Okuma sanatı. Damon Young
ve umut, dini kozmolojiye ve ahlaka seküler okuyucuya faydası olmayacak kadar bağlıdır. Kutsal erdemlerden biri olan tevazu sağlıklı bir gururun bir parçasıyken, yazıya dökülmüş namus ölçülülüğe benzer. (Yine de kitaplar söz konusu olduğunda çokeşliliği öneririm.) Pagan ve Hıristiyan listelerindeki gibi, bu liste de taraflı ve nevi şahsına münhasırdır ama keyfi değildir. Saygı duyduğum şeyi yansıtır.
Okuma Sanatı yazının doğası üzerine kafa yorar; ancak Derrida’nın, inatla Batı metafiziğini kazıp çıkaran Gramatoloji’sinden epey farklıdır. Benim ilgilendiğim şey varlığın tarihi değil, ne kadar üstü kapalı ya da dengesiz olsa da karakterdir. Bazı yorumların diğerlerinden daha iyi olduğunu savunurum ama bu benim kitabımın Augustine’in On Christian Teaching’indeki (Hıristiyan Öğretisi Üzerine) gibi bir rehber kitabı olduğu anlamına gelmez. Ansiklopedi tarzı uzmanlığı, kitapseverin dürüstlüğü adına terk etmişimdir. Bilincim bir ölçüde okuduğum ve okuduğumu nasıl yorumladığım sayesinde şekillenmiştir. Okuma konusunda maceraperest olsam da (kurmacadan süper kahraman edebiyatına, Heidegger’dan Heinlein’e her şeyi okurum) yazarın üslubu ve eserin türü hakkında kendime has önyargılarım vardır. Bazen bu önyargıların üstesinden gelir ve şüpheci kişiliğimi aşarım. Bazen kararlılığımı haklı çıkarırım. Olay burada kutsal bir yargı yaratmak değil, çoğunlukla hususi olan bu sanat dalına daha umumi bir yaklaşımda bulunmaktır.
Bu itiraf büyük önem taşır; çünkü Alasdair MacIntyre’ın da dediği gibi en iyi erdemler toplu halde geliştirilenlerdir. Eğer okumak iki özgürlüğün yüzleşmesiyse, iyi okumak bir üçüncüsünü gerektirir ve o da bana rakip ya da ilginç hayat izlenimleri veren diğer okuyuculardır.
Edebi eleştirinin bu kadar önemli olmasının sebebi kısmen budur. Eleştirmenler burnu havada eşik bekçileri, uyuşturulmuş bilgiçler ya da parazitler olarak karikatürize edilirler ve bazısı da bu kalıplara uyar. Ama en iyi eleştirmenler, okuma sanatını örneklendirenlerdir. Yalnızca eserlerin üzerine ışık tutmazlar. Aynı zamanda, bu eserlere ve onların yücelttiği hayatlara dair açıklayıcı ya da kafa karıştırıcı, yardımsever ya da kötü niyetli, meraklı ya da yeniliklere karşı kayıtsız önyargılarımızı açığa çıkarırlar. Amerikalı deneme yazarı H. L. Mencken’ın iddiasına göre eleştirmen bir katalizördür. İki kimyasal madde yerine eleştirmen, metin ve okur arasında işlev görür. “Sanat eseri ve sanatsever arasındaki tepkimeyi açığa çıkarmak onun görevidir,” diye yazmıştır Mencken. Bu bazı durumlarda doğrudur; eleştirmen eğitimsiz ya da kararsız okurun elinden tutar. Dönem, dil ya da anlayış açısından kafa karıştırıcı derecede farklı olan eserler daha tanıdık bir hal alır. Ancak eleştirmenler, daha bilgili ve kendinden emin okuyucularda da tam tersi bir etkiye sebep olabilir. Daha bilgili ve kendinden emin oldukları için bu tür okuyucular kibirlerini bir kenara bırakmalıdır. En iyi eleştirel çalışmalar, çantada keklik sandığımız bilgiler konusundaki duruşumuzu değiştirebilir ve felsefi katkılarda bulunabilir.
Profesyoneller bu işi tekellerine de alamazlar. Evet, iyi eleştirmenler ciddiyet ve oyun, ben ve sen, metin ve içerik arasındaki gergin ipte yürümeyi işleri haline getirirler ve bir yandan da manzaranın tadına varabilirler. Bunun sebebi de sözcüklere karşı temelde daha duyarlı ve akıllı bir yaklaşıma sahip olmalarıdır. Bu mesleği seçmelerinin (ya da bu meslek tarafından seçilmenin) en büyük sebebi de budur. Okuma sanatının tadını en az yazma sanatı kadar çıkarırlar. Daha iyi yeteneklere “dilbaz reveranslar” yapmayı bu kadar çok istemelerinin nedeni, eleştirmen Geordie Williamson’ın da dediği gibi, büyük oranda tadına vardıkları kişisel yeterliliklerinden kaynaklanır. Bu tatmin edici yetenekler dergilerle ve akademik seminerlerle de sınırlı değildir. Yorumların çatışması büyük kentlerdeki edebiyat festivallerinde ve banliyö kitap kulüplerinde, bir kafe sandalyesinde ya da evde bir yemek masasında da bulunur. Herkes eleştirmen değildir ama her okur, diğer insanların yanında eleştirmen kimliğine bürünebilir. Bunun sebebi yazarların eksiklerinin peşine düşmek değil, kendilerine göz kulak olmaktır.
Okuma Sanat sokulgan bir okuma pratiğidir. Özgürlüğün ve bu cesur konuşlanmanın ödüllerinin bir hatırlatıcısıdır. Bu sözü geçen özgürlüğe sahip olmak aynı zamanda benim kişisel ricamdır.
Merak
Sonsuz Kitaplık
Bu bölüm, ben doğmadan önce bile vardı.
İngilizcede yirmi altı harf ve bir avuç dolusu da noktalama işareti var. Bu boyutta bir eserde, kartları karmanın ancak belirli sayıda ihtimali vardır. Belki sayılması güç, ama sınırlı. Söylenen birçok şey saçmalıktan ibaret olsa da büyük kısmı okunaklı ve makul olacaktır. Bir kısmında tam da bu paragraf yazılı olacak, yalnızca onun bölüm ismi “sardalye” olacak, bazılarında “saçmalığın daniskası” sözcüğü haricinde her karakter “z” olacak, bir başkasında her on üç sözcükten biri “sinestro” olacak. Düzyazı ya da fikir açısından ne kadar yenilikçi olursam olayım, derin olan hiçbir şey icat edilemez. Ben yalnızca, görünüşte sonsuz olan bir katalogdan sembol kombinasyonları seçebilirim.
Edebiyatın muhteşem restoranında tüm yazılar alakarttır.
Arjantinli yazar Jorge Luis Borges, kısa hikâyesi Babil Kütüphanesi’nde bundan bahsetmiştir. Borges sonsuz bir kütüphaneyi tasvir etmiştir. Her oda birbirinin aynısıdır; hepsi altıgendir ve dört duvarı kitap raflarıyla çevrilidir. Her bir odanın duvarlarındaki raflarda dizili altı yüzün üzerinde kitap bulunmaktadır. Odalar sonsuzluğa uzanır. Bu kütüphanede nesiller doğar ve ölür. Çoğu, bir hücreden diğerine süzülerek “tüm kitapların bilgisini içeren kitap”ı arar. Bu kitap tüm dünyaya rehberlik edebilecek güçtedir. Bazı sakinler ziyadesiyle mutludur; çünkü burada dünyayı fevkalade biçimde tasvir eden ve yaşamlarını da dürüstlükle açıklayan mükemmel bilim ve kehanet kitapları olmalıdır. Bir kısmı melankolik ya da delidir: Sonsuz sayfalarda banallik ya da saçmalık dışında bir şey bulma ihtimali nedir ki? Anlatıcı yorgundur ve içinde çok az umut kalmıştır. “Sanıyorum ki intiharlardan daha önce bahsetmiştim,” diye yazar, “son yıllarda daha çok ve sık hale geldiler.” İnsanlığın soyunun yakında tükeneceğine ancak kütüphanenin varlığını “ışıl ışıl, bir başına, sonsuz ve harikulade biçimde hareketsiz” şekilde devam ettireceğine inanmaktadır.
Borges’inki sonsuzluğa tüyler ürpertici bir bakıştır ve kütüphane kataloglarıyla alay eder: Dewey ondalık sisteminden3 deliliğe. Aynı zamanda yazarın üstünlüğüne de burnunu sokar, her büyük şaheser gibi bu da ana planın bir kopyasıdır. Aslında Borges’in hikâyesi bile eski bir fikrin yeni versiyonudur. The Total Library’de bahsettiği üzere, temel konsept en az iki bin yıldır ortadadır. Aristoteles bu fikre bir selam göndermiş, Cicero ise ana sınırlarını çizmiştir. Blaise Pascal’dan, Thomas Huxley’ye ve Lewis Carroll’a kadar birçok yazar da bu fikir yanlısı ve karşıtı argümanlar oluşturmuşlardır. Yani Babil sert bir düzyazıda, antik bir tekrar anlayışında kendini basitçe yineler. Aynı imge Borges’in çocukluğunda ve kurgusunda da belirmiştir: çoğalma korkusu. “Aynalar ve ölçüler felaket sebebidir, çünkü insan sayısını artırırlar,” diye yazmıştır Tlön, Uqbar, Orbis Tertius’ta. Genel tablo Borges’in “ikincil korku” dediği şeydir: Enderliğini mağlup edecek kadar güzel, zamansız bir absürtlüğe sahip bir evren. Merkezinde ise sözcükler vardır.
Cennet
Tüm bu korkuya rağmen Borges olağanüstü derecede kitapseverdir. “Cenneti her zaman bir çeşit kütüphane gibi hayal etmişimdir,” diye yazar Körlük’te. Babasının
3
Ondalık sisteme dayalı kütüphane sınıflandırması. Bilgiler 10 ana sınıfta toplanır ve alt bölümler bu sisteme göre 10, 100, 1000 şeklinde hiyerarşik olarak dallara ayrılır. (e.n.)