Üç Kalp. Джек Лондон
ve nazik hayvanlarsınız siz öyle.” diye karşılık verdi Francis, öfkesi ve tiksintisi giderek artıyordu. Yola çıkmadan önce bir dükkândan almış olduğu ve ışıltıyla parlayan yepyeni avcı bıçağını çıkardı cebinden.
“Haydi güreşelim ve bu yirmi iki-otuzluk bıçağın maharetini görelim.”
“Ben, senin kulaklarını istiyorum.” oldu yabancının cevabı nazik bir biçimde, ona doğru yavaşça yaklaşırken.
“Eminim. Önce yere sermen lazım, yere seren adam diğerinin kulağını alır.”
“Kabul.” Kanvas pantolonlu genç adam, bıçağını kınına soktu.
“Bunu filme alacak hareketli bir kameranın olmaması ne kötü.” dedi Francis kendi bıçağını kınına sokarken. “Gerçekten çok acı verici. Kendimi kötü bir Kızılderili gibi hissediyorum. Dikkat et! Acelem var! Her hâlükârda ilk atak için!”
Eylem ve söz bir araya gelmiş, görkemli koşuşturma rezil bir şekilde sona ermişti. Çünkü görünüşe göre güçlü olan alacağı darbeye önceden hazırlanmış, vücutlar karşı karşıya geldiğinde çarpmanın ani etkisiyle sırtüstü düşen Francis’in üzerine diğeri ayağını yerleştirmişti, Francis sert bir hamleyle üzerine yüklenen ayağı iterek ileriye doğru bir takla atmayı başarmıştı.
Kumun üzerine şiddetli düşüşü, bir anlığına da olsa Francis’in nefesini kesmiş ancak sert hamlesiyle fırlatmayı başardığı adamın ağırlığı üzerinden kalktığından yeniden nefes alabilmişti. Suskun bir hâlde sırtüstü vaziyette kendini yere bıraktığında, üzerine eğilen adamın merakla ona baktığını fark etti.
“Neden bıyık bırakmaya gerek gördün ki?” diye mırıldandı yabancı.
“Devam et, kes onları!” diye patladı Francis ilk derin nefesi alıp vermeyi başararak. “Kulaklar senin ama bıyık benim. Anlaşmada o yoktu. Ayrıca, bu düşüş düpedüz Japon güreşiydi.”
“Her hâlükârda ilk atak için diyen sendin.” dedi diğeri gülerek. “Kulaklarına gelince, sana kalsın. Asla onları kesmeye niyetim yoktu zaten, şimdi bir de onlara yakından bakınca hiç hevesim kalmadı. Kalk ve buradan git. Seni azat ediyorum. Haydi! Ve bir daha buraya asla gizlice gelme! Git! Lanet olası!”
Bu zamana kadar duymuş olduğu tiksintinin üzerine, şimdi bir de yenilginin aşağılaması eklenmişti; Francis sahile, kanosuna doğru yürüdü.
Zafer kazanan, “Söylesene, küçük yabancı, kartını bırakmak ister misin?” diye seslendi arkasından.
“Ziyaretçi kartı ve boğaz kesme bir arada olamıyor.” diye bağırdı Francis omzunun üzerinden, kanosuna binip kürek çekmeye başladığı sırada. “Benim adım Morgan.”
Şaşkınlık ve olduğu yerde donup kalma oldu yabancının tepkisi, ağzını açıp bir şeyler söylemek istedi ama sonra fikrini değiştirip kendi kendine mırıldandı: “Aynı soydan bu kadar benzememize şaşmamalı.” Hâlâ tiksinti içinde olan Francis, Bull kıyısına geri döndü, kanosunun yanına oturdu, piposunu doldurup yaktı ve hüzünlü bir şekilde kendini sakinleştirmeye çalıştı. Çılgınlık, herkes delirmiş, aklından geçen tek düşünce buydu. Kimse mantıklı hareket etmiyor diyordu kendi kendine. “Yaşlı Regan’ın bu insanlarla ticaret yapmaya çalışmasını görmek isterdim. Onun kulaklarını alırlardı.”
Eğer o sırada kanvas pantolonlu, genç adamın kendisine olan benzerliğini fark edebilmiş olsaydı, Latin Amerika’da deliliğin yersiz olmadığından emin olabilirdi, aynı esnada söz konusu genç adam ise adanın tam ortasına inşa edilmiş olan sazdan kulübesinde yüksek sesle bir şeyler söyleyerek kendi kendine sırıtıyordu. “Sanırım bu Morgan ailesine mensup adamın ruhuna Tanrı korkusunu saldım.” Ve bu sırada orijinal Sör Heny Morgan’ın duvarda asılı duran yağlı resminin fotoğrafik reprodüksiyonuna bakmaya devam ediyordu.
“Eh, yaşlı korsan.” diye kendi kendine konuşmasına devam etti sırıtarak, “En son torunlarından ikisi, tarih öncesi tabancalarınızın beş para etmez gibi görünmesini sağlayacak otomatiklerle birbirlerini vurmaya oldukça yaklaşmıştı.”
Yıpranmış ve tahtakuruları tarafından yenmiş bir denizci sandığına doğru eğildi, üzerinde “M” harfi kazınmış sandığın kapağını kaldırdı ve tekrar resimle konuşmaya devam etti:
“Eh, atalarından son kalan yaşlı korsan, bana bıraktığın tek şey eski ahbaplar ve seninki gibi görünen bir yüz. Ve eğer gerçekten gaza gelmiş olsaydım, senin Port-au-Prince dublörünle seninle oynadığım gibi oynayabilirdim.”
Bir dakika sonra, her tarafı güvelerle yenmiş olan eski kıyafetleri üzerine giymeye başlayıp ekledi: “İşte, bak sırtımdakiler eski ahbaplar. Hadi ama Bay Ata, çerçevenin dışına çık ve farklılık gösterdiğimiz bir bakış açısını bana söylemeye cesaret et.”
Sör Henry Morgan’ın özel kıyafetlerine bürünmüş, eline aldığı balta, beline taktığı iki çakmaklı tabancayla yaşayan adam ve uzun zaman önce ölmüş olan yaşlı korsanın resmi arasındaki görsel benzerlik gerçek anlamda çarpıcıydı.
Ana komutaya karşı arka arkaya,
Tüm mürettebat körfezde tutuldu…
Genç adam gitarın tellerini tıngırdatarak eski korsana ait şarkıyı söylemeye başladığında, atasına ait resim başka bir resme dönüştü ve şunu gördü:
Yaşlı korsanın bizzat kendisi arka direğin ardına geçmiş, palasını çekmiş ve yarım ay şeklinde etrafını saran mükemmel giyimli denizcilerine, kesik kesik ucu parlayan palasıyla talimatlar veriyor, benzer şekilde kılık değiştirmiş ve bilgili bir başka adam ise direğin etrafındaki yarım ay şeklinde halkayı tamamlayan diğer yarım halkayla yüzleşiyordu.
Hayalinde canlandırdığı görüntü, tutkuyla çaldığı gitarın bir telinin kopmasıyla yıkıldı. Ve sessizliğin kesin duraksamasında, yaşlı Sör Henry’nin yeni bir görüntüsü gözünde canlandı; çerçevenin dışına çıkıp onun yanına gelmiş, sanki gerçekmiş gibi sert bir biçimde onu kolundan sürükleyerek kulübeden çıkarmaya çalışırken, bir taraftan da hayalet sesiyle tekrar tekrar aynı sözleri fısıldıyordu:
Ana komutaya karşı arka arkaya,
Tüm mürettebat körfezde tutuldu…
Genç adam karanlık rehberine itaat etmeyi ya da kendi derin sezgisine uymayı tercih ederek, kapıdan çıkıp sahile indi; Bull sahilinin dar kanalından baktığı sırada, dalgaların karaya fırlattığı odun parçalarının arasından sıyrılarak sırtını mercan kayalıklarına dayamış, çuval giymiş Kızılderililerin palalı saldırılarından nasibini almış merhum atasının görüntüsünü görüyordu. Ve bu sırada aldığı taş darbesinden dolayı başı dönen Francis, sarsılarak çoktan öldüğünü ve gölgeler âleminde olduğunu, Sör Henry Morgan’ın elinde palasıyla kıyıdan bizzat onu kurtarmaya geldiğini görüyordu. Dahası onun hayalinde, kılıcı sallayan ve Kızılderilileri sağa sola dağıtan hayalet haykırıyordu:
Ana komutaya karşı arka arkaya,
Tüm mürettebat körfezde tutuldu…
Francis diz çökerek yavaşça büzüldüğünde, garip korsan figürünün saldırısından önce Kızılderililerin dağılıp, kaçtığını gördü ve haykırışlarını duydu:
“Tanrı’m bize yardım et!” “Yüce Meryem Ana bizi korusun!” “Bu yaşlı Morgan’ın hayaleti!”
Francis daha sonra Bull Adası’nın ortasındaki