Üç Kalp. Джек Лондон
öfkesi.” dedi Henry. “O, her şeye rağmen acımasız, yaşlı bir küfürbazdı.”
“Evleneceğin Solanolardan daha acımasız olamaz. Ailenin çoğu sahil kıyısına gelmişti ve giderken hepsi beni tüfekleriyle vurmak istiyordu. Ve senin Leonciacığın küçük silahını babası olabileceğini tahmin ettiğim uzun sakallı, yaşlı bir adama doğrulttu, benim peşimi bırakmayacak olursa onu delik deşik edeceğini anlamasını sağladı.”
“Babasıydı, bahse girerim, yaşlı Enrico’nun ta kendisiydi.” diye bağırdı Henry. “Ve diğer çocuklar da kızın kardeşleriydi.”
“Şirin kertenkeleler!” diye patladı Francis, daha fazla kendini tutmayarak. “Söylesene, böyle huzurlu, güvercinlere benzeyen bir aileyle evlendiğinde hayatının önemsiz bir monotonluğa girebileceğini düşünmüyor musun?” Bir süreliğine sustu, aklına yeni bir fikir gelmişti. “Bu arada, Henry, herkes benim sen olduğumu düşündüğüne göre, neden bu denli ateşli biçimde seni öldürmek istiyorlardı? Yoksa müstakbel eşinin akrabalarını kızdıran huysuz Morgan öfkesinden bir şeyler mi vardı?”
Henry, sanki kendi kendisiyle tartışıyormuş gibi ona bir anlığına baktı ve sonra cevap verdi.
“Sana bunu söylemekten çekinmeyeceğim. Bu iğrenç bir karmaşa ve sanırım suç benim öfkemde. Amcasıyla tartışmıştım. Babasının en küçük erkek kardeşiyle…”
“Mıştım?” diye geçmiş zaman üzerine önemli bir vurgu yapmaya çalışarak sözünü kesti, Francis.
“Mıştım, dedim.” diye Henry başını salladı. “O, şimdi yok. Adı Alfaro Solano’ydu ve fazlasıyla sinirli bir adamdı. İspanyol fatihlerin soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı ve eşek arılarından bile daha fazla gururluydular. Odunluk ağaçlardan para kazanmış, sahilin daha aşağısında büyük bir tropikal bitki plantasyonu kurmuştu. Bir süre sonra onunla tartıştık. Şuradaki küçük kasabada oldu, San Antonio’da. Bir yanlış anlaşılma olmuş olabilir ancak ben yine de onun yanıldığını iddia ediyorum. Her zaman benimle takışmak için bir sebep arıyordu. Leoncia ile evlenmemi istemiyordu, anlıyor musun? Eh, işte aramızda hararetli bir şeyler geçti. Alfaro’nun haddinden fazla içtiği bir akşamdı. Bana hakaret etti. Bizi birbirimizden ayırmak ve silahlarımızı elimizden almak zorunda kaldılar, biz de ya ölüm ya yıkım diyerek birbirimize söz vererek ayrıldık. Sorun buydu, kavgamız ve birbirimize karşı savurduğumuz tehditlerimiz çok sayıda tanık tarafından duyuldu.
İki saat içinde Komiser ve iki jandarma beni kasabanın arka sokaklarının birinde Alfaro’nun bedeni üzerine eğilirken buldu. Sırtından bıçaklanmıştı ve ben sahile doğru giderken ona rastlamıştım. Açıklamak mı? Mümkün değildi. Kavga, intikam tehditleri vardı ve orada, iki saat dolmadan, henüz sıcak cesedinin yanı başında duruyordum. O zamandan bu yana San Antonio’ya geri dönmedim ve kaçmak için de hiç zaman kaybetmedim. Alfaro çok sevilen biriydi, şu ayaktakımının favori zevklerini yakalayan atılgan tipleri bilirsin. Kimse benden mahkemede bir ifade vermemi bile istemeyecekti. Onlar benim canımı almak istiyordu ve o zaman ben de çok çabuk oradan ayrılmak zorunda kaldım.
Sonra, Bocas del Toro’da, Leoncia’dan bir haberci nişan yüzüğünü geri verdi. Ve işte buradasın. Gerçekten de içimde büyük bir tiksinti gelişti. Tüm Solanolar ve hayatımın geri kalanı boyunca oradaki halkın yanına geri dönmeye cesaret edemediğim için burada bir keşiş yaşamı sürmeye ve Morgan’ın hazinesini aramaya başladım… Aynı zamanda, o bıçağı Alfaro’ya kimin sapladığını da çok merak ediyorum. Eğer onu bulacak olursam, Leoncia ve diğer Solanolar huzurunda kendimi temize çıkarmış olacağım, böylece bir düğün gerçekleşeceğine dair bu dünyada kimsenin şüphesi kalmayacak. Ve şimdi her şey bittiğine göre, Alfaro’nun iyi bir izci olduğunu inkâr edemem, öfkesi hayatını yarıda bırakmış olsa bile.”
“Durum parmak izi kadar netleşti.” diye mırıldandı Francis. “Babasının ve erkek kardeşlerinin beni delik deşik etmek istemelerine şaşmamalı. Şimdi sana baktıkça bıyığım dışında birbirimize tıpkı iki bezelye tanesi kadar benzediğimizi görüyorum…”
“Ve bunun için…” Henry kolunu sıvadı ve sol kolunun üzerinde uzun ince bir beyaz yara izini ortaya çıkardı. “Bu yara çocukken oldu. Bir yel değirmeninden, seranın cam çatısına düştüğümde.”
“Şimdi beni dinle.” dedi Francis, zihninde tasarladıklarıyla yüzü aydınlanmaya başlamıştı. “Birinin seni bu karışıklıktan kurtarması gerekiyor ve bu dostun adı Morgan ve Morgan şirketinin ortağı olan Francis olacak. Ben geri dönüp Leoncia ve onun diğer akrabalarına bir şeyleri açıklamaya çalışırken sen burada takılmaya devam edersin ya da Bull üzerine araştırma yapmaya başlarsın…”
“Ben olmadığımı anlayana kadar seni vurmazlarsa.” diye acı acı mırıldandı Henry. “Bu Solanoların sorunu bu. Önce ateş ederler, sonra konuşurlar. Ölüm gerçekleşmediği sürece mantık aramazlar.”
“Sanırım bir şans yaratabilirim, yaşlı dostum.” diye güvence verdi Francis, kendisi Henry ile kız arasındaki sıkıntılı durumu temizleme planıyla bir hamlede bulunacaktı.
Ancak onu düşünmesi bile aklını karıştırıyordu. Sevimli yaratığın kendisine çok benzeyen diğer adama ait olduğunu bilmesi, içinde pişmanlıktan çok daha fazlasını yaşamasına neden oluyordu. Kızla karşılaştığı anları aklına getirdiğinde, kızın da adamı sevdiğini ancak bu durumlardan dolayı onu küçümsediğini ve hor gördüğünü anladı. İstemsizce iç çekti.
“Ne oldu?” diye sordu merakla Henry.
“Leoncia son derece güzel bir kız.” diye cevap verdi Francis saf bir samimiyetle. “Aynı zamanda sana ait ve benim amacım senin onu elde ettiğini görmek olacak. Sana geri gönderdiği yüzük nerede? Senin için onu kızın parmağına takamaz ve bir hafta sonra iyi bir haberle buraya gelemezsem, kulaklarımla birlikte bıyıklarımı da kesebilirsin.”
Bir saat sonra Kaptan, Trefethen sinyale yanıt olarak Angeliue’den sahile bir sandal gönderdikten sonra, iki genç adam birbirleriyle vedalaştı.
“Sadece iki şey daha var, Francis. Birincisi, sana söylemeyi unuttum, Leoncia öyle olduğunu düşünse de o bir Solano değil. Bunu bana bizzat Alfaro söylemişti. O evlat edinilmiş bir çocuk ve yaşlı Enrico ona resmen tapıyor ancak ne kanı ne de ırkı damarlarında dolaşıyor. Alfaro, İspanyol olmadığını söylemesine rağmen bana hiçbir zaman bunun tüm ayrıntılarını anlatmadı. İngiliz mi, yoksa bir Amerikalı mı onu bile bilmiyorum. Manastırda gibi bir yaşam sürmesine rağmen yeterince iyi İngilizce konuşuyor. Anlayacağın, küçükken evlat edinilmiş ve Enrico’nun babası olduğundan başka bir şey bilmiyor.”
“O zaman, senin yüzünden benden nefret etmesine şaşmamalı.” diye güldü Francis. “İnandığı durum açısından bakıldığında, sen onunla tam kan bağı olan amcasını sırtından bıçaklamış oldun.”
Henry onaylarcasına başını salladı ve anlatmaya devam etti.
“İkinci durum ise oldukça önemli. Ve kanun bu. Ya da yokluğu daha doğrusu. Onlar bu çukurda ne istiyorlarsa onu yapıyorlar. Panama’ya kadar çok uzun bir yol var ve bu eyalet, bölge ya da buraya her ne diyorlarsa o şey, miskin yaşlı bir Silenus. San Antonio’daki Vali, dikkat edilmesi gereken bir adam. O ormanın, o körfezin küçük çarıdır ve huysuz bir heriftir, kendinden pay biçebilirsin. Rüşvetçi, bazı anlaşmalarına sadık kalmayacak kadar zayıf, tek kelime ile sansar kadar acımasız ve kana susamış bir adamdır. Ve bu adamın en büyük zevki infaz etmektir. Asmaya bayılır. Ne yaparsan yap, gözlerini ondan sakın ayırma… Eh, işte hepsi bu kadar. Ve Bull’da bulacağım her şeyin yarısı senindir… O yüzüğü Leoncia’nın parmağına yeniden tak.”
İki