Ahmak Wilson'ın Trajedisi. Марк Твен
bunu görünce pes etti ve bundan sonra yerel usule göre giyinmeye başladı. Ancak daha canlı yöreleri tanıdıktan sonra bu sıkıcı kasabadan bezmişti ve burası giderek daha sıkıcı hale geliyordu. Ferahlamak için St. Louis’e küçük yolculuklar yapmaya başladı. Orada kendine uygun arkadaşlar ve zevkine uygun eğlenceler buldu. Ayrıca bazı konularda memleketindekinden daha özgürdü. İki yıl boyunca bu şehre yaptığı ziyaretleri artırdı ve burada daha uzun zaman geçirdi.
Derin sulara dalıyor, riske giriyordu ve bu durum bir gün başını derde sokabilirdi. Öyle de oldu.
Hâkim Driscoll, 1850 senesinde barodan ve bütün iş faaliyetlerinden emekliye ayrılmıştı. Üç yıldır dinlenmekteydi. Hür Düşünürler Derneği’nin başkanıydı ve Ahmak Wilson da derneğin üyesiydi. Artık yaşlı avukatın hayatta ilgi duyduğu tek şey, derneğin haftalık toplantılarıydı. Ahmak, hâlâ merdivenin en alt basamağında çabalıyordu. Yirmi üç yıl önce köpek hakkında söylediği o talihsiz sözün uğursuzluğu peşini halen bırakmamıştı.
Hâkim Driscoll, Wilson’ın arkadaşıydı ve ona ortalamanın üstünde bir zekâya sahip olduğunu söylüyordu. Ancak bu, Hâkim’in bir hevesle söylediği bir şey olarak görülüyordu ve Wilson’ın halk arasındaki imajını değiştirememişti. Belki de değişmemesinin sebebi buydu, ama başka ve daha iyi bir neden vardı. Eğer Hâkim sadece iddia etmekle kalsaydı, bunun iyi bir etkisi olacaktı. Ancak iddiasını kanıtlamaya çalışma hatasına düştü. Wilson, birkaç senedir gizlice, tuhaf bir yıllık üzerinde çalışıyordu. Bu, eğlenmek için yaptığı bir şeydi: Her tarihe, genelde ironiyle süslenmiş gösterişli bir felsefenin eklendiği bir takvim. Hâkim ise Wilson’ın bu nükte ve düşüncelerinin dikkatle düzenlendiğini ve sevimli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden, bir gün bazılarını yanına alıp birkaç vatandaşa okudu. Fakat ironi, o insanlara göre değildi. Onların algısı buna odaklı değildi. En ağır şekilde ifade bulmuş bu latifeleri okudular ve Dave Wilson’ın bir ahmak olduğuna dair en ufak şüphe dahi var idiyse -ki yoktu- bu ifşayla o şüphenin de ortadan kalktığına karar verdiler. Bu dünyanın düzeni böyledir işte. Bir düşman, bir adamı kısmen mahvedebilir, ama iyi niyetli ve tedbirsiz bir arkadaş işi tamamlar. Bundan sonra Hâkim, Wilson’a karşı daha da şefkatli davrandı ve takviminin değerli olduğuna her zamankinden fazla emin oldu.
Hâkim Driscoll bir hür düşünür olabilir ve toplumdaki yerine sahip çıkabilirdi; çünkü bu topluluk için en önemli kişiydi ve dolayısıyla, kendi yolunda ilerlemeyi göze alabilir ve kendi inançlarına tutunabilirdi. Bu gözde derneğin diğer üyesine de benzer bir özgürlük veriliyordu, halihazırda halkın gözünde bir sıfırdı ve onun ne düşündüğünü ya da ne yaptığını kimsenin umursadığı yoktu. Sevilen ve her yerde yeterince hoş karşılanan biriydi, ama hiçbir ehemmiyeti yoktu.
Herkesin şefkatle “Patsy Teyze” dediği Dul Cooper, kızı Rowena’yla birlikte rahat ve sıcak bir kır evinde yaşıyordu. Rowena 19 yaşında, romantik, cana yakın ve çok güzel bir kızdı; ama bunun dışında dikkate değer bir yanı yoktu. İki erkek kardeşi vardı ki bunlar da pek mühim kişiler değildi.
Dul kadının evinde büyük ve boş bir oda vardı. Birini bulacak olursa burayı kiralıyordu ve kiraya yemek de dahildi. Ancak odanın bir senedir boş olmasına üzülüyordu. Geliri ailenin ihtiyaçlarına ancak yetiyordu ve küçük lüksler için kira parasına ihtiyacı vardı. Ve nihayet yakıcı bir haziran gününde dileği gerçek oldu. Usandırıcı bekleyişi artık sona ermişti. Bir yıllık ilanına yanıt almıştı. Hem de köylü birinden değil, hayır! Bu mektup uzaklardan, kuzeydeki büyük dünyadan, St. Louis’den geliyordu. Verandada oturup dikkatsiz gözlerle büyük Mississippi Nehri’nin ışıldayan kollarını izledi. Talihini düşünüyordu. Gerçekten de talihliydi, çünkü bir yerine iki kiracısı olacaktı.
Mektubu ailesine okudu. Rowena, köle kadın Nancy’nin odayı temizleyip havalandırmasını kontrol için uçarcasına gitti. Oğlanlarsa bu harika haberi yaymak için kasabaya indi; çünkü bu, halkın menfaatini ilgilendiren bir haberdi ve kasaba halkı durumdan haberdar edilmediği takdirde hoşnut olmayacaklardı.
Rowena, sevinç ve heyecanla yüzü kızarmış halde geri döndü ve mektubu tekrar okumak için yalvardı. Mektup şöyleydi:
SAYGIDEĞER HANIMEFENDİ,
Ben ve erkek kardeşim, şans eseri ilanınızı gördük ve bahsettiğiniz odayı kiralamak istiyoruz. Yirmi dört yaşındayız ve ikiziz. Aslen İtalyanız, ancak uzun sure Avrupa’nın farklı ülkelerinde ve birkaç senedir de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyoruz. İsimlerimiz, Luigi ve Angelo Capello. Siz yalnızca tek bir misafir diliyorsunuz, Sevgili Hanımefendi, ancak iki kişilik kira ödememize izin verirseniz, size zahmet vermeyiz. Perşembe günü geleceğiz.
“İtalyanlar! Ne kadar romantik! Bir düşünsene anne. Kasabaya hiç İtalyan gelmedi daha önce. Herkes onları görmek isteyecek ama onlar BİZİM! Bir düşün!”
“Evet, büyük heyecan yaratacaklarından eminim.”
“Gerçekten de öyle olacak. Bütün kasaba çılgına dönecek! Düşünsene! Avrupa’yı, her yeri görmüşler! Bu kasabada daha önce hiç seyyah olmadı, anne. Krallarla tanışmışlarsa bile şaşırmam!”
“O kadarını bilemeyiz. Öyle olmasa bile yeterince heyecan yaratacakları kesin.”
“Elbette. Luigi ve Angelo. Çok güzel adları var, görkemli ve yabancı adlar. Jones ve Robinson gibi sıradan değil. Perşembe günü geliyorlar. Bugün ise salı. Daha çok beklememiz gerek maalesef. İşte Hâkim Driscoll kapıda göründü. Haberleri duymuş olmalı. Gidip kapıyı açayım.”
Tebriklerini sunan Hâkim merak doluydu. Mektup okunup tartışıldı. Çok geçmeden Yargıç Robinson gelerek tebriklerini iletti ve mektup yeniden okunup tartışıldı. Bu daha başlangıçtı. Kadın erkek komşuların ardı kesilmedi bütün gün ve bu tören alayı çarşamba ve perşembe günleri boyunca da sürdü. Mektup, neredeyse yırtılana kadar defalarca okundu. Mektubun zarif ve nazik diliyle düzgün ve özenli üslubuna herkes hayran kaldı. Herkes anlayışlı ve heyecanlıydı. Copper ailesi ise mutluluktan uçuyordu.
Bu ilkel zamanlarda sığ sularda gemilerin durumu belirsiz olurdu. Bu sefer de perşembe gelecek olan gemi, gece onda varmamıştı. İnsanlar limanda bütün gün boşuna beklemişti. Şiddetli bir fırtına çıkınca da meşhur yabancıları göremeden evlerine gittiler.
Saat on bir oldu ve Cooper hanesi, kasabada ışıkları yanan tek evdi. Yağmur ve gök gürültüsü artıyordu, ancak kaygılı aile, ümitle beklemeye devam ediyordu.
Sonunda kapı çaldı ve bütün aile kapıyı açmak için yerinden fırladı. Ellerinde birer valizle iki zenci adam girdi içeri. Yukarıdaki misafir odasına ilerlediler. Arkalarından ikizler geldi. Batının gördüğü en yakışıklı, en iyi giyimli, en seçkin görünümlü genç adamlardı bunlar. Biri diğerinden az daha açık tenliydi ama bunun dışında birbirlerinin kopyasıydılar.
Şan ve İhtişam
Öyle yaşamaya gayret edelim ki öldüğümüzde cenazeci bile üzülsün.
Huylu huyundan vazgeçmez, ama tatlı dille ikna edilebilir.
Sabah kahvaltısında ikizler, büyüleyici üslupları ve kibar tavırları sayesinde ailenin beğenisini hemen kazandı. Çekingenliğin ve resmiyetin yerini dostluk duyguları aldı. Patsy Teyze, nerdeyse geldiklerinden beri ikizlere ilk adlarıyla seslendi. Haklarındaki her şeyi merak ediyor ve merakını gösteriyordu. İkizler de kendilerinden bol bol bahsederek Patsy Teyze’yi memnun ettiler. Yoksulluk ve zorluklar içinde büyüdükleri anlaşıldı.
Sohbet