Goethe'nin Hayatı. James Sime
basamaklarda dolansa da, içeri girmeye cesaret edemedi.
Frankfurt’a vardığında, hasta genç adamı annesi ve kız kardeşi sonsuz şefkatle karşılarken onu solgun ve zayıf gören babası, büyük bir heyecanla beslediği umutların suya düşmesi karşısında hissettiği acıyı sakladı. Yeniden evinde olduğu için mutlu olan Goethe, günlerini çizim ve gravür yaparak geçiriyordu. Annette’ye küçük armağanlar gönderiyor, Oeser ve Leipzig’teki diğer dostlarına neşeyle mektuplar yazıyordu. Ancak yıl sonuna varmadan yeniden güçsüz düşen Goethe, bu kez farklı bir hastalıktan mustaripti. Oğlunun çektiği bu korkunç ıstırap karşısında ümitsizliğe sürüklenen annesi, İncil’i eline alıp gözünün takılacağı ilk cümleyi kendisine kılavuz kabul etmeye kararlıydı. Neyse ki Yeremya’nın, “Samiriye dağlarında yine bağ dikeceksin. Bağ dikenler üzümünü yiyecekler,” sözleriyle karşılaşan annesini birden rahatlama hissi sardı. Sonraları da bu söz onun en gözde “vaadi” olarak kaldı. Goethe çabucak toparlansa da 1769 yılının başlarında bir ay boyunca odasına kapanmak zorunda kaldığı bir başka hastalığa yakalandı. Böylece şiddetli biçimde sarsılan bünyesinin eski durumuna geri dönebilmesi için zamana ve ihtiyata ihtiyaç olduğu açıklık kazandı.
Annesinin en yakın dostları arasında, Moravya kilisesine bağlı ve güvenilir bir insan olan Fräulein von Klettenberg de vardı. Soylu, saf ve onurlu karakteriyle derin ölçüde mistik bir dindarlığı bünyesinde birleştirmişti. Hastayken ona çok büyük bir nezaket gösteren Fräulein von Klettenberg, Goethe’nin zihninde çok güçlü bir etki bıraktı. Bu dönemde Goethe büyük bir ciddiyetle sık sık insan yaşamı ve kaderine ilişkin en derin sorunlar üzerine düşündü. Hatta Teslis, Şeytan, Tanrı, İnsan, Düşüş ve Kurtuluş öğelerinin yer aldığı detaylı bir teolojik sistem bile kurdu. Kurumsal düşünme denemeleri, Fräulein von Klettenberg gibi Moravya kilisesine bağlı biri olan doktoru tarafından yönlendirildiği simya çalışmalarıyla bağlantılıydı. Goethe, simya yasalarıyla paralel birçok deney yürütmekle yetinmeyip bu konuyla alakalı yazılmış eline geçen tüm eski kitapları da okudu.
1769 yılı sonbaharında Breitkopf tarafından bestelenen melodileriyle birlikte yazdığı şarkı sözlerinin birkaçından oluşan bir cilt kitap Leipzig’ten ona gönderildi. Goethe artık başka işlerle meşgul olduğundan dolayı gönderilen bu kitap ona pek bir haz vermedi. İngiltere’ye giderken Frankfurt’tan geçen General Paoli’yle göz göze gelişi onu çok daha derinden etkilemişti. Paoli’nin soylu ve romantik kariyeri Boswell’in, Boswell vasıtasıyla Johnson’ın ve Korksikalı kahramanın yakında Londra’da bir araya geleceği parlak edebi topluluğun tüm diğer üyelerinin olduğu gibi Goethe’nin de şevkini alevlendirmişti.
O sıralarda Annette’nin, arkadaşı Kanne’yle nişanlandığını öğrendi. Bu haber üzerine umutsuzlukla sarsılan Goethe, son anda onların birliklerini bozacak bir şey olmasını ve arkadaşının yerini kendisinin almasını umuyordu. Öte yandan Annette onunla aynı hisleri paylaşmıyordu. Ona duyduğu aşkın neden olduğu neşe ve eziyet, evliliğiyle birlikte çok geçmeden sonsuza dek ortadan kalkacaktı.
Babası, Goethe’nin hukuk çalışmalarına mümkün olduğunca kısa bir sürede geri dönmesini çok istiyordu. Dolayısıyla evinde geçirdiği bir buçuk yıllık aradan sonra 1770 yılının Nisan ayında Strazburg’a doğru yola çıktı (çeşitli sebeplerden ötürü diplomasını burada alması gerektiğinde karar kılınmıştı). Goethe artık 21 yaşındaydı. Sağlığına tam kavuşmuş olmamasına karşın, yapması gereken işleri bitirmek için yeterince gücü olan Goethe’nin artık ölümcül bir hastalıktan mustarip olma korkusu da kalmamıştı.
Fransız Krallığı’na ait bir vilayet olsa da Alsace özünde hâlâ Almandı. Bu durum devrim zamanı insanlar, kendilerini birer Alman olarak görmeye son verip Fransa’yla bağlarından gurur duymaya başladıklarında sona erecekti. Goethe Strazburg’a vardığında yabancı bir şehre gelmiş gibi hissetmedi. Şehir gerçekten de Fransız öğelerini bünyesinde barındırsa da kendisiyle aynı dili konuşan halk, Cermen atalarının gelenek ve göreneklerini sürdürüyordu. Frankfurt’ta olduğu gibi Strazburg’da da geçmiş dönemlerden esintiler mevcuttu ve tüm bunlar Goethe’nin dikkatini hemencecik çekmişti. Özellikle de o güne dek gördüğü en görkemli yapı olan katedralden (Notre-Dame) çok etkilendi. Bu yapının hem içini hem dışını iyice inceleyen Goethe, her zaman kötülenen gotik mimarinin sıkı bir hayranına dönüştü. Özellikle günbatımında sık sık kuleye çıkıp tepeden görünen geniş ve tuhaf manzaranın keyfini çıkarıyordu.
Eski balık pazarında takıldığı hoş mekânlardan birinde, sevdiği birçok öğrenciyle buluşup akşam yemeği yediği bir masası vardı. Bu masanın başında Salzmann isminde, zevkli ve kültürlü bir adam olan orta yaşlı bir kâtip otururdu. Goethe’yi daha ilk bakıştan gözüne kestiren Salzmann, onunla felsefe üzerine tartışmalar yürütmesinin yanı sıra lisans dönemindeki çalışmalarına ilişkin ona işe yarar ipuçları da verdi. Bu masada tanıştığı bir başka kişiyse, otuz yaşında Strazburg’a tıp okumaya gelen ve geçim konusunda tanrıya bel bağlayan Jung Stilling’di. Stilling, Goethe’yle ilk karşılaşma anını hiçbir zaman unutmadı. O ve arkadaşı Herr Troost daha kimse gelmemişken masadaki yerlerini almışlardı. Çok geçmeden gelen konuklar arasında içeri canlı bir havayla giren, “büyük parlak gözlü, geniş alınlı ve güzel fizikli” genç bir adam vardı. Bu, Goethe’ydi. Stilling’in arkadaşı, “Mükemmel bir adam olmalı,” diye fısıldamıştı. Stilling de arkadaşıyla aynı görüşte olmasına karşın, Goethe’nin (sonraları hatalı bir izlenim olduğu anlaşılan) “çılgın bir genç” gibi gözükmesinden dolayı başlarını belaya sokabileceğini düşünmüştü. Sonraları bir başka akşam yemeğinde bu önyargısından ötürü konuklardan biri Stilling’e gülmüştü. Başlarda sitem ettiği Stilling’in dostluğunu kazanmaya çalışan Goethe, ona samimi bir tavırla bağlanmıştı.
Salzmann’ın vesilesiyle Goethe, Strazburg’taki birçok hanede ağırlandı. Hastalığı döneminde onu güçlü bir şekilde ele geçiren mistik fikirlerin hâlâ bir nebze etkisi altında olsa da bunlar etrafındaki sosyal hayata katılmasının önüne geçmedi. Dans partileri Frankfurt ve Leipzig’te o zamanlar yaygın değildi. Onun için büyük bir yenilik olan dansa, Goethe hiçbir zaman yeterince doyamıyordu.
Paris’e dönüş yolunda Strazburg’dan geçen genç prenses Marie Antoinette’i görme zevkini yaşadı. Haziran ayında öğrenci arkadaşı Weyland’la, Vosges dağları üzerinden Saarbrücken’e bir at gezisi yaptılar. Geri dönerken Niederbronn’da karşısına çıkan antik sütunlar, üzerine yazılar kazınmış sunaklar ve diğer Roma kalıntıları onu hayrete düşürdü. Çiftlik alanları boyunca yayılmış bu nesneler, büyük Roma uygarlığının canlı bir resmini gözünün önüne getirdi.
Strazburg’a diplomasını almak için gelmiş olduğunu unutmayan Goethe, yirmi birinci yaş gününden hemen sonra üniversitedeki derslere düzenli biçimde katılıp sınavlarını geçti. Ardından, “Tüm yurttaşların uymakla yükümlü olduğu bir dini kavrayış biçimi oluşturmak devletin görevidir,” doktrini üzerine yazacağı bitirme tezini hazırlamaya başladı. Üniversitede geçirdiği süre boyunca kimya, anatomi ve diğer bilimlerle de ilgilendi. Ayrıca Niederbronn’da karşılaştığı değerli nesnelerden esinlendiği, Alsace’ın antik yapıları üzerine yaptığı çalışmaya da bir hayli zamanını adadı.
1770 yılının Eylül ayında bir gün Goethe “Zum Geist” adlı hanın girişinde tesadüfen genç bir papazla tanıştı. Herder’in Strazburg’a henüz vardığını duyduğundan, bu kişinin onun ta kendisi olduğuna hiç şüphesi yoktu. Goethe onu saygıyla selamlayınca, herkes gibi Herder de bu genç öğrencinin yiğit duruşu ve samimi tavırlarından etkilenip onu hoş bir şekilde karşıladı