Efendi uyanıyor. Герберт Уэллс
“Fakat bu gelişme onun yararına olacak.”
“Tabii uyanabilirse.”
“Tabii uyanabilirse,” diye tekrarladı Isbister. “Dikkat ettiniz mi, yüzü nasıl da bir deri bir kemik kalmış. Gözleri nasıl da çökmüş.”
Warming bir süre bakıp düşündü. En sonunda lafa girdi: “Onun uyanabileceğinden şüpheliyim.”
“Tam olarak anlayamadığım bir nokta var,” dedi Isbister. “Bana kendisini bu noktaya aşırı çalışmanın getirdiğini söylemişti. Neyi kastettiğini merak ediyorum.”
“Allah vergisi yeteneklere sahipti. Ama aynı zamanda istikrarsız ve duygusal bir karakteri vardı. Kuruntuluydu. Karısından ayrıldı. Daha sonra sanıyorum, bunu unutabilmek için fanatik bir biçimde siyasetle ilgilenmeye başladı. O bir radikaldi. Bir sosyalist. Ya da bir özgürlükçü. Yüksek okulda kendilerine bu adı veriyorlardı sanırım. Enerjik, aklı havada ve disiplinsiz. Davası için kendini paralayınca bu hale geldi işte. Yazdığı broşürü hatırlıyorum. Görülmemiş bir şeydi. Dolu doluydu, sert bir dili vardı. Geleceğe ilişkin çeşitli öngörülerden bahsediyordu. Bunların bir kısmı boşa çıktı. Bazıları ise gerçekleşti. Böyle tezleri okumak çoğunlukla dünyanın nasıl öngörülemezliklerle dolu olduğunu anlamanıza yardımcı oluyor. Eğer uyanabilirse öğrenmesi ve unutması gereken ne çok şey olacak.”
“Uyandığında orada olup ne söyleyeceğini duyabilmek için her şeyimi verebilirim,” dedi Isbister.
“Ben de öyle,” diye yanıtladı Warming. “Kesinlikle ben de öyle.” Kendine acıyan yaşlı bir adam edasıyla devam etti: “Ne var ki onun uyanışını asla göremeyeceğim.”
Derin düşüncelere dalmıştı. “Asla uyanmayacak,” dedi en sonunda. İçini çekti; “Bir daha asla uyanmayacak.”
III
Uyanış
Warming yanılıyordu. Uykucu uyanacaktı.
Ne muazzam bir karmaşa! Her şey ne kadar da basit ve tekdüze gözüküyor oysa. Kaç kişi her sabah yaşadığımız uyanışın nasıl mümkün olabildiği üzerine kafa yormuştur? Bunu mümkün kılan sayısız unsurun, nasıl olup da birlikte iş gördüklerini kaç kişi sorgulamıştır? Ruhun ilk kıpırdanmaları; bilinçsizlik halinin önce bilinçaltına, bilinçaltının bilince doğru açılması… Ve nihayet kendi varlığımızın yeniden farkına varışımız. İşte her gece uykusundan sonra hepimizin başına gelen bu halleri şimdi Graham yaşıyordu. Önce belli belirsiz bir his bulutu şekillenmeye başladı. Hafif bir hüzün hissetti. Bilmediği bir yerde yatıyordu. Tamamen bitkindi. Ama yaşıyordu Graham…
Kendine gelmek, yeniden bir birey olarak varlığını hissetmek, devasa uçurumları aşmak kadar zordu. Çağlar aşmıştı. En akıl almaz düşler bu zamanın korkunç gerçekleri olmuşlardı şimdi. Belli belirsiz hatıralar dolaşıyordu kafasında. Garip yaratıklar, bir başka gezegene aitmiş gibi görünen acayip manzaralar… Tatlı bir sohbetin üzerinde bıraktığı yatıştırıcı etkiyi hâlâ hissedebiliyordu. Kiminle yapılmıştı bu sohbet? Hatırlayamıyordu o ismi. Sonradan aklına gelecekti belki. Damar ve kasların unutulmuş duyarlılığı canlanıyordu içinde. Karanlıkta boğulmak üzere olan bir adamın beyhude kurtuluş çabalarına ait karışık hisler kaplıyordu benliğini. İç içe geçmiş hareketli sahnelerden oluşan büyüleyici bir panorama vardı karşısında.
Graham gözlerinin açık olduğunu fark etti. Yabancısı olduğu bir şeylere bakıyordu. Kesinlikle tanıdık değildi gördükleri.
Beyaz bir şey gördü. Bir şeyin kenarıydı. Belki bir tahta çerçevenin… Bu şeklin hatlarını takip ederek hafifçe başını hareket ettirdi. Görüş hizasının dışına çıkıyordu. Nerede olabileceğini anlamaya çalıştı. Perişan bir haldeydi. Derin bir iç sıkıntısı hissediyordu. Sabahın erken saatlerinde uyanan insanların bilindik huzursuzluğu vardı içinde. Belli belirsiz ayak sesleri ve fısıltılar duyar gibi oldu.
Başını oynatırken olağandışı bir fiziksel zayıflık hissetti. Otel odasındaki yatağında olabileceğini düşündü. Ama şu beyaz şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Uyumuştu demek. Uyumak istediğini hatırlıyordu. Uçurum ve şelale geldi aklına. Yoldan geçen adamla bir şeyler konuşmuştu, olanlar hayal meyal kafasında canlanıyordu.
Acaba ne kadar zamandır uyuyordu? Bu ayak sesleri de neydi böyle? Çakıl taşlarına çarpan dalgaları andıran bu homurtular nereden geliyordu? Elini uzatıp saatini almaya çalıştı. Yatmadan önce saatini mutlaka yatağının yanında duran sandalyenin üzerine koyardı. Eli cam gibi pürüzsüz bir yüzeye temas etti. Bu his hiç beklenmedik bir şekilde tedirgin olmasına neden oldu. Aniden döndü. Şöyle bir bakış atıp etrafında olanları çözmeye çalıştı. Doğrulmayı denedi. Çok fazla çaba harcaması gerekmişti. Başı döndü. Kendisini güçsüz hissediyordu. Epeyce de şaşkındı.
Gözlerini ovuşturdu. Çevresini kuşatan şeyler kafa karıştırıcıydı. Ama aklı yerindeydi. Uyku epey yaramıştı. Yattığı şey sıradan bir yatak değildi. Yumuşak bir nesnenin üzerinde uzanmıştı. Çıplaktı. Üzerinde yattığı bu şey büyük ölçüde şeffaftı. Bunu fark ettiğinde garip bir rahatsızlık hissetti. Altında görüntüsünü normalde olduğundan daha beyaz gösteren bir ayna vardı. Cildinin şaşırtıcı derecede kuru ve sararmış olduğunu fark etti. Koluna garip bir alet takılmıştı. İki ayrı noktadan derisinin içine giriyordu. Üzerinde yattığı şey görebildiği kadarıyla yeşile çalan cam bir haznenin içine yerleştirilmişti. Haznenin kenarlarında daha önce dikkatini çeken beyaz çerçeve vardı. Üzerinde parlak ve özenli aletler bulunan bir stant dikkatini çekti. Köşede duruyordu. Termometreye benzeyen bir cihaz kendisine tanıdık gelse de, buradaki aletlerin büyük bölümüne tamamen yabancıydı.
Etrafını saran yeşilimsi cam, dışarıda olanları görmesini engelliyordu. Yine de parlak ve büyükçe bir odada olduğunu anlamıştı. İçeride ona dönük, oldukça büyük ve beyaz bir kemer vardı. Kafesin duvarlarının yakınında duran çeşitli eşyalar belli belirsiz de olsa seçilebiliyordu. Gri bir örtüyle kaplı bir masa, bir çift zarif sandalye, masanın üzerinde kaplar, bir şişe ve iki bardak… Tam bu sırada kurtlar gibi acıktığını fark etti.
Hiç kimseyi göremiyordu. Kısa bir tereddütten sonra ayağa kalkmaya çalıştı. Üzerinde yattığı yarı saydam nesneye yüklenerek doğrulmayı denedi. Ne var ki gücünü doğru tartamamıştı. Sendeledi. Elini camın üzerine koyarak ayakta durmayı denedi. Kısa bir süre böyle kaldı. Çok geçmeden hafif bir çatırtı duyuldu ve yaslandığı cam bir anda tuzla buz oluverdi. Kafesi parçalanmış ve kendisini odanın ortasında bulmuştu. Masaya tutunarak, cam parçalarının üzerine düşmekten kurtuldu. Bu sırada bardaklardan birini yere düşürdü. Bardak çatlamış ama kırılmamıştı.
Odaki koltuklardan birine oturdu. Biraz dinlendikten sonra şişede duran sıvıyı diğer bardağa boşalttı. İçti. Renksiz bir sıvıydı. Ama su değildi. Hoş bir tadı ve kokusu vardı. Enerji veriyordu. Canlandığını hissetti. Şişeyi masaya koyup incelemeye başladı.
Odayla arasına giren yeşil saydam nesneden kurtulmuştu. Gerçekten de oldukça büyük ve görkemli bir odaydı. Daha önce fark ettiği kemer, bir geçide açılıyordu. Geçidin her yerinde beyaz damarlı, mavi bir maddeden yapılmış görkemli sütunlar vardı. İnsan sesleri ve sürekli tekrarlayan monoton gürültüler geliyordu. Graham artık tamamen uyanmıştı. Gelen seslere odaklandı. Tetikteydi. Açlığı aklından çıkıp gitmişti.
Bir anda çıplak olduğunu hatırladı. Üzerine giyecek bir şeyler aramaya başladı. Yanındaki sandalyelerden birinin üzerinde uzun siyah bir örtü buldu. Ona sarınıp tekrar oturdu. Titriyordu.
Kafası