Üç Kalp. Джек Лондон
edebilir misin?”
Torres bu duruma hem şaşırmış hem de utanmıştı, hayretle yargıca ve yalvarırcasına Leoncia’ya bakmış, sonunda konuşamayacak kadar kötü durumda olduğundan yemin edemeyeceğini başını sallayarak ifade etmişti. Sefil kalabalıktan zafer nidaları yükselmişti. Yargıç hükmünü vermiş, içerideki uğultu iki katına çıkmış ve görünüşe göre, ölümü için ertesi sabah ona kadar beklemeyi düşünmeyen kalabalıktan onu bir an önce kurtarmak istediklerinden dolayı Francis, jandarmalar ve Komiser tarafından, direnmesine rağmen sürüklenerek hücresine geri götürülmüştü.
“O zavallı serseri, Torres, Henry’nin yarası aklına gelmedi!”
Francis, hücre kapısının sürgüleri açıldığında ve Leoncia’yı selamlamak için ayağa kalktığında sakin bir şekilde düşüncelere dalmış, oturuyordu.
Ancak Leoncia ilk anda onu selamlamayı reddederek, kendisini hücreye getiren Komiser’e hızlı ve ateşli hareketlerle İspanyolca bir şeyler söyleyerek gardiyanların dışarı çıkmasını işaret etmiş, kısa bir süre içerisinde Komiser gerekli emirleri vererek herkesi dışarı çıkarmış, en son da özür dileyerek ve selam vererek kendisi dışarı çıkıp kapıyı kapatmıştı. Ve işte o anda Leoncia, ağlayarak kendini onun kollarına atmış, başını onun omzuna koymuştu: “Lanetli bir ülke, burası laneti bir ülke. Burada oynanan adil bir oyun yok.”
Francis, kadının ateşli bedeninin sıcaklığı altında eridiğini hissediyor, nefesini tutup kendini kontrol etmeye çalışırken sürekli olarak Henry’yi, kanvas pantolonuyla, başında gevşek fötr şapkasıyla, Bull Adası’nda, kumda çukurlar kazarken gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
Kollarının arasındaki tutkulu kadının etkisinden uzaklaşmaya çalışıyordu ancak sadece kısmen başarılı olabiliyordu. Bununla birlikte, bu kısa mesafe içerisinde, eyleme geçmek için kendini fazlasıyla kaptırmaya hevesli olan duygusal tarafını değil, mantıksal tarafını kullanmayı deniyordu.
“Ve şimdi entrikanın ne demek olduğunu biliyorum.” dedi kendinden emin bir tavırla Francis ona, onu bedeninden olduğu gibi kalbinden de uzaklaştırarak. “Ülkenizdeki bu Latinler böylesine tutkulu davranmak yerine daha serinkanlı düşünebilselerdi, şimdi demir yolları inşa ediyor ve ülkelerini geliştiriyor olurlardı. Bu duruşma düpedüz planlanmış danışıklı dövüşten başka bir şey değildi. Suçlu olduğuma emindiler ve beni cezalandırmaya o kadar hevesliydiler ki herhangi bir kanıt bulma ya da kimlik tespiti bile yapma zahmetine bile girmediler. Neden ertelesinler ki? Henry Morgan’ın Alfaro’yu bıçakladığını biliyorlardı. Kişi buna kendini inandırdıysa neden öğrenmek için zahmet etsin ki?”
Genç kadın onun sözlerine tamamen sağır bir şekilde hıçkırıklar arasında kendisini sadece ona yakın tutmaya çalışıyordu. Francis sustuğu an, yine kendini onun kollarına atmış, dudaklarını onu öpmek istermiş gibi yukarı kaldırmıştı ve Francis de hiç farkında olmadan dudaklarını onunkine uzatmıştı.
“Seni seviyorum, seni seviyorum.” diye fısıldadı Leoncia hıçkırıklar arasında.
“Hayır! Hayır!” diye haykırdı Francis, bunu çok istemesine rağmen. “Henry ve ben birbirimize çok benziyoruz. Senin sevdiğin Henry ve ben Henry değilim.”
Leoncia bir anda kendini ondan uzaklaştırdı, parmağındaki Henry’nin yüzüğünü fırlatıp attı. Francis öylesine allak bullak olmuştu ki bir sonraki anda ne olacağını bilmiyordu, neyse ki asık bir yüzle sadece elindeki saate bakarak içeri giren Komiser onun kurtuluşu olmuştu. Leoncia mağrur bir ifadeyle doğrulmuş ve Francis, Henry’nin yüzüğünü onun parmağına tekrar taktığında ve elini öptüğünde yeniden altüst olmuştu. Kapıdan çıkmadan hemen önce döndü ve dudaklarının sesten yoksun fısıltılı hareketleriyle ona şöyle dedi: “Seni seviyorum.”
Saat onda Francis, darağacının kurulduğu hapishane terasına çıkarılmıştı. Tüm San Antonio, komşu nüfusun çoğu, Leoncia, Enrico Solano ve beş uzun boylu oğlu da neşeli kalabalığın içerisine dâhil olmuş haykırıyordu. Enrico ve oğulları fısıldaşıyor, tutarsızlıkla etraflarına bakıyorlardı. Ancak Komiser ve jandarmaları tarafından desteklenen Vali çok kararlı görünüyordu. Francis itile kakıla iskelenin ayağına kadar çıkarıldığı sırada, Leoncia nafile bir çabayla ona ulaşmak için uğraşırken ailesinin erkekleri onu avludan çıkarmaya çalıştılar. Babası ve erkek kardeşleri de Francis’in onların düşündüğü adam olmadıkları konusunda itiraz ediyorlardı. Ancak Vali aşağılayıcı bir tavırla gülerek infazın devam etmesini emrediyordu. İskelenin tepesine çıkarılan, darağacının altındaki taburenin üzerinde duran Francis, rahibin hizmetini reddederek, İspanyolca olarak asılan hiçbir masum insanın öbür dünyada şefaate ihtiyaç duymadığını ancak infaz işlemini gerçekleştirecek olanların bu şefaate fazlasıyla ihtiyaçları olacağını söyledi.
Francis’in bacaklarını ve kollarını bağlamışlardı ve ilmeği tutan adamlar, başına siyah çuvalı geçirmeye hazırlandıkları sırada, dışarıdan avluya doğru şarkı söyleyerek yaklaşan bir adamın sesi yükseldi ve şu şarkıyı söylüyordu:
Ana komutaya karşı arka arkaya,
Tüm mürettebat körfezde tutuldu…
Neredeyse bayılmak üzere olan Leoncia, yeniden konuşabilecek kadar kendini toparlamış ve avluya giren Henry Morgan’ı görünce keskin bir çığlık atıp, yolunu engellemeye çalışan kapıdaki muhafızları bir kenara iterek ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Onu gördüğü anda üzüntüye kapılan tek kişi, yaşanan telaş esnasında fark edilmeyen Torres olmuştu. Şimdi halk, omuzlarını silkerek asılacak olan adamla, avludan içeri giren adamın birbiriyle aynı göründüğünü söyleyen Vali ile hemfikirdi. Ve işte tam bu sırada Solano erkekleri, Henry’nin Alfaro cinayeti konusunda da aynı şekilde masum olup olmadığına dair ateşli bir tartışmayı ortaya atmıştı. Ancak kargaşanın sesini bastırarak haykıran kişi, iskelenin tepesinde kolları ve bacakları çözülen Francis olmuştu:
“Beni denediniz! Onu denemediniz! Yargılamadan bir adamı asamazsınız! Duruşması olmak zorunda!”
Ve Francis iskeleden inip Henry ile tokalaştığı sırada, Vali ile Komiser, Alfaro Solano’yu öldürme suçundan Henry Morgan’ı usulüne uygun olarak tutuklamıştı.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
“Hızlı çalışmalıyız, kesin olan tek şey bu.” dedi Francis, Solanoların çiftliğinin meydanında toplandıklarında.
“Bir şey kesin!” diye haykırdı kederli bir ifadeyle aşağı, yukarı yürüyüp duran Leoncia. “Kesin olan tek şey ise, onu kurtarmamız gerektiği.”
Konuşurken, amacını daha da vurgulamak istermiş gibi tutkuyla bir parmağını Francis’in burnuna doğru sallıyordu. Bu durumdan tatmin olmamış, sonrasında aynı şekilde parmağını babasına ve kardeşlerine de aynı şekilde sallamıştı.
“Hem de hızlı!” diye patladı öfkeyle. “Elbette çok hızlı davranmalıyız. Öyle ya da böyle…” Sesi, acele etmezlerse Henry’ye ne olacağına dair ifade edemeyeceği sonun dehşetine sürüklenmişti.
“Tüm Gringolar, Vali ile aynı görüşteler.” diye başını salladı Francis samimiyetle. Gerçekten ne harikulade ve muhteşem güzellikte, diye geçirdi aklından. “Tüm San Antonio’yu onun yönettiği ortada ve çok az önem vermek onun sloganı. Henry’ye bize verdiğinden daha fazla zaman vermeyecek. Onu bu gece dışarı çıkarmalıyız.”
“Şimdi dinleyin.” diye başladı yeniden konuşmaya Leoncia. “Biz Solanolar buna izin veremeyiz… Bu infaza. Bu bizim