Arena İki . Морган Райс

Arena İki  - Морган Райс


Скачать книгу
Hatırlayabildiğim kadarıyla hiç gün aydınlıkken uyumamıştım ve bu beni şaşırtıyor. Çabucak eşyalarımı alıp Logan’a bakıyorum. Logan gözlerini nehire dikmiş, direksiyonun başında sabırla duruyor, Hudson’u dolaşıyor. Dönüp Ben’i görüyorum. Başı elerinin arasında, gözleri nehire dalmış, kendi dünyasında kaybolmuş. Teknenin diğer tarafında Bree oturuyor. Gözleri kapalı, koltuğuna yaslanmış ve yeni arkadaşı Rose ona sarılmış omuzunda uyuyor. Yeni evcil hayvanımız tek gözlü Chihuahua kucağında kıvrılmış kestiriyor.

      Ben de uyuyakaldığım için şaşkınım. Ama yere eğildiğimde elimde yarım şişe şampanya olduğunu farkediyorum. Alkolü farkediyorum. Yıllardır almadığım, adrenalin dolu günler ve uykusuz pek çok gece ile birleşen alkol beni bayıltmış olmalı.

      Vücudum haşat, çok ağrılı ve yara bere içinde. Bu yüzden uyuyakalmış olmalıyım. Kendimi suçlu hissediyorum. Daha önce Bree’yi gözümün önünden hiç ayırmamıştım. Ama Logan’a bakınca onun güçlü duruşunu görüyorum. O etrafımızdayken, bunu yapacak kadar güven duymam gerektiğini anlıyorum. Bazı yönleriyle babama yeniden kavuşmak gibi. Bu yüzden mi onu düşünüyorum?

      “Geri dönmen güzel.” diyor Logan derin bir sesle. Bana doğru bakarken dudaklarının kenarında küçük bir gülümseyiş oynuyor.

      Öne eğilip bir tereyağı gibi ikiye böldüğümüz önümüzdeki nehire bakıyorum. Motorun gürültüsü kulakları sağır ediyor, tekne biraz sallanarak, ince hareketlerle yukarı aşağı hareket ediyor. Buz gibi su zerreleri doğruca yüzüme vuruyor ve eğilip günlerdir hala aynı giysilerin içinde olduğumu görüyorum. Ter, kan ve su zerrecikleriyle kaplanmış giysilerim bedenimi sarıyor ve şimdi su zerrecikleriyle nemliler. Islağım, üşüyorum ve açım. Sıcak bir duş, sıcak çikolata, gürül gürül yanan bir şömine ve yeni giysiler için her şeyi yapabilirim.

      Ufku tarıyorum: Hudson uçsuz bucaksız, büyük bir deniz gibi. Her iki kıyıdan da uzak durarak ortadan devam ediyoruz. Logan olası avcılardan bizi koruyor böylece. Köle tüccarlarını hatırlayarak, bir iz var mı diye dönüp arkaya bakıyorum. Bir şey görmüyorum.

      Geriye dönüp ufukta bizden önce başka tekneler var mı diye bakıyorum. Hiçbir şey yok. Bir hareket olup olmadığını görmek için kıyı şeridini tarıyorum. Yok. Sanki dünyada bir tek biz varmışız gibi. Aynı anda hem rahatlatıcı hem üzücü.

      Yavaş yavaş gevşiyorum. Sanki sonzuza kadar uyumuşum gibi. Ama güneşin pozisyonuna bakınca öğlen saatleri olduğunu görüyorum. Bir saatten fazla uyumamalıydım, en çok. Tanıdık gelen bir kara parçası görmek için etrafıma bakıyorum. Olanlardan sonra neredeyse eve yaklaşıyoruz. Ama göremiyorum.

      “Ne zamandır dışarıdayım?” diye soruyorum Logan’a.

      Omuzunu silkiyor. “Belki bir saat.”

      Bir saat, diye düşünüyorum. Sonsuzluk kadar uzun gibiydi.

      Gaz göstergesini okuyorum ve yarısının boş olduğunu söylüyor. Bu iyiye işaret değil.

      “Yakıt bulabileceğimiz bir yer var mı?” diye soruyorum.

      Sorduğum an bunun aptalca bir soru olduğunu anlıyorum.

      Logan bana gerçekten mi? der gibi bakıyor. Elbette bir yakıt deposu görse oraya uğrardı.

      “Neredeyiz?” diye soruyorum.

      “Bu kısım sana ait,” diyor. “Ben de sana aynı soruyu soracaktım.”

      Nehri tekrar gözden geçiriyorum ama hala bir şey göremiyorum. Bu Hudson’la ilgili bir konu. Nehir çok geniş ve sonsuza kadar uzayıp gidiyor. Birinin yolunu kaybetmesi çok kolay.

      “Beni neden uyandırmadın?” diye soruyorum.

      “Neden uyandırayım? Uykuya ihtiyacın vardı.”

      Ona ne söyleyeceğimi kesinlikle bilmiyorum. Bu Logan’la ilgili: Ondan hoşlanıyorum ve onun da benden hoşlandığını hissediyorum. Bunları birbirimize söyleyip söylemeyeceğimizi ise bilmiyorum. Daha da kötüsü o da ben de bundan kaçınıyoruz.

      Altımızda beyaz su köpükleri ile sessizce yol alıyoruz. Böylece ne kadar gideceğimizi merak ediyorum. Yakıtımız bitince ne yapacağız?

      Uzakta, ufukta bir şey farkediyorum. Bu, suyun içinde bir çeşit binaya benziyor. Önce bir şeyler gördüğümden emin olamıyorum ama sonra Logan başını çevirip gözünü dört açıyor ve onun da görmüş olduğunu anlıyorum.

      “Sanırım bu bir köprü.” diyor. “Yıkık bir köprü.”

      Doğru söylediğini anlıyorum. Yaklaştıkça büyüyen kıvrık ve çok yüksek bir metal parça, cehenneme yükselen bir anıt gibi.

      Bu köprüyü anımsıyorum: bir zamanlar köprü nehrin üzerine güzelce kuruluydu. Şimdi ise keskin açılarla suyun içine dalan devasa hurda metal yığını.

      Biz yaklaşırken Logan tekneyi yavaşlatıyor, motorlar susuyor. Hızımız düşüyor ve tekne şiddetle iki yana sallanıyor. Sivri uçlu metal parçaları fırlıyor her yerden ve Logan kendisine küçük bir çıkış yolu bulmak için tekneyi sağa sola çeviriyor. Üzerimize doğru eğilen köprünün kalıntılarına bakıyorum. İnsanlığın, birbirini öldürmeye başlamadan önce yüzlerce metre yükseklikte köprü yapabildiklerinin bir kanıtı gibi görünüyor.

      “Tappan Zee,” diye uyarıyorum. “Şehrin bir saat kadar kuzeyindeyiz. Peşimizden gelirlerse onları atlatırız.”

      “Peşimizden gelecekler.” diyor. “Bundan emin olabilirsin.”

      Ona bakıyorum. “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

      “Onları tanıyorum. Asla unutmazlar.’’

      Son metal yığınını geçerken Logan hızı arttırıyor ve biz öne doğru hızlanırken arkama yaslanıyorum.

      “Bizden ne kadar uzakta olduklarını düşünüyorsun?” diye soruyorum.

      Ufka bakıyor endişeyle. Sonra omuzlarını silkiyor.

      “Söylemek zor. Askerlerin hareketinin ne kadar süreceğine bağlı. Çok kar var ve bu bizim için iyi. Belki üç saat? Belki altı saat, eğer şanslıysak. İyi olan şey bu teknenin hızlı olması. Sanırım yakıtımız olduğu sürece onları atlatabiliriz.”

      “Ama yapamayız.” diyorum açıkça göstererek. “Dolu depo ile ayrıldık, şu an yarısı boş. Bir iki saat içinde tamamen boşalacak. Kanada çok uzak. Nasıl yakıt bulacağımızı düşünüyorsun?”

      Logan suya gözlerini dikmiş düşünüyor.

      “Başka şansımız yok.” diyor. “Bulmak zorundayız. Başka yol yok. Duramayız.”

      “Bir yerde dinlenmemiz gerekecek.” diyorum. “Yiyeceğe ve sığınacak bir yere ihtiyacımız olacak. Tüm gün ve gece bu soğukta kalamayız.”

      “Aç kalmak ve donmak, köle tüccarlarına yakalanmaktan iyidir.” diyor.

      Nehrin ilerisindeki babamın evini düşünüyorum. Şimdi önünden geçeceğiz. Yaşlı köpeğim Sasha’yı gömmek için ettiğim yemini anımsıyorum. Ayrıca taştan yapılmış bu yazlık evden alabileceğimiz ve bizi günlerce ayakta tutabilecek yiyecekleri düşünüyorum. Fazladan giysi, battaniye ve kibriti saymıyorum bile.

      “Ben durmak istiyorum.”

      Logan bana dönüp sanki deliymişim gibi bakıyor. Bundan hoşlanmadığını görebiliyorum.

      “Neden bahsediyorsun sen?”

      “Babamın evi. Catskill’de. Buradan bir saat kadar kuzeyde. Orada durmak istiyorum. Alabileceğimiz birçok şey var orda. İhtiyacımız


Скачать книгу