Kardeşlerin Yemini . Морган Райс
ne yaptın kadın?" diye cevap talep etti kılıcını kavrarken. "Şehrimize misafir olarak girip hükümdarımızı öldürdün. O seçilmiş olan ki öldürülemez hükümdarımızdı."
Volusia ona gülümseyip sakince cevap verdi:
"Çok yanılıyorsunuz General," dedi. "Öldürülemez olan benim. Bugün burada kanıtladığım gibi."
Kafasını öfkeyle salladı.
"Nasıl bu kadar aptal olursun?" dedi. "Elbette seni ve adamlarını öldüreceğimizi biliyorsun, bu yerde kaçabileceğin, saklanabileceğin hiç bir yer yok. Burada, bir kaç adamınla beraber binlerce adamımız tarafından kuşatıldın. Mutlaka bugün burada yaptığın bu hareketin karşılığının ölüm hatta daha kötüsü hapis ve işkence olduğunu biliyorsundur. Eğer hala fark etmediysen düşmanlarımıza nazik davranmayız biz."
"Kesinlikle fark ettim General ve buna hayranlık duyuyorum," diye cevapladı. "Fakat kılıma zarar veremezsiniz. Hiç biriniz."
Öfkeye kapılarak kafasını salladı.
"Düşündüğümden de aptalsın," dedi. "Altın asayı ben taşıyorum. Tüm ordularımız ben ne dersem onu yapar. Harfiyen uygularlar.
"Öyle mi?" diye sordu yavaşça, yüzünde bir gülümsemeyle.
Volusia yavaşça döndü ve açık pencereden dışarıya, artık delirme haline geçen insanların omzunda sanki bir şehit gibi şehir boyunca taşınan Prens'in bedenine baktı.
Sırtı ona dönükken boğazını temizleyip devam etti.
"Kuvvetlerinizin, General," dedi, "iyi eğitimli olduklarına ya da asayı tutan her kimse ona boyun eğeceklerine şüphem yok. Namları herkesçe bilinir. Benim ordumdan daha büyük olduklarını da biliyorum. Buradan çıkış olmadığını da. Fakat görüyorsunuz ya kaçmak da istemiyorum. Buna gerek duymuyorum."
Ona şaşırarak bakıyordu. Volusia döndü ve pencereden dışarı bakıp avluyu gözleriyle taradı. İleride kalabalık içinde durarak diğer herkesi es geçip parlayan yeşil gözleri ve siğillerle dolu yüzüyle sadece ona bakan büyücüsü Koolian'ı gördü. Siyah peleriniyle onu kalabalıkta fark etmemek imkansızdı, kolları sakince göğsünde birleşmiş, başlığının kısmen altında kalan beyaz yüzüyle Volusia'ya bakıp emrini bekliyordu. Büyücü bu kargaşaya boğulmuş şehirde durgun, sabırlı ve disiplinli tek insan olarak orada duruyordu.
Volusia ona zar zor fark edilir bir baş işareti yaptı ve onun da anında karşılık verdiğini gördü.
Volusia yüzünde bir gülümsemeyle yavaşça döndü ve generali karşısına aldı.
"Şimdi bana asayı verebilirsin," dedi, "ya da hepinizi öldürüp onu kendim alabilirim."
General şaşkınlıkla ona baktı sonra kafasını sallayıp ilk kez olarak gülümsedi.
"Sanrılar içindeki insanları bilirim," dedi. "Onlardan birine yıllar boyu hizmet ettim. Fakat sen… senin nev-i şahsına münhasırsın. Pekala. Bu şekilde ölmek istiyorsan, öyle olsun."
Öne adım atıp kılıcını çekti.
"Seni öldürmekten keyif alacağım," diye ekledi. "Senin yüzünü gördüğüm andan itibaren bunu istemiştim. Tüm bu kibir bir adamı hasta etmeye yeter."
Ona yaklaşırken, Volusia döndü ve aniden Koolian'ın odada yanı başında durduğunu gördü.
Koolian dönüp ona baktı, aniden ortaya çıkışı onu şaşırtmıştı. Orada kımıldamadan dururken bunu beklemediği ve ne amaçla burda olduğunu anlamadığı aşikardı.
Koolian siyah başlığını çekti ve çok solgun, kafasının arkasına doğru yuvarlanan beyaz gözlere sahip korkunç yüzüyle ona küçümseyerek baktı ve yavaşça avuçlarını kaldırdı.
Bunu yapar yapmaz tüm kumandanları ve adamları dizlerinin üstüne çöktüler. Çığlık atarak ellerini kulaklarına götürdüler.
"Durdur bunu!" diye bağırdı.
Sırasıyla her birinin kulaklarından yavaşça kanlar damladı ve hareketsiz bir biçimde taş zemine düştüler.
Ölmüşlerdi.
Volusia yavaşça öne geldi, sakince uzandı ve kumandanın ölü ellerinden altın asayı aldı.
Yukarıya kaldırarak ışık altında inceledi, ağırlığına, parlaklığına hayran kaldı. Uğursuz bir şeydi.
Yüzüne kocaman bir gülümseme kondu.
Hayal ettiğinden bile daha ağırdı.
Volusia hendeğin hemen önünde, Maltolis'in şehir duvarlarının dışında, arkasında büyücüsü Koolan, suikastçısı Aksan, Volusia kuvvetlerinin kumandanı Soku dururken önünde toplanan kalabalık Maltolisia ordusuna baktı. Göz alabildiğine düzlüğün tamamı Maltolis'in adamlarıyla doluydu. İki yüz bin adam, daha önce gördüğü tüm ordulardan bile daha büyüktü. Onun için bile bu manzara hayranlık uyandırıcıydı.
Orada sabırla, liderleri olmadan ona yani yükseltilmiş kürsüsünde onlara gözlerini diken Volusia'ya bakıyorlardı. Gergin hava elle tutulur gibiydi ve Volusia hepsinin bekleyerek durumu tarttıklarını gördü. Onu öldürmeliler miydi? Yoksa ona hizmet mi etmeliydiler?
Volusia gururla onlara baktı, kaderinin önünde durduğunu hissederken altın asayı kafasının üstüne doğru kaldırdı. Her taraftan onu ve güneş altında parlayan asayı görmeleri için yavaşça dört bir tarafa döndü.
"HALKIM!" diyerek kükredi. "Ben Volusia Tanrıçasıyım.Prensiniz öldü. Artık asanın sahibi olarak bana itaat edeceksiniz. Bunu yaptığınızda gönlünüzden geçen tüm zafer ve zenginlik sizin olacak. Burada kalırsanız, hayatınızı harcayıp bu yerde, sizi aslında hiç sevmemiş olan liderinizin cesedinin gölgesinde, bu duvarların gölgesinde yitip gidersiniz. Ona delilikte hizmet ettiniz bana zafer ve fetihte hizmet edecek, nihayet hak ettiğiniz lidere sahip olacaksınız."
Volusia asayı daha yukarı kaldırarak onlara baktı ve disiplin okunan bakışlarıyla buluşup kaderini hissetti. Yenilmez olduğunu, önünde hiç bir şeyin, hatta buradaki binlerce adamın bile duramayacağını hissetti. Dünyanın geri kalanının yaptığı gibi önünde diz çökeceklerini biliyordu. Bunu zihninin gözüyle görmüştü, nihayetinde o bir tanrıçaydı. İnsan oğluna üstün gelen bir dünyaya aitti. Başka ne şansları vardı ki?
Bunu öngördüğü kadar emin şekilde, zırhların çınlamasından çıkan sesler yavaşça duyuldu, teker teker bütün adamları, sırasıyla hepsi önünde diz çöküyordu ve bunu yaparken zırhlarından çıkan sesler tüm çölde yankılanıyordu.
Yavaşça ve tekrar tekrar "VOLUSIA!" diye mırıldandılar.
“VOLUSIA!”
“VOLUSIA!”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Godfrey, köle grubunun içerisine sıkışırken ensesinden terin boşaldığını hissetti, Volusia sokaklarında ilerlerken ortada sıkışıp kalmamaya gayret ediyordu. Bir başka kırbaç sesi havayı deldi ve Godfrey arkasında hissettiği darbelerle acı içinde haykırdı. Bunların hedefinde daha çok o olduğu için yanındaki kadın köle çok daha yüksek sesle bağırmıştı. Kırbaç sertçe arkasını vurduğunda kadın bağırarak öne tökezlemişti.
Godfrey içgüdüsel olarak uzandı ve düşmeden önce onu tuttu, bunu yaparak hayatını riske attığını biliyordu. Kadın kendini dengeledikten sonra yüzünde okunan panik ve korkuyla ona döndü. Kim olduğunu görünce gözleri şaşkınlıkla açıldı. Onu yani yanında açık tenli, zincirleri olmadan özgürce yürüyen bir insanı görmeyi beklemediği