Pirinç Şişe. F. Anstey
bulutların çoğuyla arasında bir paravan görevi gören bir adam izlenimi veriyordu.
Beevor’ın ofisinden bir tıkırtı geldi ve bir anda süslü kıyafetleri, iri yapılı vücudu ve kısa kesilmiş bıyıklarıyla Beevor içeri daldı.
“Ventimore, Larchmere’da inşa edeceğimiz evin projesini alıp kaçmadın, değil mi? Çünkü… Ah, projelere mi göz atıyordun? Elinden almak istemezdim ama…”
“Hiç sorun değil dostum. Alabilirsin, zaten hepsini inceledim.”
“Pekâlâ, şimdi Larchmere’a gideceğim. Metrajları kontrol etmek istiyorum, bir de Fittlesdon’daki ev var. İşleri halledip yola koyulmalıyım, muhtemelen birkaç gün buralarda olmayacağım. Harrison’ı da alacağım, onunla işin yok değil mi?”
Ventimore güldü. “Bana yardım edecek bir kâtip olmadan da hiçbir şey yapmamaya devam edebilirim. Ona benden daha çok ihtiyacın var. Şu projelere bak.”
“Biliyorsun, projeler benim de içime çok sindi,” dedi Beevor. “Bu çatının güzel görünmesi lazım. Üstteki dekoratif karolarla arduvazı aydınlatma fikrim epey iyiydi. Pencerelerinden birine ufak bir ekleme yaptığımı görmüşsündür. Senin önerdiğin gibi üçgen çatıların ikisini de aynı bırakma fikrine sıcak bakıyordum ama biri kırmızı tuğlalı, diğeri sıvalı olabilir. Biraz çeşitlilik katmak bana daha olağandışı geldi.”
“Ah, evet,” diyerek kafasını salladı Ventimore. Onunla aynı fikirde olmadığını söylemenin faydasız olacağını biliyordu.
“Kusuruma bakma ama…” diye devam etti Beevor, “Söz konusu ev mimarisi olduğunda özgünlüğün çıtasını yükseltmek gerektiğine inanıyorum. Ortalama bir müşteri sıradan bir şapka almayı ne kadar istiyorsa, sıradan bir ev almayı da ancak o kadar isteyecektir; müşterinin arzusu içinde kendini ahmak gibi hissetmeyeceği bir eve sahip olmak. Bu konuya biraz kafa yordum da dostum, belki işinde ilerleyememenin sebebi… Açık açık konuşmamın sakıncası var mı?”
“Kesinlikle yok,” dedi Ventimore neşeyle. “Dürüstlük, dostluğun çimentosudur. Ne düşünüyorsan söyle.”
“Şey, sadece fazla alışılmadık fikirlerinin sana bir faydası dokunmadığını söyleyecektim. Yarın eline bir fırsat geçse, fantastik bir heves veya başka bir ısrar uğruna bu fırsatı elinden kaçıracağını düşünüyorum.”
“Elime bir fırsat geçeceğine dair en ufak bir ihtimal bile olmadığından, böyle bir tahminde bulunmak için biraz erken.”
“Benim önüme bir fırsat çıktığında daha altı ayımı bile doldurmamıştım,” dedi Beevor. “Ancak harika olan şey,” diyerek devam etti, “fırsat geldiğinde onu nasıl kullanacağını bilmek. Ah, Waterloo’dan Larchmere’a yetişmek için şimdi çıkmam gerek. Beni soran olursa ya da benim adıma bir şey gelirse ilgilenip bana haber verirsin değil mi? Bu arada, metraj ölçümcüsü Woodford’daki sınıfların metrajlarını az önce gönderdi, gözden geçirip doğru olup olmadığına bakabilir misin? Bir de Tusculum Lodge’daki yeni ek binanın şartnamesi hazırlanacak. Vaktin olduğunda taslağını hazırlamaya başlayabilirsin. Tüm kâğıtlar masamda. Çok sağ ol eski dostum.”
Beevor aceleyle odasına döndü. Sonraki birkaç dakika boyunca Kâtip Harrison’a acele etmesini söyleyip durdu; ardından bir faytona ıslık çaldı, eski merdivenlerdeki ayak sesleri ve engebeli taşların üzerinde hareket eden faytonun gürültüsü yerini sessizliğe ve yalnızlığa bıraktı.
Biraz bile olsa kıskanç hissetmemeye çalışmak insan doğasına aykırıydı. Beevor’ın bu dünyada yapacak işleri vardı ve bu işler çoğunlukla gösterişli villalarla ormanlık alanları kirletmekten ibaret olsa bile, dürüst insanların gözünde onu yücelten ve saygıdeğer biri yapan şey yine işiydi.
Hiç kimse Horace’a ve onun kabiliyetlerine inanmadı, zehir gibi bir beyni olduğunu taş, tuğla ve harçla insanlara göstermenin verdiği tatmini henüz hiç yaşamamıştı. O öldükten seneler sonra varlığına ve kabiliyetine tanıklık edecek bir tek binası bile yoktu. Bunları düşünerek bir yere varamayacağını anlayınca zihnini başka bir şeyle meşgul etmek için Beevor’ın odasına gidip bahsettiği kâğıtları aldı. En azından öğle yemeği için kulübe gidene kadar bunlarla oyalanabilirdi.
Sahanlıktan gelen ayak seslerinin ardından Beevor’ın ofisinin kapısının çalındığını duyduğunda daha belgelerin başına oturmamıştı. “Beevor’a bir iş daha geldi,” diye düşündü. “Bu adamdaki de ne şans! En iyisi içeri gidip Beevor’ın iş için şehir dışına çıktığını söyleyeyim.”
Yan odaya geçtiğinde bu kez kendi kapısının çalındığını duydu. Bu saklambaç oyununa bir son vermek için acele ederek kapıyı açtığında bu ziyaretçinin Profesör Anthony Futvoye olduğunu gördü.
Profesör, bombeli gözlükleriyle kapının eşiğinde durmuş, kafası tıpkı bir kaplumbağayı andıran şekilde bol kesim paltosundan dışarı çıkmıştı. Horace için Profesör’ün gelişi, zengin bir müşteriden daha kıymetliydi. Sonuçta Sylvia’nın babası aralarındaki tanışıklığı devam ettirmek istemese neden bu ziyareti yapma zahmetinde bulunacaktı ki? Hatta bir mesaj iletmek veya davet etmek için bile gelmiş olabilirdi. Bu yüzden Profesör toplumu aşırı keyiflendirecek türden bir yaşlı beyefendiye benzemese de Horace onu gördüğüne sevinmişti.
Onu müşteriler için ayrılmış koltuğa oturttuktan sonra “Beni görmeye gelmeniz ne büyük incelik efendim,” dedi samimi bir şekilde.
“Pek öyle denemez. Maalesef bir süre önce Cottesmore Gardens’a yaptığınız ziyaret biraz hayal kırıklığı yarattı.”
“Hayal kırıklığı mı?” diye tekrarladı Horace, bundan sonra ne olacağına dair bir fikri yoktu.
“Muhtemelen dikkatinizden kaçan bir unsurdan bahsediyorum,” diye açıkladı Profesör. Kırlaşmış bıyıklarına asabiyetle dokunarak devam etti, “O sırada ben evde değildim.”
“Doğrusu büyük bir hayal kırıklığına uğradım,” dedi Horace. “Elbette ne kadar meşgul olduğunuzu biliyorum. Şimdi sohbet etmeye zaman ayırabilmenize sevindim.”
“Sohbet etmeye gelmedim Bay Ventimore. Hiçbir zaman sohbet etmem. Yardımcı olabileceğinizi düşündüğüm bir konu hakkında sizinle görüşmek istemiştim ancak görüyorum ki bu kadar küçük bir meseleyle ilgilenemeyecek kadar meşgulsünüz.”
İşte şimdi her şey açıklığa kavuşmuştu. Profesör bir inşaat yapacaktı ve bu işi ona emanet etmeye karar vermişti. Bu Sylvia’nın önerisi olabilir miydi?
Ancak kendini açığa vurma arzusunu bastırarak elindekilerin aciliyeti olmadığını ve daha sonra ilgilenebileceğini, Profesör ne istediğini söylerse ona yardımcı olabileceğini söyledi.
“Benim canıma minnet,” dedi Profesör. “Hem karım hem de kızım sizin çok iyi niyetli bir adam olduğunuzu söylediler. Onlara ‘Yanılmışım,’ dedim. Eğer Bay Ventimore’un işleri o kadar kapsamlıysa, bir öğleden sonrasını bana ayıramaz…”
Belli ki inşaattan bahsetmiyordu. Öğleden sonra onlara eşlik etmesini mi isteyecekti? Bu bile birkaç dakikadır aklına gelen şeylerin en iyisiydi. Aceleyle o öğleden sonra tamamen boş olduğunu tekrarladı.
“Öyleyse,” dedi Profesör, ceplerini karıştırmaya başlamıştı. Sylvia’nın yazdığı bir notu mu arıyordu? “Covent Garden’daki Hammond müzayedesine gidip benim adıma bir veya iki ürün için teklif verirseniz bana çok büyük bir iyilik yapmış olursunuz.”
Ventimore ne kadar hayal kırıklığına uğradığını hiç belli etmedi. “Elbette,