Kayıp İtfaiye Arabası. Пер Валё
neler, diye düşündü Kollberg, bezgince iç geçirerek. Bir sandalyede kamburunu çıkarmış, şişko ve çuval gibi oturuyordu, dirsekleri çalışma masasındaydı.
“O hâlde ne olduğunu bilmediğimiz garip bir konumdayız yine?” dedi Hammar ciddi bir şekilde.
“Hiç garip değil,” dedi Kollberg. “Şahsen benim ne olduğundan haberim bile yok.”
Hammar ona eleştirir gibi bakıp şöyle dedi:
“Yani yangın kundaklama mıydı, değil miydi bilmiyoruz.”
“Neden kundaklama olsun ki?” diye sordu Kollberg.
“İyimser işte,” dedi Martin Beck.
“Tabii ki bal gibi kundaklamaydı,” dedi Gunvald Larsson. “Ev resmen gözümün önünde infilak etti.”
“Yani yangının, Malm denen adamın odasında başladığından eminsin?”
“Evet. Adım gibi.”
“Evi ne kadar süredir izliyordun?”
“Yaklaşık yarım saat. Şahsen. Ondan önce, o kalın kafalı Zachrisson oradaydı. Sorular da ahiret sorusuna döndü bu arada.”
Martin Beck sağ elinin baş ve işaret parmağıyla burun kemerini ovaladı. Sonra konuştu:
“O zaman zarfında kimsenin içeri girmediğinden veya dışarı çıkmadığından eminsin yani?”
“Evet, kalıbımı basarım. Ben oraya gitmeden önce neler oldu, bilmem. Zachrisson üç kişinin içeri girdiğini, kimsenin de çıkmadığını söyledi.”
“Buna güvenebilir miyiz?”
“Sanmıyorum. Adam olağan dışı bir gerzekliğe sahip gibi.”
“Bunda ciddi değilsin, değil mi?”
Gunvald Larsson kızarak baktı:
“Tüm bunların altından ne çıkacak ha? Ben orada dikilmişim ve zavallı evi alevler almış. On bir kişi içeride mahsur kalmış ve sekizini dışarı çıkarmışım.”
“Evet, fark ettim,” dedi Kollberg, gazeteye yandan bir bakış fırlatırken.
“Yani yangında sadece üç kişinin can verdiği yüzde yüz kesin mi?” diye sordu Hammar.
Martin Beck iç cebinden birtakım kâğıtlar çıkarıp inceledi. Sonra şöyle dedi:
“Öyle görünüyor. Malm denen şu adam, Malm’ın bir üst katında oturan Kenneth Roth denen diğeri ve tavan arasında odası olan Kristina Modig, daha on dört yaşındaydı.”
“Neden tavan arasında yaşıyordu?” diye sordu Ham-mar.
“Bilmiyorum,” dedi Martin Beck. “Öğrenmemiz gerek.”
“Daha öğrenmemiz gereken bir dolu başka şey var,” dedi Kollberg.
“Ölenler sırf bu üçü müydü, daha onu bile bilmiyoruz. Ayrıca, on bir kişi dediğimiz sayı bir tahminden ibaret, değil mi Bay Larsson?”
“O hâlde dışarı çıkabilenler kimlerdi?” dedi Hammar.
“İlk olarak şunu netleştirelim; dışarı çıkmadılar,” dedi Gunvald Larsson. “Ben onları dışarı çıkardım. Eğer ben tesadüfen orada dikiliyor olmasaydım, içlerinden biri bile kurtulamazdı. İkincisi, isimlerini bir yere yazmadım. O sırada başka işlerim vardı.”
Martin Beck, bandajlar içindeki iri adama bakarken düşünceliydi. Gunvald Larsson genelde kötü davranışlar sergilerdi ancak Hammar’a hakaret derecesinde çıkışmak ya megalomanidendi ya da beyin felci geçiriyordu. Hammar kaşlarını çattı.
Martin Beck belgeleri karıştırdı ve dikkatleri dağıtmak adına konuştu:
“En azından isimler burada önümde. Agnes ve Herman Söderberg. Evliler, altmış sekiz ve altmış yedi yaşındalar. Anna-Kajsa Modig ve iki çocuğu Kent ve Clary. Anne otuz yaşında, oğlan beş, kız da yedi aylık. Sonra iki kadın Clara Berggren ve Madeleine Olsen, on altı ve yirmi dört ve Max Karlsson adında bir herif. Kaç yaşında olduğunu bilmiyorum. Son üç kişi bu binada oturmuyormuş, misafirliğe gelmişler. Muhtemelen yangında ölen Kenneth Roth’un misafiriydiler.”
“Bu isimlerin hiçbiri bana bir şey ifade etmiyor,” dedi Hammar.
“Bana da,” dedi Martin Beck.
Kollberg omuz silkti.
“Roth hırsızdı,” dedi Gunvald Larsson. “Söderberg ayyaştı ve Anna-Kajsa Modig fahişeydi. Sizi daha mutlu edecekse durum böyle.”
Bir telefon çaldı ve Kollberg açtı. Önüne bir defter çekip cebinden pilot kalem çıkardı.
“Ah evet, sensin değil mi? Evet, başla.”
Diğerleri onu sessizce izlediler. Kollberg ahizeyi yerine koyup şöyle dedi:
“Rönn aradı. Son durum şu: Madeleine Olsen muhtemelen kurtulamayacak. Yüzde seksen yanık, ayrıca beyin sarsıntısı geçirmiş ve femur kemiğinde kırıklar varmış.”
“Vücudunun her yeri kızıl tüylüydü,” dedi Gunvald Larsson.
Kollberg ona pis pis bakıp devam etti:
“Söderberg adlı yaşlı adam ve karısı dumandan zehirlenmiş fakat şansları yüksek. Carla Berggren ve Anna-Kajsa Modig fiziksel anlamda yaralanmış ama ikisi de ciddi şok etkisinde, Karlsson da öyle. Hiçbiri sorguya çekilmeye uygun değil. Sadece iki çocuk son derece iyiymiş.”
“O hâlde sıradan bir yangın olabilir,” dedi Hammar.
“Saçmalamayın,” dedi Gunvald Larsson.
“Senin eve gidip yatman gerekmiyor mu?” dedi Martin Beck.
“İşine gelirdi, değil mi?”
On dakika sonra Rönn şahsen yanlarındaydı. Larsson’a hayret dolu gözlerle bakıp konuştu:
“Senin burada ne işin var?”
“Tabii ki bunu sormaya hakkın var,” dedi Gunvald Larsson.
Rönn sanki azarlar gibi diğerlerine baktı.
“Siz aklınızı mı kaçırdınız?” dedi. “Hadi gel, Gunvald, gidelim.”
Gunvald uslu uslu yerinden kalkıp kapıya doğru yürüdü.
“Bir dakika,” dedi Martin Beck. “Sadece bir sorum var. Göran Malm neden takip ediliyordu?”
“En ufak bir fikrim yok,” dedi Gunvald Larsson ve odadan çıktı.
Geriye şaşkınlık dolu bir sessizlik kaldı.
Birkaç dakika sonra Hammar anlaşılmaz bir şeyler homurdanıp odayı terk etti. Martin Beck oturdu, gazeteyi alıp okumaya başladı. Otuz saniye sonra, Kollberg aynısını yaptı. Bu şekilde, kasvetli bir sessizlik içinde oturdular, ta ki Rönn geri dönene kadar.
“Onu ne yaptın?” dedi Kollberg. “Hayvanat bahçesine mi götürdün?”
“Ne demek istiyorsun,” dedi Rönn, “onu ne yaptım? Kimi?”
“Bay Larsson’u,” dedi Kollberg.
“Gunvald’ı kastediyorsan, beyin sarsıntısı geçirdiğinden Güney Hastanesi’nde. Günlerce konuşması ya da okuması yasak. Peki bu kimin hatası?”
“Benim değil herhâlde,” dedi Kollberg.
“Evet, aynen öyle. Şeytan diyor ki yumruğu çak suratının ortasına.”
“Bana niye bağırıyorsun sen,” dedi Kollberg.
“Daha iyisini de yaparım da,” dedi Rönn. “Gunvald’a hep kötü davranıyorsun zaten. Ama hiç