstergesine bakıyorum. Çeyrek depodan daha az kalmış. Bu iyiye işaret değil.
“Belki de gitmişlerdir…” diye mırıldanıyorum. “Belki de bizi aramaktan vazgeçip geri dönmüşlerdir.”
“Çok fazla emin olma.” diyor.
Daha laf ağzımdayken, birdenbire, bir motor sesi duyuyorum. Kalbim duracakmış gibi oluyor. Bu sesi nerede olsa tanırım: onların motorunun sesi bu!
Botun arka tarafına dönüp ufka bakıyorum, oradalar, yaklaşık 1 kiometre uzağımızdalar. Hızla bize doğru geliyorlar. Onların gelişini izlerken kendimi çok çaresiz hissediyorum. Cephanemiz neredeyse tükenmiş durumda. Onların ise tonlarca silah ve mühimmatı var. Üstelik sayıca da bizden fazlalar. Onlarla yüzleşirsek, en ufak bir kazanma şansımız yok. Aramızdaki mesafede iyiden iyiye kapanıyor, kaçma ihtimalimiz ise hiç yok. Yeniden bir yere saklanmayı da deneyemeyiz.
Onlarla karşılaşmaktan başka seçeneğimiz kalmıyor ve bu bizim için mağlubiyet karşılaşması olacak. Sanki, ufuktan hızla ölüm fermanımız yaklaşıyor gibi…
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.