Rus masalları. William Ralston Shedden Ralston
ben o türden elbiseleri nasıl yapayım? Ben sıradan halk için giysi dikiyorum,” dedi ustası.
“Haydi usta! Dediğimi yap, gerisini bana bırak,” dedi Prens.
Terzi saraya gitti. Kral en azından bir kişinin bu işi üstlendiğini görünce çok sevindi ve adama dilediği kadar para verdi. Terzi her şeyi halledince eve döndü. Prens dedi ki:
“Şimdi Tanrı’ya dua et ve yatıp uyu. Yarın her şey hazır olacak.” Terzi, delikanlının tavsiyesini dinleyip yatağına yattı.
Gece yarısı olunca Prens uyanıp şehirden çıktı, tarlalara gitti. Burada kızların verdiği yumurtaları cebinden çıkarıp onlardan öğrendiği büyüyü kullanarak bunları üç saraya çevirdi. Bu sarayların her birine girip kızların giysilerini aldı. Ardından sarayları yeniden yumurtaya çevirdi ve evin yolunu tuttu. Sonra elbiseleri duvara asıp uyudu.
Sabah erken saatlerde ustası uyanınca bir de ne görsün! Ömründe görmediği türden altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü harika elbiseler asılıydı duvarda. Adamcağız bu işe çok sevindi, elbiseleri kaptığı gibi Kral’a götürdü. Prensesler, diğer dünyada giydikleri elbiseleri karşılarında görünce Prens İvan’ın bu dünyaya gelmiş olduğunu anladılar. Birbirleriyle bakıştılar ama durumu belli etmediler. Elbiseleri teslim eden terzi ise evine döndü fakat sevgili çırağı ortalıkta yoktu. Çünkü Prens ayakkabıcıya gitmiş ve onu da Kral’a göndermişti. Aynı şekilde havai fişekçileri de saraya yolladı. Hepsi delikanlıya şükranlarını sundu; onun sayesinde Kral tarafından mükâfatlandırılmışlardı. Prens, tüm bu işleri hallettiğinde prenseslerin tüm arzuları yerine getirilmişti. Elbiseleri, tıpkı diğer dünyada giydikleri türdendi. Ama kızlar durmadan ağlıyordu çünkü Prens hâlâ gelmemişti. Daha fazla direnmeleri mümkün değildi, evlendirilmek üzereydiler. Tam düğün için hazırlandıkları sırada en küçük kız Kral’a dedi ki:
“Babacığım, lütfen dilencilere sadaka vermeme müsaade edin.”
Kral izin verdi. Kız, her bir dilenciyi dikkatle inceliyordu. İçlerinden birine para vermek üzereyken diğer dünyada Prens’e verdiği yüzüğü fark etti, ablalarının verdiği yüzükler de dilencinin parmaklarındaydı. İşte Prens’i bulmuştu. Onu elinden tutup saraya götürdü ve Kral’a döndü:
“İşte, bizi yeraltından çıkaran oğlunuz burada. Ağabeyleri, onun hayatta olduğunu söylemekten men etti bizi. Aksi hâlde öldürmekle tehdit ettiler.”
Bu sözleri işiten Kral öfkeden deliye döndü ve iki oğlunu en ağır şekilde cezalandırdı. Sonra üç düğün yapıldı.
Bu masalın sonu biraz belirsiz. Varyantların çoğunda Prens, ağabeylerini affeder ve üç prensesten ikisiyle evlenmelerine izin verir. Ama bu versiyon, Prens’in hiç şüphesiz üç kızla birden evlendiği orijinal hikâyeye daha yakın gözükmektedir.
Kardeşlerin en küçüğü olan prensin maceraları pek çok hikâyenin ana temasıdır ki bunların bir kısmı da Norka masalının varyantlarıdır. Bu masallarda Prens ya yeraltı dünyasına indirilmiş ya da göklerdeki sihirli bir diyara gönderilmiştir. Prens, yeraltından yukarı çıkmak ya da tepelerden aşağı inmek üzereyken ağabeyleri neredeyse her defasında onu öldürmeye kalkar. Bir masalda ağabeyler, davranışlarını şu bahaneyle açıklar: Masalın baş kahramanı, yeraltında bir Yılan’ı öldürmüştür ve başını bir mızrakta taşımaktadır. Bu sırada ağabeyleri onu yukarı çekmeye başlamıştır. “Ağabeyleri, yılan başını görünce korkuya kapılıp Yılan’ın geldiğini sanmış ve İvan’ın tekrar çukura düşmesine neden olmuştur.” Ama bu bahane, hikâye anlatıcısının hayal gücünden kaynaklanıyor gibi gözükmektedir. Ağabeylerin kardeşliğe yaraşmayan bu davranışları bazı durumlarda şu şekilde açıklanabilir: Doğu masallarında kahraman genelde kralın en genç karısının oğludur. Dolayısıyla, yaşlı kraliçenin oğulları olan ağabeylerin, prensten nefret etmesi tamamen sebepsiz değildir. Ağabeyler, prensten kurtulmak için ellerinden geleni yaparlar. Mesela, Norka ile benzerlik gösteren Hint masallarından birinde kahramanın saraydaki başarısı “ağabeylerinin (şüphesiz üvey ağabeyleridir bunlar) kıskançlık ve haset duymasına sebep olmuş ve onu ortadan kaldırmak ümidiyle bir plan hazırlayana dek tatmin olmamışlardır.” Ayrıca biliyoruz ki “Israel, bütün çocukları içinde en çok Joseph’i sevmiştir,” çünkü o, “ihtiyarlık” döneminde kendisine bağışlanan çocuktur ve bunun sonucunda “ağabeyleri (farklı annelerden olma ağabeyleri), babalarının hepsinden çok onu sevdiğini görünce Joseph’ten nefret etmişlerdir.” Bu tür masallar Hıristiyan isimleriyle Batı dünyasına ulaştığında çokeşlilikle ilgili göndermeler sürekli olarak bastırılmış ve kardeşler ile anneleri farklı kardeşler arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Aynı şekilde orijinal masallarda rakibinin çocuklarına zulmeden yaşça daha büyük ve kıskanç kadının yerini, Hırıstiyanlığın etkisiyle, kocasının önceki evliliğinden olan çocuklarından nefret eden üvey anne almıştır.
Fakat iki ağabeyin davranışına mitolojik bir açıklama getirmek mümkündür. Profesör de Gubernatis’e göre, “Veda ilahilerinde üçüncü ve en becerikli kardeş Tritas, ağabeyleri tarafından zulüm görmüştür.” Bu ağabeyler, kardeşlerinin karanlık ülkesi, yani sarnıç ya da kuyudan beraberinde getirdiği güzel karısı ve bu kadının yeryüzüne taşıdığı ışık ve zenginlik nedeniyle kıskançlık krizine girerek kardeşlerini kuyuda bırakırlar.” Ayrıca Profesör de Gubarnatis, şu Hindu hikâyesinde aldığı efsane formuyla bu masalı karşılaştırır. “Üç kardeş, Eka-ta (birincisi), Dwita (ikinci) ve Trita (üçüncü) çölde ilerlemekteydi. Susuzluktan perişan hâle geldiler ve bir kuyu buldular. En küçük kardeş Trita, kuyudan su çekip ağabeylerine uzattı. Buna karşılık ağabeyleri, onu kuyuya itip eşyalarına el koydu, kuyunun üzerini bir araba tekeriyle kapayıp delikanlıyı kuyuda bıraktılar. Trita, bu müşkül durumdan onu kurtarmaları için tanrılara dua edip yalvardı ve onların ihsanıyla kuyudan kurtulmayı başardı.” Bu efsane, ağabeylerinin bir kuyuya ya da uçurumdan aşağıya attığı küçük kardeş hakkındaki halk masallarının çekirdeği olmuş olabilir.
Norka’nın üç kız kardeşinin, ağabeylerinin yıkımını istemesini açıklamak biraz daha zor gözükebilir. Tabii, bütün masalı mitolojik olarak sınıflandırırsak bu güçlüğü aşabiliriz ki Hint masallarındaki karşılıkları, hiç şüphesiz böyledir. Ama aynı masalın pek çok varyantlarında bu güçlük ortaya çıkmaz. Çoğu zaman bakır, gümüş ve altın diyarlarının prenseslerinin, kahramanın öldürmeye geldiği yılan ya da canavarla kan bağı yoktur. Örneğin, “Usuinya” masalında bu güzel kızlarla kralın bahçesinden altın elmaları çalan ve kralın en küçük oğlu İvan tarafından öldürülen “Usuinya Kuşu” arasında hiçbir akrabalık yoktur. Söz konusu canavar, kanatlı bir ejderhadır. “Bu Usuinya kuşu, on iki başlı bir yılandır,” der kızlardan biri. Tam o esnada upuzun kanatlarını çırpıp bıyıklarını yere değdiren (usui adını buradan alır) kuş çıkagelir17. Aynı hikâyenin bir başka koleksiyondaki versiyonunda Norka’nın rolünü beyaz bir kurt üstlenmiştir. İvan Suchenko masalında üç prensesi kaçıran üç yılan vardır. Zira yılan bu kaçırma işini çok sık yapmaktadır, bilhassa “Ölümsüz Koshchey” kılığına büründüğünde. Koshchey, ele aldığımız türdeki halk masallarında birçok korkunç kılığa bürünen, karanlık gücün vücut bulmuş hâllerinden yalnızca biridir. Bazen tamamen yılan şeklindedir, kimi zaman ise kısmen insan kısmen sürüngendir; ancak masalların bir kısmında insan şeklinde karşımıza çıkar. Kimi mitoloji uzmanlarına göre ismi, “kemik” anlamına gelen kost sözcüğünden gelir
17
Усы (usı), Rusça “bıyık” demektir. (ç.n.)