Efendi uyanıyor. Герберт Уэллс
“Hayır, ben içki içmem. O döner. Dönüp durur…”
Adam, kapının eşiğine gelince birden sendeledi. Zorlukla ayakta durabiliyordu. Paldır küldür içeri girdi.
Bulduğu rahat bir koltuğa yığılıverdi. Adeta koltuğa gömülmüştü. Öne eğilip, alnını kolunun üzerine koydu. Tamamen hareketsizdi. Biraz sonra adamdan belli belirsiz bir hırıltı gelmeye başladı.
Isbister acemi bir ev sahibinin tedirginliğiyle odada dolaşıyor, neredeyse hiçbir karşılık gerektirmeyen küçük açıklamalar yapıyordu. Portfolyosunu alıp masanın üzerine koydu. Saate baktı.
“Benimle birlikte akşam yemeği yemek ister misin?” dedi. Elinde yanmayan bir sigara vardı. Adamı usulünce idare etmek için neler yapabileceğini düşünüyordu. “Sadece soğuk kuzu eti var. Ama şimdi iyi gider. Bir de turta.” Biraz durduktan sonra aynı sözleri tekrarladı.
Adam hiçbir yanıt vermedi. Isbister öylece durdu. Gözlerini adama dikti.
Sessizlik bir süre daha devam etti. Isbister’ın dikkati dağılmıştı. Yanmayan sigarasını bıraktı. Adamda en ufak bir hareketlilik yoktu. Isbister portfolyoyu eline aldı. Açtı. Sonra geri yerine koydu. Konuşup konuşmamak konusunda kararsız kalmıştı. “Belki de” diye fısıldadı. Aklından geçen düşüncenin doğruluğundan emin olamıyordu. Kapıya döndü. Parmak uçlarına basarak odadan dışarı çıktı. Her attığı adımdan sonra dönüp arkadaşına bakıyordu.
Kapıyı sessizce kapattı. Evin kapısı açık duruyordu. Dışarı çıktı. Bahçede bıldırcın otlarının bittiği bir noktada dikildi. Açık pencereden içerideki yabancıyı görebiliyordu. Sessiz ve durgundu adam. Duruşunda en ufak bir değişiklik yoktu.
O sırada sokakta oynayan çocuklar birden durdular. Büyük bir ilgiyle ressam amcalarını süzüyorlardı. Oradan geçmekte olan bir sandalcı, nezaketle selamladı Isbister’ı. Anlaşılan, düşünceli hali çevredeki insanlara garip gelmişti. Belki bir sigara yakarsa daha doğal görünebilirdi. Piposunu çıkartıp yavaşça hazırladı.
“Bakalım başarabilecek miyim…” dedi. Hafif bir hoşnutsuzluk vardı halinde. “Birisinin ona bir şans vermesi gerekiyordu.” Bir kibrit çakıp piposunu yaktı.
Mutfaktan çıkan ev sahibesi, onun odasına girmek üzereydi. Isbister, hemen geri döndü ve sigara tuttuğu eliyle işaret ederek oturma odasının girişinde durdurdu kadını. Fısıldayarak durumu açıkladı. Ev sahibesi, Isbister’ın misafir getirdiğini bilmiyordu. Isbister, oldukça garip olan durumu açıklamakta zorlanmıştı. Kadın geri çekildi. Biraz şaşırmıştı. Kadın gidince, Isbister verandanın köşesinde durup adamı izlemeye devam etti.
Piposunu bitireli epey olmuştu. Evin dışında yarasalar dolaşıyordu. Sonunda merakı tüm tereddütlerine üstün geldi. Karanlık olan oturma odasına doğru süzüldü. Girişte durdu. Yabancı hâlâ aynı pozisyonda duruyordu. Pencerenin karşısında siyah bir gölge gibiydi. O sırada limandaki gemilerden birinde denizciler şarkı söylüyorlardı. Onun dışında gece tamamen sessizdi. Bahçedeki bıldırcın otu ve hezarenlerin dikenleri başkaldırmış ve kıpırdamadan duruyordu. Bir anda Isbister’ın zihninde bir şimşek çaktı. Adamın oturduğu sandalyenin üzerine eğildi. Dinlemeye başladı. İçinde rahatsız edici bir şüphe uyanmıştı. Giderek bu şüphenin haklılığına ikna oldu. Hem şaşırmış, hem de korkmuştu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın adamın nefes alışını duyamıyordu.
Sessizce sandalyenin etrafından dolaştı. Tekrar dinlemeye çalıştı. En sonunda elini sandalyenin arkasına koyup iyice yaklaştı. Neredeyse kafa kafaya geleceklerdi adamla. Bütün dikkatini verdi. Bir şeyler duymaya çalıştı.
Misafirinin yüzünü incelemek istedi. Hafifçe eğilerek baktı. Gördükleri dehşete kapılmasına neden oldu. Adamın gözleri bembeyazdı.
Tekrar baktı. Gözlerinin açık olduğunu fark etti. Göz bebekleri göz kapaklarının altına gizlenmişti. Korkuyordu. Adamı omuzlarından tutup sarsmaya başladı. “Uyuyor musun?” diye bağırıyordu. “Uyuyor musun?”
Adamın ölmüş olduğuna neredeyse tamamen ikna olmuştu. Paniğe kapıldı. Sandalyenin etrafında dört dönüyordu. Yardım istemek için ev sahibesinin zilini çaldı.
“Lütfen hemen bir ışık getirin,” dedi girişte durup. “Arkadaşımın durumu hiç iyi değil.”
Tekrardan adama döndü. Omuzlarını sıkıca kavrayıp sarsmaya devam etti. Bir yandan da bağırıp çağırıyordu. Ev sahibesi elinde lambasıyla içeri girince ortalık birden sarı ışıkla aydınlandı. Adamın yüzü bembeyazdı ve kadına doğru boş boş bakıyordu. “Bir doktor getirmeliyim” dedi Isbister. “Ya öldü ya da baygınlık geçiriyor. Köyde bildiğiniz bir doktor var mı? Nasıl ulaşabilirim doktora?”
II
Trans
Adamın başına gelen bu garip duruma doktorlar kataleptik4 kasılma adını veriyorlardı. Ne var ki kasılma bu kez, daha önce hiçbir vakada görülmediği kadar uzun bir süre devam etti. Daha sonra adamın bedeni yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Bir tür derin uyku durumuna geçmişti. Ve nihayet bu aşamadan sonra gözlerini kapatması mümkün olabildi.
Onu otelden alıp Boscastle hastanesine götürdüler. Birkaç hafta sonra ise Londra’ya sevk edildi. Ne var ki kendisini ayıltmak için yapılan hiçbir müdahaleye yanıt vermiyordu. Bir süre sonra tüm bu müdahalelere son verildi. Adam öylece yatmaya devam etti. Ne tam ölüydü ne de tam diri. Varlıkla yokluk arasında bir yerde duruyordu. Onunkisi kesintisiz bir karanlıktı. Hiçbir düşünce ve duyum sızamazdı oraya. Rüyasız bir uyku, huzur dolu bir hiçlikti. Zihnindeki karmaşa olabildiğince kabarmış ve en sonunda yerini mutlak sessizliğe bırakmıştı. Peki nerdeydi bu adam şimdi? Bayılan insanlar nereye giderlerdi?
“Her şey dün yaşanmış gibi,” dedi Isbister. “Her şeyi dün olmuş gibi hatırlıyorum. Belki de dün olanları hatırladığımdan daha net…”
Bir önceki bölümden tanıdığımız Isbister, artık genç bir adam değil. Daha önce zamanın modasına göre biraz uzun olan kahverengi saçları ağarmış. Kısacık kesilmişler. Yüzünde yaşlılığın izleri fark edilebiliyor. Sivri sakalında beyazlar var. Üzerinde yazlık kıyafetler olan yaşlıca bir adamla sohbet ediyor (O seneki yaz, her zamankinden daha sıcaktı). Adamın adı Warming. Kendisi Londralı bir avukat. Hâlâ trans halinde olan Graham’in en yakın akrabası. İki adam Londra’daki bir evde yan yana oturuyorlar. İkisinin de gözü, hareketsiz bir şekilde yatan Graham’in üzerinde.
Graham’in cildi sapsarı. Bir su yatağının üzerinde yatıyor. Başının altında bir yastık var. Üzerinde tiril tiril bir gömlek. Yüzü büzüşmüş. Sakalları hafif uzamış. Dudakları zayıf. Tırnakları kısa. İnce bir camın yanında duruyor. Görünen o ki bu cam, Uykucu’yu yanı başındaki gerçek dünyadan ayıran yegâne sınır. Şüphesiz ki o artık sıra dışı bir insan, herkesten farklı bir varlık. Tıbbi açıdansa karantina altında tutulması gereken anormal bir vaka. İki adam camın yanında durmuşlar. Büyük bir dikkatle onu izliyorlar.
“Olay beni tam manasıyla şok etmişti,” dedi Isbister. “Beyaz gözleri aklıma geldikçe, hâlâ kendimi hem şaşkın hem de rahatsız hissediyorum. Düşünebiliyor musun kaymış, beyaz gözler. Buraya gelip onu görmek beni yeniden o ana götürdü.”
“Daha sonra tekrar görmedin mi onu?” diye sordu Warming.
“Sık sık gelmek istedim,” dedi Isbister. “Ama işlerim müsaade etmedi. Tüm bu zaman boyunca Amerika’dan ayrılmaya çok nadiren fırsat bulabildim.”
“Yanlış hatırlamıyorsam bir sanatçısınız değil
4