Kardeşlerin Yemini . Морган Райс
kaderlerine, olması gereken her neresiyse oraya gittikçe yaklaştıklarını hissetti. Elbette, oraya ulaşmalarına izin veremezdi, bir an önce hamlesini yapması gerekiyordu. Volusia'nın içine girme amacına ulaşmıştı fakat artık hepsi yakalanmadan bu gruptan bir an önce ayrılmalılardı.
Godfrey etrafına bakınca kalbini yerinden oynatan bir şey gördü: köle efendiler, şimdi köle konvoyunun en önünde toplanıyorlardı. Bu elbette çok mantıklıydı. Tüm kölelerin bir arada zincirlendiklerine bakılırsa kaçacakları bir yer olamazdı ve köle efendilerinin artık arka tarafı korumak gibi bir zorunlulukları yoktu. Köleleri sıralarında bir aşağı bir yukarı kırbaçlamaya devam eden yalnız köle efendisi dışında konvoyun arkasından dikkat çekmeden sıvışırken onları durdurabilecek kimse yoktu. Kaçıp gizlice Volusia sokaklarına karışabilirlerdi.
Godfrey çabuk hareket etmeleri gerektiğini biliyordu fakat bu cesur hamleyi yapmayı ne zaman aklından geçirse kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Zihni ona gitmesini söylüyor fakat vücudu sürekli olarak duraksıyordu, cesaretini bir türlü toplayamıyordu.
Godfrey hala burada olduklarına, bu duvarların içine gerçekten geçtiklerine inanamıyordu. Bu rüya gibiydi fakat bu rüya gittikçe kötüleşiyordu. Şarabın yarattığı baş dönmesi geçiyordu ve etkisini yitirdikçe tüm bunların ne kadar korkunç bir karar olduğunu anlıyordu.
"Buradan çıkmamız gerek," diyerek öne eğildi Merek, fısıltısı aceleydi. "Hareket etmemiz gerekiyor."
Godfrey kafasını sallayıp yutkundu, ter gözlerine batıyordu. Bir yanı haklı olduğunun farkındaydı, fakat diğer bir yanı kesinlikle en doğru zamanı bekliyordu.
"Hayır," diye cevapladı. "Henüz değil."
Godfrey etrafına baktı, sadece koyu tenli olanlar değil her türden kölenin zincirlenerek Volusia sokaklarında sürüklendiklerini gördü. İmparatorluk güçleri sanki İmparatorluk'un her köşesinden topladıkları ırkları yani İmparatorluk ırkından olmayan, parlak sarı tenleri, ekstra uzunlukları, geniş omuzları ve kulak arkasındaki küçük boynuzları olmayan tüm herkesi köle yapmayı başarmıştı.
"Ne bekliyoruz?" diye sordu Ario.
"Açık sokaklara kaçacak olursak," dedi Godfrey, "çok dikkat çekmiş oluruz. Yakalanabiliriz de. Beklemeliyiz."
"Neyi beklemeliyiz?" diye ısrar etti Merek, sesi öfkeliydi.
Godfrey kafasını salladı, afallamıştı. Planı kötüye gidiyor gibi hissediyordu.
"Bilmiyorum," dedi.
Bir köşeyi daha döndükleri sırada tüm Volusia şehri önlerine serildi. Godfrey bu manzaraya hayranlıkla baktı.
Gördüğü en inanılmaz şehirdi burası. Godfrey, bir kralın oğlu olarak büyük, heybetli , zengin ve sağlam şehirlerde bulunmuştu. Dünya üzerindeki en güzel şehirlerden bazılarına gitmişti. Bunların içinden sadece bir kaçı, Savaria, Silesia ya da en önemlisi Kraliyet Sarayı'na rakip olabilirdi. Öyle kolay etkilenmezdi.
Fakat daha önce böyle bir şey görmemişti. Burası güzelliğin, nizamın, gücün ve zenginliğin evet kesinlikle en çok da zenginliğin birleşimiydi. Godfrey'in gözüne ilk çarpan heykeller olmuştu. Şehir boyunca her tarafta Godfrey'in tanımadığı tanrılara ait heykeller vardı. Bir tanesi deniz tanrısı, diğeri gök tanrı, diğeri dağların tanrısı gibi duruyordu. Her yerde onlara selam veren küme küme insanlar vardı. Uzakta, otuz metre yüksekliğinde devasa bir altın heykel, Volusia şehrine tepeden bakıyordu. İnsanlar bunun önünde eğiliyorlardı.
Godfrey'i şaşırtan diğer bir manzara ise altından yapılma, parlak, kusursuz sokaklardı. Herşey mükemmel derecede titiz ve temizdi. Tüm binalar taştandı ve mükemmel şekillere sahipti, bir taş bile yanlış dizilmemişti. Şehir sokakları bitmek tükenmek bilmez gibiydi, şehir ufka kadar uzuyordu. Onu daha da çok şaşırtan şey ise kanallar ve su yollarının bazen kemerli, bazen dairesel şekillerle gelip sokaklarla kesişmesi ve okyanusun mavi dalgalarını taşıyarak şehrin yağ gibi akmasını sağlamasıydı. Bu suyolları sokakların altından girip üstünden çıkarak onları çapraz şekilde kesen zarif, işlemeli altın damarlarla doluydu.
Şehir limandan yansıyan ışıklarla doluydu, çarpan dalgaların ezeli sesleri baskındı. Bir atnalı şeklindeki bu şehir kıyı limanını sarıyor ve dalgalar altın dalgakırana çarpıyorlardı. Okyanusun parlak ışıkları arasında tepeden yansıyan iki güneşin ışınları ve ezeli altın manzarayla Volusia gözleri kamaştırıyordu. Hepsini çerçeveleyen liman girişinde yükselen iki sütun neredeyse gökyüzüne değiyor ve güç abidesi olarak duruyorlardı.
Godfrey, şehrin göz korkutmak için oluşturulduğunu, zenginliğinin dışarıya başarıyla aktarıldığını fark etti. Bu, kalkınma ve medeniyet emarelerini bariz şekilde gösteren bir şehirdi ve eğer Godfrey burada yaşayanların zulümlerinden haberdar olmasa kendisi de bu şehre bayılabilirdi. Burası Halka'da olan her şeyden çok daha farklıydı. Halka'nın şehirleri destek, koruma ve savunma için inşa edilmişti. Tıpkı halkı gibi oldukça mütevazi ve gösterişsizdi. İmparatorluk'un bu şehirleri ise açık ve korkusuzlardı ayrıca zenginliği sürdürmek için inşa edilmişlerdi. Godfrey bunun mantıklı olduğunu fark etti neticede İmparatorluk şehirlerinde saldırılardan korkacak kimse yoktu.
Godfrey ileriden gelen bir feryat duydu ve dar sokağı geçip köşeden döndüklerinde aniden önlerinde geniş bir avlu ile arkasındaki liman göründü. Burası taştan yapılma geniş bir meydandı, şehrin en büyük kavşaklarını oluşturan onlarca sokak çeşit çeşit yönlere uzanıyordu. Tüm bunlar yaklaşık yirmi metre yukarıya uzanan taştan bir kemerden bakılınca görülebiliyordu. Godfrey hemen buradan geçer geçmez açık alana varacaklarını ve diğer herkesle birlikte görünür olacaklarını anladı. Farklı yönlere dağılamayacaklardı.
Daha da fenası, Godfrey her yönden akın akın gelen, köle efendiler tarafından yönlendirilen köleler görüyordu, bu insanlar İmparatorluk'un dört bir yanından farklı ırklara mensup kölelerdi, hepsi zincire vurulmuş ve okyanusun dibindeki yüksek bir platforma doğru sürükleniyorlardı. Köleler platformun üzerinde ayakta dururken, zengin İmparatorluk halkı onları inceleyip tekliflerini sunuyorlardı. Sanki bir açık arttırmadalardı.
Bir tezahürat sesi geldiğinde Godfrey bir İmparator soylusunun beyaz tenli, uzun ve tel tel saçlı bir kölenin çenesini incelediğini gördü. Soylu memnuniyetle kafasını sallayınca, köle efendilerden biri gelip sanki bir işi sonuca bağlamış gibi köleyi prangaya vurdu. Köle efendi köleyi gömleğinin arkasından tutup platformdan aşağı yüzü koyun fırlattı. Adam uçarak sert bir şekilde yere çarptı ve kalabalık neşeyle tezahüratta bulunurken çok sayıda asker öne gelip onu sürükledi.
Şehrin bir başka köşesinden başka bir köle grubu daha çıktığında Godfrey içlerinden en irilerinin, diğerlerine göre yaklaşık otuz santim daha uzun, güçlü ve sağlıklı olanının itilip kakıldığını gördü. Bir İmparatorluk askeri baltasını kaldırınca köle duruma kendini hazırlamaya çalıştı.
Fakat köle efendi baltasını kafasına indirmek yerine zincirleri kopardı; metalin taşa çarpma sesi avlu boyunca kulaklarda çınladı.
Köle aklı karışmış bir halde köle efendiye baktı.
"Özgür müyüm?" diye sordu.
Fakat çok sayıda asker öne atılıp kölenin kollarını tutarak limanın dibinde yer alan heykelin, ayaklarının dibine dalgalar çarparken parmağıyla denizi işaret eden bir başka büyük, altından yapılma Volusia heykelinin altına sürüklediler onu.
Askerler adamın yüzü yere gelecek şekilde, heykelin altında onu sıkı sıkı tutarken kalabalık da etrafına toplandı.
Adam, "HAYIR!" diye bağırdı.
İmparatorluk