Arena İki . Морган Райс

Arena İki  - Морган Райс


Скачать книгу
Bree aniden ayağa kalkarak kıyıya, direk karın içine atlıyor.

      Ellerini beline koymuş bir vaziyette kıyıda ayakta durarak karşı koyar bir ifadeyle bana bakıyor.

      “Anca beraber, kanca beraber!” diyor.

      Bu tutumu üzerine tek yapabildiğim derin bir nefes almak oluyor. Zira, biliyorum ki bir kere bir şeye karar verdiyse bir daha geri adım atmaz.

      Onun yanımda olması sorumluluğumu daha da arttırıyor ama bir yanım, onun  sürekli gözümün önünde olmasından oldukça memnun. Hem, onu vazgeçirmeye çalışmak sadece zaman kaybı olacak.

      “Tamam…” diyorum. “Ama yanımdan bir adım bile ayrılmayacaksın, söz mü?”

      Başıyla tasdik ederek, “Söz!” diyor.

      “Korkuyorum!” diyor Rose gözleri açık bir şekilde Bree'ye bakarak. “Bottan inmek istemiyorum. Penelop ile birlikte burada kalmak istiyorum. Olur mu?”

      “Elbette…” diyorum. Bir de onun sorumluluğunu almak istemiyorum.

      Ben'e dönüyorum.  O da üzgün gözlerle bana bakıyor. O bakışları görmemek için başımı çevirmek istiyorum ama duygularımı kontrol ederek kendimi zorluyorum.

      “Sen geliyor musun?” diye soruyorum, "Evet" demesini ümit ederek. Beni hayal kırıklığına uğratıp botta kalmayı tercih eden Logan'a sinirliyim. Çünkü gerçekten bir desteğe ihtiyacım var.

      Fakat Ben, hala şaşkın bir ifade ile sadece bana bakıyor. Sanki beni anlamamış gibi bir ifade var yüzünde. Çevresinde olup bitenleri tam anlamıyla kavrayıp kavrayamadığını merak ediyorum doğrusu.

      “Geliyor musun?” diye soruyorum daha vurgulu bir şekilde. Zira, bu durumda gösterecek sabrım yok.

      Yavaşça kafasını sallayarak geriliyor. Gerçekten gelmeyecek. Onu affetmeye çalışıyorum  ama bu, çok zor.

      Bottan inmek üzere arkamı dönüyorum ve rıhtıma atlıyorum. Karaya ayak basmış olmak çok güzel bir duygu.

      “Bekle!”

      Arkamı döndüğümde Logan'ın kaptan koltuğundan kalktığını görüyorum.

      “Böyle bir rezalet olacağını biliyordum zaten.” diyor.

      Botun içinde eşyalarını toplamaya başlıyor.

      “Ne yapıyorsun?” diye soruyorum.

      “Sence?” diye soruyor. “Sizi yalnız gönderecek değilim.”

      O anda içim rahatlıyor. Tek başıma gidecek olsaydım, o kadar umursamazdım ama Bree'yi de kollamak için bir kişinin daha olması beni çok rahatlatıyor.

      Logan da bottan atlayarak rıhtıma iniyor.

      “Bak söylüyorum sana bu çok aptalca bir fikir!” diyor yanıma gelir gelmez. “Yolumuza devam etmeliyiz. Havanın kararmasına az kaldı. Gölün üstü buz tutabilir. Burada takılıp kalmamız işten  değil. Köle avcılarından hiç bahsetmiyorum bile. Sadece 90 dakikan var, anladın mı? 30 dakika gidiş, 30 dakika keşif, 30 dakika da dönüş için… Hiçbir nedenle daha fazla uzatmak yok. Aksi takdirde, seni almadan dönerim.”

      Etkilenmiş ve minnet dolu gözlerle ona bakıyorum.

      “Anlaştık!” diyorum.

      Yapmış olduğu fedakarlığı düşününce kendimi daha farklı hissediyorum. Bana karşı takındığı tüm tavırlarına rağmen, aslında beni gerçekten sevdiğini düşünmeye başlıyorum. Ve düşündüğüm kadar bencil olmadığını da…

      Tam dönüp gidecekken, bottan başka bir ses daha yükseliyor.

      “Bekleyin!” diye bağırıyor Ben.

      Dönüp bakıyorum.

      “Beni burada Rose ile yalnız bırakamazsınız! Ya biri gelirse? O zaman ne yaparım?”

      “Sen bota göz kulak ol!” diyip tekrardan gitmek için arkasını dönüyor Logan.

      “Bunu nasıl çalıştıracağımı bile bilmiyorum!” diye bağırıyor Ben. “Yanımda korunmak için silah bile yok!”

      Logan sinirli bir şekilde dönerek hızla bota yaklaşıyor ve bacağındaki kayışa taktığı silahlardan birini çıkararak Ben'e fırlatıyor. Silah, göğsüne öylesine sert çarpıyor ki Ben resmen sarsılıyor.

      Logan alaycı bir edayla, “Belki kullanmayı da öğrenirsin böylece!” diyerek tekrar dönüyor.

      Nasıl kullanacağını bile bilmediği silah elinde, çaresiz ve korkmuş bir şekilde orada öylece kalan Ben'e bakıyorum. Tam anlamıyla dehşet içinde görünüyor.

      Onu teselli etmek istiyorum. Her şeyin iyi olacağını; en kısa sürede döneceğimizi söyleyerek… Ama arkamı dönüp önümüzdeki o koskocaman sıra dağlara bakınca, ilk kez, ben bile bundan emin olamıyorum.

      İKİ

      Karın içinde hızlı adımlarla ilerliyoruz. Endişe içinde kararan gökyüzüne baktığımda zamanın baskısını hissediyorum. Arkamı döndüğümde karda beliren ayak izlerimi görüyorum ve onların ötesinde, geride, botun içinde gözleri kocaman açık bir şekilde bize bakan Rose ve Ben'i görüyorum. Rose, kendisi kadar korkmuş olan Penelop'a sıkısıkıya sarılmış. Penelope havlıyor. O üçünü botta yalnız başlarına bıraktığımız için üzülüyorum ama görevimiz için bunun gerekli olduğunun farkındayım. İhtiyacımız olan kaynakları ve yiyeceği bulabileceğimize inanıyorum ve köle avcılarından da oldukça uzakta olduğumuz düşüncesindeyim.

      Karla kaplanmış olarak hızla harap kulübeye doğru koşuyorum. Yıllar önce içine sakladığım kamyonun hala içeride olması için dua ederek eğik kapısını hızla açıyorum. Deposunda yaklaşık 8 saatlik yakıt kalmış, arabadan daha çok bir hurdayı andıran eski püskü paslanmış bir kamyonet. 23. Yol'da tökezleyince onu dikkatli bir şekilde nehrin aşağısında kalan buraya saklamıştım belki yine ihtiyaç duyarım diye. O takla attığı anda ne denli şaşırdığımı hatırlıyorum.

      Kulübenin kapısı gıcırdayarak açılıyor ve işte orada! Hala bıraktığım ilk günkü gibi samanların altında, orada öylece duruyor. İçime bir rahatlama yayılıyor. Yanına giderek samanları kaldırıyorum. Donmuş metale dokununca ellerim buz kesiyor. Kulübenin arka tarafına geçerek ambarın iki kapısını da açıyorum ve bu sayede içeriye ışık giriyor.

      “Güzel tekerler…” diyor Logan arkamdan gelip kamyoneti inceleyerek. “Bunun çalıştığına emin misin?”

      “Hayır.” diyorum. “Ama babamın evi yaklaşık 30 kilometre uzakta ve dağa tırmanma gibi bir şansımız da yok.”

      Ses tonundan, aslında bu göreve çıkmayı hiç istemedeğini, bota geri dönüp nehir boyunca yukarı gitmek istediğini anlayabiliyorum.

      Sürücü koltuğuna geçerek koltuğun altında anahtarları arıyorum. Nihayet derinlerde bir yerde elime çarpıyor. Anahtarı kontağa takıp,derin bir nefes alarak gözlerimi kapatıyorum.

      Lütfen Tanrım, lütfen!

      İlk önce hiçbir hareket yok. Kalbim duracak gibi oluyor.

      Ama anahtarı tekrar tekrar, vazgeçmeden çeviriyorum ve yavaş yavaş bir hareketlilik olmaya başlıyor. Başlangıçta sanki ölmekte olan bir kedi sesi gibi bir ses çıkıyor. Ama vazgeçmeden çevirmeye devam edince, nihayet daha çok kendini toparlamaya başlıyor.

      Hadi yavrum, hadi!

      Sonunda gürleme sesiyle birlikte hayat belirtileri göstermeye başlıyor. Arka tekerler üzerinde bariz bir şekilde hareketlilik meydana geliyor ve neticesinde


Скачать книгу