Arena İki . Морган Райс

Arena İki  - Морган Райс


Скачать книгу
Logan’la tekrar konuşmalıyım.

      “Haklısın.” diyorum yumuşak bir sesle. “Söz verdim ve evet, duracağız.”

      Logan keyfi kaçık biçimde arkasını dönüyor.

      “Peki ya sonra?” diye soruyor Rose. “Sonra nereye gideceğiz?”

      “Nehrin yukarısına doğru gitmeye devam edeceğiz.” diye açıklıyorum.  “Bizi götürdüğü yere kadar.”

      “Nehir nerede bitiyor?” diye soruyor.

      Bu iyi bir soru ve ben bunu çok daha derin bir soru olarak algılıyorum. Bunların hepsi nerede bitecek? Biz ölünce mi? Biz kurtulunca mı? Hiç bitecek mi? Görünürde herhangi bir son var mı?

      Yanıtım yok.

      Dönüyorum ve diz çöküp onun gözlerine bakıyorum. Ona umut vermek istiyorum. Yaşamak için bir neden.

      “Huzurlu bir yerde bitecek.” diyorum. “Gittiğimiz yerde her şey yeniden çok güzel olacak. Parıldayan tertemiz sokaklar, her şey yeniden mükemmel ve güvenli. Orada insanlar olacak, dost insanlar. Bizi alacaklar ve koruyacaklar. Yiyecek de olacak. Her zaman yiyebileceğin gerçek yiyecekler. Bugüne kadar gördüğün en güzel yer olacak orası.”

      Rose’un gözleri kocaman açılıyor.

      “Gerçekten mi?” diye soruyor.

      Başımla onaylıyorum. Yavaşça gülümsemeye başlıyor.

      “Oraya ulaşmamız ne kadar sürer?”

      Gülümsüyorum.  “Bilmiyorum tatlım.”

      Bree, Rose’dan daha alaycı.

      “Bu gerçekten doğru mu?” diye soruyor yumuşakça. “Öyle bir yer gerçekten var mı?”

      “Var.” diyorum ona sesimi en inandırıcı tona ayarlamaya çalışarak. “Doğru değil mi Logan?”

      Logan bakıp kısaca onaylıyor ve tekrar arkasını dönüyor. Kanada’ya tek inanan, vadedilmiş topraklara inanan o. Şimdi nasıl inkar edebilir ki?

      Hudson dönüp kıvrılarak daralıyor sonra yeniden genişliyor. Sonunda tanıdık bir araziye giriyoruz. Tanıdık eski yerleri hızla geçerek babamın evine daha çok yaklaşıyoruz.

      Başka bir kıyıya dönüyoruz ve yalnızca kayalık bir yüzeyi olan, küçük, ıssız bir ada görüyorum. Üzerinde, ışığı uzayıp giden harabeden daha kötü bir deniz feneri oturuyor.

      Başka bir kıyıya dönüyoruz ve uzakta, daha birkaç gün önce köle tüccarlarından kaçarken üzerinden geçtiğim köprüyü farkediyorum. Orada, köprünün tam ortasında, sanki tam orta yere yıkıcı bir top atılmış gibi ucu açık koca bir delik haline gelmiş merkezi görüyorum. Eskiden, Ben ile birlikte motosikletlerimizle orada yarış yaptığımız zaman neredeyse içine düşeceğimiz gün geldi aklıma. Hala inanamıyorum. Neredeyse varmak üzereyiz.

      Yaklaştıkça, o gün Ben'in beni nasıl kurtardığını anımsıyorum. Dönüp ona bakıyorum; suratı asık bir şekilde suyun içine bakıyor.

      “Ben…” diye sesleniyorum.

      Dönüp bana bakıyor.

      “Şu köprüyü hatırlıyor musun?”

      Köprüye doğru dönüp baktığında gözlerinde bir korku belirdiğini fark ediyorum. Hatırlıyor.

      Bree dirseği ile beni dürterek, “Penelope'a kurabiyelerimden versem olur mu?” diye soruyor.

      “Ben de!” diye giriyor araya Rose.

      “Elbette…” diyorum yüksek sesle Logan duyabilsin diye. Buradaki tek sorumlu o değil; biz de bize ait olan yiyeceklerimizle istediğimizi yapabiliriz.

      Rose'un kucağındaki köpek, sanki aramızda geçen diyaloğu anlamışçasına birden canlanıyor. Bu, gerçekten inanılmaz. Böylesi zeki bir hayvan şimdiye kadar hiç görmedim.

      Bree, kurabiyelerinden birini köpeğe vermek için uzandığında elini tuturak onu durduruyorum.

      “Bekle…” diyorum. “Onu besleyeceksen şayet, bir ismi olmalı; öyle değil mi?”

      “Ama tasması yok ki…” diyor Rose. “İsmi herhangi bir şey olabilir.”

      “O, artık senin köpeğin.” diyorum. “Ona yeni bir isim koy.”

      Rose ve Bree birbirlerine bakıyorlar.

      “Ne koysak ki?” diye soruyor Bree.

      “Penelope nasıl?” diyor Rose.

      “Penelope!” diye haykırıyor Bree. “Sevdim!”

      “Ben de sevdim.” diyorum.

      “Penelope!” diye çağırıyor köpeği Rose.

      İnlinçtir ki, köpek bu ismi duyar duymaz dönüp  bakıyor; sanki gerçek ismi buymuş gibi.

      Bree, uzanıp köpeğe kurabiyelerinden verirken gülümsüyor. Penelope, kurabiyeyi elinden kaptığı gibi bir çırpıda midesine indiriyor. Bree ve Rose neşe içinde aralarında gülüşüyorlar ve Rose da kurabiyesinden kalanı köpeğe veriyor. Penelope onu da bir çırpıda midesine indiriyor. Ben de son kurabiyemi ona veriyorum. Penelope heyecan içinde üçümüze bakarak üç kez havlıyor.

      Hep birlikte gülüyoruz. Bir an için, neredeyse tüm sıkıntılarım aklımdan uçup gidiyor.

      Ama tam o anda, uzaktan, Bree'nin arkasında gözüm bir şeye takılıyor.

      “İşte!” diyorum Logan'a, sol tarafı göstererek. “Gitmemiz gereken yer orası. O tarafa dön!”

      Hudson'un buzları üzerinde Ben ile birlikte motosikletlerimizle geçtiğimiz yarımadayı görüyorum. Bana o günü, o yarışın ne denli çılgınca bir şey olduğunu anımsatıyor. Hala hayatta olmam bir mucize.

      Logan, takip eden var mı diye arkasını kolaçan ediyor; ardından, gönülsüz bir şekilde, yavaşlayarak o tarafa yöneliyor ve bizi körfeze doğru götürüyor.

      Yarımadanın ağzına vardığımızda gergin ve dikkatli bir biçimde etrafa bakınıyorum. İç kısımlara doğru giden yolu takip ederek ilerliyoruz. Kıyıya artık çok yakınız; yıkık dökük su kulesini geçince oradayız. Devam ediyoruz ve çok geçmeden, kasabanın harabeleri boyunca direk merkeze doğru yol alıyoruz. Catskill… Kıyıları yanmış binalarla dolu ve sanki bombalanmış gibi harap bir görünüme sahip kasaba…

      Yavaş yavaş merkeze yaklaştıkça iyice gerginleşmeye başlıyoruz. Sahil, artık bir adım ötemizde sanki… Pusuya yakalanıyoruz; farkında olmadan elimi, belimdeki bıçağıma atıveriyorum. Logan da aynı şekilde…

      Arkamı dönüp Ben'i kontrol ediyorum; adeta, taş kesilmiş gibi kaskatı durmakta.

      “Kamyon nerede?” diye soruyor Logan gergin bir ses tonuyla. “Çok fazla merkeze doğru gitmeyeceğim, haberiniz olsun. Herhangi bir şey olursa, en hızlı şekilde Hudson'a gidebilmeliyiz. Bu, bir ölüm tuzağı…” diyor dikkatle sahili gözlemleyerek.

      Benim de gözüm sahilde. Ama görebildiğim kadarıyla sahilde tek bir hayat belirtisi dahi yok; öylesine boş, öylesine ıssız ve öylesine donuk.

      “Şuraya bak!” diyorum parmağımla işaret ederek. “Orası, eski kulübe mi? İç kısımda…”

      Logan, otuz metre kadar daha giderek kulübeye doğru dönüyor. Tam orada, küçük eski bir rıhtım var. Logan, botu sahilden bir fit uzağa çekmeği başarıyor. Motoru durdurup çapayı tuttuğu gibi denize fırlatıyor. Ardından botun halatını alarak bol bir düğüm atıyor ve onu rıhtımdaki paslı metal direğe fırlatıyor. Direğe attığı halatı çekerek bizi kıyıya kadar  yanaştırıyor ve halatı sıkılaştırıyor.


Скачать книгу