Üç Kalp. Джек Лондон
yüzmekten henüz dönen deniz tanrıçası gibi bir genç kadının, arkasından onu gözetlediğini görerek irkilebilirdi. Fakat yazmaya sakince devam etti, Kızılderili çocuk verilen göreve ondan daha fazla kendini adamıştı, bu yüzden de ikisi de fark etmedikleri bir anda, Leoncia’nın bir kayanın arkasından ortaya çıkmasıyla onu gören ilk kişi oldu. Boğuk bir çığlığın ardından, körü körüne ormanın yeşilliklerinin arasına dalarak kaçtı.
Francis ona yaklaşan genç kadının varlığını, ilk olarak ürkütücü bir biçimde atmış olduğu çığlığın ardından fark etmişti. Çığlığın geldiği yöne doğru fırladığı sırada elindeki not defteri ve kalemini kuma düşürmüş, çığlık atmasına neden olan şeyi anlamamış, ıslak ve üzerinde bir parça kıyafetle kaçmaya çalışan genç kadınla çarpışmıştı. Bu beklenmedik çarpışmanın bir saldırı değil, aksine onu korumak için yapılan bir hamle olduğunu anlayana kadar, genç kadın, ikinci bir korkunç çığlık daha koparmıştı. Yüzü korkudan kireç gibi beyaza dönmüş hâlde onun yanından geçmiş, Kızılderili oğlanın üzerine doğru tökezlemiş, ancak açık kuma varana kadar durmadan ilerlemişti.
“Bu da nedir?” diye bir cevap istedi Francis. “Yaralandın mı? Ne oldu?”
Genç kadın çıplak dizini işaret ederek güçlükle fark edilebilen iki küçük yaradan yan yana damlayan, iki küçük kan damlasını gösterdi. “Bir engerek yılanıydı.” dedi. “Ölümcül bir engerek yılanı. Beş dakika içerisinde ölü bir kadın olacağım ve bundan mutluyum, mutluyum çünkü o zaman kalbim artık senin tarafından kırılmayacak.”
Suçlayıcı parmağını ona doğru doğrultarak, söyleyemediği bazı sözlerin sıkıntısıyla ilk başta nefesini tutmuş, sonrasında baygın bir hâlde yere yığılmıştı.
Francis, Orta Amerika yılanlarını sadece söylentilerden biliyordu ama söylentiler bile yeterince korkunçtu. İnsanlar, on beş ila yirmi inç uzunluğundaki bu minik sürüngenler tarafından ısırıldıktan beş on dakika sonra korkunç acılar içerisinde ölen katır ve köpeklerden bahsetmişlerdi. O kadar hızlı nüfuz eden bir zehrin yayılmaya başlamasıyla beraber kadının bayılmış olmasına şaşmamalıydı. Yılan ısırığının tedavisine dair öneriler de aynı şekilde söylentilerden ibaretti ancak yaranın üzerindeki dolaşımı durdurması gerektiği ve zehrin kalbe ulaşmasını önlemek için bir turnike yapması gerektiği aklına gelmişti.
Hemen mendilini çıkardı ve dizinin yukarısından bacağının etrafına gevşek bir şekilde bağladı, kısa bir dal parçasını mendilin kenarından düğümün altına iterek mendili çok şiddetli biçimde kızın bacağını kavrayacak hâle gelene kadar sıktı. Sonra, tüm söylentilere uygun bir şekilde hızlı çalışmaya dikkat edip, çakısının küçük bıçağını açtı, mikroplara karşı emin olmak için birkaç kibritle ucunu yaktı ve yılanın dişlerini geçirdiği iki deliği dikkatlice ama acımasızca kesti.
Kendisi de korku içindeydi, ateşli bir ustalıkla çalışıyordu ve zehrin her an önünde yatan güzel varlığın bedenine yayılmaya başlayabileceğini düşünüyordu. Duyduğu kadarıyla, yılanın ısırmasından sonra kurbanların bedeni hızla ve olağanüstü bir şekilde şişmeye başlıyordu. Diş yaralarını açma işlemini tamamladıktan sonra, sıradaki iki eyleminin ne olacağına karar verdi. İlk olarak, alabileceği tüm zehri emmeye çalışacak, sonra bir sigara yakarak ısırılan yerin etrafındaki eti dağlayacaktı. Ama bıçağının ucuyla hafif, çapraz kesiler yaptığı sırada, genç kadın huzursuz bir biçimde hareket etmeye başladı.
Kadın doğrulmaya çalıştığında, “Uzan.” diye emretti ve tam o sırada dudakları görevini yerine geirmek için kadının bacağının üzerine eğiliyordu.
Buna karşılık, genç kadının küçük elinden, yüzüne patlayan bir tokat geldi. Aynı anda Kızılderili çocuk ormanın kenarında, elinde kuyruğundan tuttuğu küçük, ölü bir yılanı sallayarak ve coşkulu bir şekilde bağırıp dans ediyordu:
“Katırcın! Katırcın!”
Francis bu konuda en kötüsü olabileceğini varsayıyordu.
“Uzan ve sakin ol!” diye tekrarladı sert bir şekilde. “Kaybedecek bir saniyen bile yok.”
Ama genç kadının gözleri sadece ölü yılanın üzerine odaklanmıştı. Fazlasıyla sakinleşmişti fakat Francis henüz buna tanık olmamıştı çünkü yılan ısırığının klasik tedavi yöntemini icra etmek üzere yine onun üzerine eğilmişti.
“Bunu sakın yapma!” diye onu tehdit etti genç kadın. “Bu sadece bebek bir katırcın ve ısırığı zararsız. Bir engerek olduğunu sandım. Katırcınlar küçük olduğundan birbirlerine benziyorlar.”
Turnike yüzünden kan dolaşımının yavaşlaması onun canını yakıyordu ve aşağıya doğru baktığında, mendilin bacağına düğümlenmiş olduğunu fark etti.
“Ah, ne yaptın sen?”
Genç kadının yüzü kızardı.
“Ama o sadece bebek bir katırcındı.” diye sitem etti tekrar ona.
“Bana bunun bir engerek olduğunu söyledin.” diye karşılık verdi Francis.
Genç kadın yüzünü ellerinin arasına aldı, kıpkırmızı kesilmiş yüzü öfkeden yanıyordu. Yine de Francis delirdiğini düşünmese de onun güldüğüne yemin edebilirdi; ayrıca üstlendiği görev icabı, başka bir adamın yüzüğünü bu kadının parmağına takmanın ne denli zor olacağının da ilk kez farkına varmıştı. Bu nedenle onun güzelliğine ve büyüsüne karşı yüreğini elinden geldiğince soğutarak, acı bir şekilde şöyle dedi:
“Sanırım şimdi, aile eşrafınızdan bazıları beni delik deşik edecek çünkü ben ne engerek ne de katırcın yılanını tanıyorum. Bunun için çiftlikten birkaç kişinin gelmesini sağlayabilirsin. Ya da belki de bana doğrudan sen ateş etmek isteyebilirsin.”
Ama genç kadın, sanki onu duymamış gibi davranıyordu çünkü böylesine muazzam bir güzellikten beklenilmeyecek kadar güçlü bir çeviklikle ayağa fırlamış ve ayağını kuma vurmakla meşguldü.
“Uyuşmuş… Ayağım.” diye açıklamada bulundu genç kadın, bu sefer attığı kahkahayı eliyle gizlemeye gerek duymadan.
“Gerçekten inanılmaz utanç verici davranıyorsun.” diyerek sitemkâr bir tavırla karşılık verdi Francis ona. “Amcanızın katili olduğumu düşündüğünüze göre.”
Bu sözler onun eskiyi hatırlamasına sebep olmuştu, kahkahası bir anda kesildi ve yüzünün rengi çekildi. Ona hiçbir cevap vermedi ama eğilerek öfkeyle titreyen parmaklarıyla sanki iğrenç bir şeymiş gibi mendili açmaya çalıştı.
“Bırak, yardım etmeme izin ver.” dedi nazik bir şekilde Francis.
“Sen bir canavarsın!” dedi genç kadın öfkeyle. “Çekil kenara. Gölgen üzerime düşüyor.”
“Şimdi gerçekten çok tatlı ve çekicisin.” diye kucakladı onu Francis, onu kollarının arasında tuttuğunda içinde kabaran arzularını görmezden gelmeye çalışarak. “Burada, sahilde son geçirdiğimiz anları yeniden canlandırabiliriz, bir anlığına gelip seni öpmediğim için beni suçladın, sonra beni gelip sen öptün -evet, sen de öptün beni- ve daha sonra elindeki küçük oyuncak tabancanla beni sandalıma kadar kovalayarak, sonsuza kadar buradan gitmem konusunda tehdit ettin. Hayır, son seferden bu yana zerre kadar değişmemişsin. Tıpkı eski Leoncia hâline geldin yine. Bunu senin için çözmeme izin versen iyi olur. Düğümün sıkışmış olduğunu görmüyor musun? Küçük parmaklarınla bunu asla başaramazsın.”
Genç