Muhteşem Ressam. James Arthur Anderson
Piero da Vinci, nefesini daha öfkeli şekilde verebilmek için yanaklarını iyice şişirerek.
“Tanrım!” diye haykırdı Verrocchio ürperti içinde. “Bundan sonra bir daha asla boyaya dokunmayacağım!”
“Sakin ol sevgili dostum,” diye ısrar etti avukat. “Bir sonraki siparişini alana dek bekle.”
Sanatçı, atölyesinde birkaç volta attı ve avukata doğru döndü.
“Bir sonraki siparişe kadar beklememi mi söylüyorsun?” dedi çaresizce. “İncir ağaçları zeytin verene, rahipler mantıklı olana dek bekleyeyim öyleyse! Bana getireceği faydasına bakarsak bir sonraki siparişimi Arno’ya fırlatabilirim!” Boğazını temizleyerek yere tükürdü.
Ser Piero nazikçe davranılması gereken sabırsız müşterilerle uğraşmaya alışıktı ve insanları mantıklı davranmaya çekmeyi iyi biliyordu. “Andrea,” dedi, “bana kalırsa resmindeki İsa da Vaftizci de ustan Alesso Baldovinetti’nin kendine özgü sertliğini taşıyor gibi görünüyor. Bu figürler senden çok Pallaiuolo’nun eseri gibi, senin çoktan kazandığın itibar ve zarafet onlara yansımamış gibi görünüyor. Bana doğruyu söyle, başrahiple tartışmadan önce bu resimden çoktan bıkmamış mıydın?”
Andrea yere bakarak somurttu, ardından açık bir hayranlıkla gözlerini arkadaşına çevirdi.
“Piero,” dedi, “sen gerçekten de zeki bir adamsın ve söylediklerin çok doğru. İsa’nın Vaftizi yorumum uzun zamandır beni tatmin etmiyor.”
“Şimdi,” diye devam etti Ser Piero, “yeni bir sipariş aldığını düşün. Şimdiki ustalık ve tecrübenle tertemiz başlayabileceğin bir sipariş! İlgini çeken bir konuda olduğunu düşün bir de, mesela İsa’nın Doğumu veya Beşaret tablosu! İnan bana o zaman aldığın siparişi Arno’ya atmak yerine, yirmi yaşındaki genç bir adamın hevesiyle kendini işine adarsın.”
Bu sözler üzerine Andrea Verrocchio utangaç bir şekilde gülümsedi ve patavatsızlık yaparken yakalanmış bir çocuk edasıyla bir yığın çizimi kaldırıp aralarından bir eskiz çıkardı. “Monte Oli-veto rahipleri için yapılacak bir Beşaret tablosu üzerine bazı söylentiler var,” diyerek çıkardığı eskizi Ser Piero’nun ellerine bıraktı.
Uzun ve alçak bir bahçenin eskiziydi yaptığı. Bahçenin içinde diz çöken iki figür vardı. Melek Cebrail, taşıdığı haberin büyüklüğüne yakışan şekilde diz çökmüştü ve gözleri Meryem Ana’nın yüzüne kilitlenmişti. Kutsal Annemiz de tarifsiz şekilde tatlı ve zarif görünen bir tevazuyla dizlerinin üzerine çökmüştü. Ser Piero derin bir nefes aldı. Bu resimde ruhundaki tüm iyi şeylere hitap eden bir sadelik vardı.
“Görüyorsun,” dedi Verrocchio, “San Gabriello’yu yukarı bakarken çizdim, bu resimde hiçbir sapkınlık olamaz!”
“Dediğin gibi,” diye yanıtladı Ser Piero, “hiçbir sapkınlık kuşkusu olamaz! San Gabriello gerçekten de iyi bir melek!”
Bir süre sessiz kaldılar. Ser Piero resmi kol mesafesinde tutuyordu, sanatçı ise dikkatle onu izliyordu. Nihayetinde avukat iç geçirerek resmi geri verdi.
“Bu resme ne yaptığını bilmiyorum Andrea,” dedi. “Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor ve gerçekten çok güzel. Şimdi, Leonardo hakkında konuşalım!”
Andrea ayağa kalktı ve bir şişe yıllanmış Chianti ve birkaç bardak getirdi, çünkü iş konusu arkadaşça sohbetlerden farklıydı ve bir bardak şarap eşliğinde tartışılmalıydı. Bardakları doldurdu, kendisininkini ışığa tuttu, boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.
“Ressam hayatı zor bir hayat. Bir ressam, zanaatkârların tüm sıkıntılarını çeker. Oraya ya da buraya gitmesi emredilebilir, fırçasının her vuruşunda işine karışılabilir. Bunun ötesinde, düzenli bir mesleğin sabit geliri ressamlara uzaktır. Leonardo’dan başka oğlun yok, neden onu kendi mesleğinde eğitmiyor, yapmaya değer bir meslekte başarılı olma imkânı sunmuyorsun?”
“Leonardo ne Latinceyi biraz olsun biliyor ne de hukuk çalışmak için en temel ve gerekli olan itinaya sahip.”
Verrocchio sordu: “Eğer dediğin gibi Medici üzerinde nüfuz sahibiysen neden Piero de Medici’yi Leonardo için bankada bir iş bulmaya ikna etmiyorsun?”
Ser Piero yanıtladı: “Leonardo’nun iş hayatı konusunda hiçbir yeteneği de Messer Lorenzo’nun hoşnutluğunu kazanmaya yetecek bir bilgi birikimi de yok.”
“Eğer Leonardo’nun iş konusunda da eğitim konusunda da hiç yeteneği yoksa ona neden gümrükte bir iş bulmuyorsun? Orası nüfuzu olup yeteneği olmayanlar için kaçış noktası haline gelmiş gibi görünüyor.”
“Çocuğun yeteneği olmadığını varsayıyorsun,” dedi Ser Piero gülümseyerek. Avukatların dosyalarını taşıdıkları o geniş çantasını eline alıp içinden bir dizi resim çıkardı.
Verrocchio resimlere bakınca bir sokak çocuğu gibi ıslık çaldı.
“Ooooo! Vaktimi anlamsız tartışmalarla harcamak yerine bana hemen bunları göstermeliydin! Floransa oğullarının resim yapabildiğine inanan babalarla dolu olabilir fakat… Tanrım!” diye haykırdı ressam. “Şu omuzdaki kesinliğe, hareket etmek üzere olan dirsekteki kararsızlığa bak! Bu bacağın sıkı, cesur çizgisine, kalçaların yürürken sıkılaştığı yerdeki kırık çizgiye bak! Oğlun yalnız çizimde değil, ayrıca gözlem yapmakta da yetenekli! Yalnız gözlem yapmak değil, sonuca ulaşmakta da! Yalnızca sonuca ulaşmakta değil, ulaştığı sonucu çizime yansıtmakta da! Şu eskize bak! Nasıl da…”
Böylece usta, bir rahibin erdem üzerine konuşmasındaki veya bir şairin aşk üzerine olan sözlerindeki heyecanıyla konuştu. Şimdi Ser Piero, kendisi Beşaret tablosunu incelerken Verrocchio’nun onu izlediği dikkat ve yakınlıkla sanatçıyı izliyordu.
“Peki, Andrea,” dedi sonunda, “çocuğun bir sanatçı olma umutları konusunda ne düşünüyorsun?”
“Tanrım!” diye haykırdı öteki, “Eğer oğlunu derhal atölyeme göndermezsen, sokakta yanından geçerken senin üzerine tüküreceğim! Hayatım boyunca dua ederek beklediğim öğrenci bu!”
“Fakat sen bu zanaatta hiç para olmadığını söyledin!” diye itiraz etti avukat, gözlerinde bir pırıltıyla.
“Hâlâ söylüyorum,” dedi sanatçı kararlılıkla başını sallayarak. “En azından Floransa’da durum böyle.” Sonra bardaklarını tekrar doldurdu ve iş konuşması havasına büründü.
“Bilmeni isterim,” dedi, “genç bir sanatçı için Floransa güzel bir şehir. Buranın havası bakış açısında keskinlik, uygulamada enerji ve birçok yetenekli sanatçı arasındaki rekabet sayesinde de azim ve hırs kazandırır. Ayrıca bilmeni isterim ki benim atölyem bir gencin kendi zanaatini öğrenebileceği en iyi yerdir çünkü burası Floransa’daki en zeki adamların buluşma noktası. Bu adamlar, benim Medici için yaptığım son heykeli veya Signoria için yaptığım son döküm işçiliğini eleştirebilirler ve öğrencilerimin yaptığı çalışmaları denetler, kötü olanı gösterip iyi olanı över ve her zaman yeni yetenekler ararlar.”
“Pekâlâ?” dedi Ser Piero şüpheyle. Dostunun bu söyledikleri genç sanatçılara eğitim, ustaları örnek alarak gelişme imkânı ve cesaret sağlasa da hâlâ finansal başarı için hiç umut ışığı yoktu.
“Dediğim gibi,” diye devam etti Andrea, Ser Piero’nun düşündüklerine eşdeğer konuşarak, “Floransa genç bir zanaatkârın özellikle resim konusunda kusursuzluğa ulaşması için en iyi yer, fakat bu şehir aynı zamanda