Arena İki . Морган Райс
çalıştırarak ikindi vakti aydınlığında harap kulübeden dışarı çıkıyoruz. Önce tekerler karlı zemine takılıyor ama biraz daha gaza yüklenince yol almaya başlıyoruz.
Yalın tekerler üzerinde ilerledikçe her seferinde sarsılıyoruz. Ama durmaksızın ilerlemeye devam ediyoruz. Zira, o an aklımda olan tek şey ilerlemek…
Çok geçmeden, küçük bir kasaba yoluna çıkıyoruz. Gün içinde karın erimiş olması beni çok mutlu ediyor yoksa asla başaramayız.
Nihayet iyi bir hıza ulaşmaya başlıyoruz. Kamyonet beni gerçekten şaşırtıyor, çalıştıkça iyice kendine geliyor. 23 numaralı yoldan batıya doğru giderken hızımız neredeyse 40 kilometreye ulaşıyor. Gaza basmaya devam ediyorum. Ta ki, bir çukura denk gelinceye kadar… Pişman oluyorum. Hepimiz başımızı çarparak inliyoruz. Karlı zemindeki çukurları görmek neredeyse imkansız. Ben ise bu yolların ne denli kötü olduğunu unutmuşum.
Bir zamanlar evime gittiğim bu yoldan tekrar geçiyor olmak gerçekten tüyler ürpertici. Eskiden köle avcılarını takip ettiğim bu yolda ilerledikçe, bir anda eski anılar geçiveriyor gözlerimin önünden. Motosikletimle bu yoldan hızla inip ölümle burun buruna geldiğim o anı anımsıyorum ve hemen bu düşünceden kurtulmaya çalışıyorum.
Az daha ilerleyince, yola devrilmiş, üstü tamamen karla kaplı bir ağaç çıkıyor karşımıza. Hemen, bizi koruyan bazı isimsiz yardımseverlerin, köle avcılarının yolunu kesmek için devirdikleri ve benim yoluma düşen o ağaç olduğunu fark ediyorum. Elimde olmadan, acaba hala ormanın derinliklerinde yaşayan belki de hali hazırda bizi gözetlemekte olan kişilerin olup olmadığını merak ediyorum. Ormanlığı iyice tarayarak etrafa şöyle bir bakınıyorum. Ama hiçbir ize rastlamıyorum.
Hala yeterince zamanımız var ve neyse ki her şey yolunda gidiyor. Bu duruma inanmak biraz güç. Her şey sanki çok kolay oluyor. Yakıt göstergesine bakıyorum, çok fazla kullanmamışız. Hoş, göstergenin ne denli doğru olduğunu bilmiyorum. Bir an, gidip dönmemiz için yakıtımızın yeterli olup olmayacağını merak ediyorum. Acaba bu koyulduğumuz iş, aptalca bir fikir miydi diye düşünmeden edemiyorum.
Nihayet, bizi dağın yukarısına, babamın evine götürecek olan dar ve rüzgarlı ana yola çıkıyoruz. Dağ yolunu döndükçe ve sağ tarafımdaki dik uçurumların kıyısından geçtikçe gerginliğim iyice artıyor. Dışarı baktığımda gördüğüm, Catskill'i çevreleyen sıra dağların inanılmaz güzellikteki manzarasından gözümü alamıyorum. Ama uçurumlar çok dik ve burada kar daha kalın. Yanlış bir manevrada, yanlış bir patinajda tüm bu kar yığınının çığ halinde aşağı ineceğinin farkındayım.
Kamyonetin, tüm bunlara rağmen sorun çıkarmaması beni şaşırtıyor. Buldok misali ilerlemeye devam ediyor. Çok geçmeden, en kötü kısmı aşmayı başarıyoruz ve bir dönemeci de geçince birden eski evimizi görüyorum ileride.
“Bak! Babamızın evi!” diye bağırıyor Bree heyecan içinde.
Ben de evimizi gördüğüm için çok mutluyum. Nihayet geldik ve hala yeterince zamanımız var.
“Gördün mü?” diyorum Logan'a. “Çok da kötü değilmiş.”
Logan hâlâ gergin görünüyor; yüzü belirgin bir gerginlik içinde ağaçlıklara bakıyor.
“Buraya kadar gelmeyi başardık.” diye homurdanıyor. “Ama henüz geri dönmedik.”
Her zamanki gibi… Hatalı olduğunu asla kabul etmez.
Kamyoneti eski evimizin önüne çektiğimde yerde köle avcılarının izlerinin olduğunu görüyorum. Eski günler geliveriyor birden aklıma. Bree'yi ele geçirdiklerinde yaşadığım o dehşet… Yanına giderek elimi omuzuna uzatıyorum ve onu sıkıca kavrıyorum. Bir daha asla onu gözümün önünden ayırmamaya kararlıyım.
Kontağı kapatıyorum ve hep birlikte arabadan inerek hızlı adımlarla eve doğru ilerliyoruz.
“Dağınıklığı için kusura bakma artık.” diyorum Logan'a kapıyı açmak için öne geçerek. “Misafir beklemiyordum.”
Normalin aksine gülümsüyor.
“Ha ha!” diyor düz bir şekilde. “Ayakkabılarımı da çıkarayım mı?”
Mizahi bir karşılık… Bu, beni şaşırtıyor.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde yüzümdeki tebessüm aniden kayboluveriyor. Önümdeki manzara karşısında kalbim duracak gibi oluyor. Sasha, etrafa yayılan kurumuş kanı ve cansız bedeni donmuş bir şekilde orada öylece yatıyor. Birkaç adım ilerisinde Sasha'nın öldürdüğü köle avcısının yere serilmiş donuk cesedi var.
Bir üzerimdeki cekete baktım—bir de onun ceketine—bir elbiselerime baktım—bir de onunkilere—bir kendi botlarıma baktım—bir de onun botlarına—ve kendimi bir garip hissettim. Sanki onun yürüyen ikizi gibiyim.
Logan da bunu fark etmiş olacak ki bana bakarak:
“Donunu da almadın değil mi?” diye soruyor.
Şöyle bir yere bakıyorum ve almadığımı hatırlıyorum. Bunu yapmam fazla olurdu.
Başımı sallıyorum.
“Aptal…” diyor.
O söyleyince, haklı olduğunu fark ediyorum. Eski pantolonum ıslak ve soğuk. Üzerime yapışıyor. Hem kendim için olmasa bile Ben'in işine yarayabilir. Bunları görmezden gelmek yazık olur. Neticede, gayet güzel kıyafetler…
O anda, boğuk bir ağlama sesi duyuyorum ve dönüp baktığımda Sasha'nın başında duran Bree'yi görüyorum. Yere çömüş, eski köpeğine bakarken onun yüzünü öylesine acı içinde görmek yüreğimi parçalıyor.
Yanına giderek ona sarılıyorum.
“Tamam, Bree…” diyorum. “Ona daha fazla bakma.”
Alnından öperek başını başka yöne çevirmeye çalışıyorum ama şaşırtıcı bir güçle beni itiyor.
“Hayır!” diye bağırıyor.
İlerleyerek dizleri üzerine çöküyor ve yerde yatmakta olan Sasha'yı kucaklıyor. Kollarını, boynuna doluyor ve onu kendine doğru çekerek başından öpüyor.
Logan ile birbirimize bakıyoruz. İkimiz de ne yapacağımızı bilemiyoruz.
“Zamanımız yok.” diyor Logan. “Onu bırakıp işe koyulmamız gerekiyor.”
Ben de yanına çökerek Sasha'nın başını okşuyorum.
“Her şey iyi olacak, Bree. Sasha şimdi daha güzel bir yerde. Şimdi daha mutlu. Duyuyor musun beni?”
Gözlerinden yaşlar süzülüyor. Doğrularak derin bir nefes alıyor ve elinin tersi ile göz yaşlarını siliyor.
“Onu bu şekilde bırakamayız.” diyor. “Onu gömmemiz gerek.”
“Gömeceğiz.” diyorum.
“Yapamayız.” diyor Logan. “Toprak tamamen donmuş durumda.”
Ayağa kalkıp şimdiye kadar hiç olmadığı kadar büyük bir sinirle Logan'a bakıyorum. Sinirli oluşum, özellikle haklı olduğunu bilmemden. Bunu düşünmem gerekirdi.
“Peki, ne yapmamızı önerirsin?” diye soruyorum.
“Bu, benim sorunum değil. Ben dışarıyı kolluyor olacağım.”
Logan arkasını dönerek dışarı çıkıyor ve arkasından dış kapıyı çarpıyor.
Bree'ye bakıyorum; hemen bir şeyler düşünmeye çalışıyorum.
“Haklı…” diyorum. “Onu gömmek için zamanımız