Efendi uyanıyor. Герберт Уэллс
kadar dediniz?” diye sordu Graham. “Ne kadar? Böyle bakıp durmayın. Hadi söyleyin artık.”
Adamların fısıldaşmaları arasında iki kelime özellikle dikkatini çekti, “İki yüzyıldan…”
“Ne?” Bu kelimeleri söyleyen gence döndü. “Kim söyledi bunu? Ne demek şimdi bu? Nasıl iki yüzyıl?”
“Evet,” dedi kızıl sakallı adam. “İki yüzyıl…”
Graham kendisine söylenen rakamı tekrarladı. Yüksek bir rakam duyacağını tahmin ediyordu. Kendini hazırlamıştı buna. Ne var ki şimdi iki yüzyıl boyunca uyuduğu gerçeği ile karşılaştığında tam anlamıyla bozguna uğramıştı.
“İki yüzyıl,” dedi yeniden. Beyninin içinde fırtınalar kopuyordu. “Peki ama…”
Hiç kimse bir şey söyleyemedi.
“Sen, gerçekten iki yüzyıl dedin değil mi? Ben yanlış anlamadım.”
“İki yüzyıl yani iki asır,” dedi kızıl sakallı adam.
Hep birlikte durdular. Graham yüzlerine baktı. Kimsenin şaka filan yaptığı yoktu. Duydukları gerçekti.
“Ama bu mümkün değil,” dedi. Kabullenemiyordu duyduklarını. “Herhalde bir rüya görüyorum. Bir trans hali bu kadar uzun süremez. Bu gerçek değil. Siz benimle kafa buluyorsunuz. Hadi söyleyin. Şaka değil mi tüm bunlar? Daha birkaç gün önce Cornwall sahilinde yürüyüş yapıyordum ben…”
Sesi titriyordu.
Sivri sakallı adam çekinerek konuşmaya başladı. “Tarih alanında pek iyi değilimdir Efendim,” dedi zayıf bir sesle. Diğerlerine baktı.
“Doğrudur Efendim,” dedi bir başkası. “Boscastle, eski Cornwall düklüğündeydi. Güneybatıda, mandıra çayırlarının ilerisinde kalıyor. Hâlâ bir ev vardır orada. Bir keresinde orada bulunmuştum.”
“Boscastle!” Graham gözlerini delikanlıya dikti. “İşte, işte buydu. Boscastle. Küçük Boscastle. Uyuduğumda orada bir yerlerdeydim ben. Kesin olarak hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum.”
Elini alnına götürdü ve fısıldadı. “İki yüzyıldan fazla…”
Çok hızlı konuşuyordu. Yüzünde belirgin tikler oluşmuştu. Ama aslına bakılırsa göründüğünden daha sakindi. “Eğer bu söylediğiniz doğruysa… Eğer doğruysa o zaman uyumadan önce tanıdığım tüm insanlar ölmüş olmalı…”
Yanıt veremediler.
“Kraliçe ve kraliyet ailesi, bakanlar, kilise ve devlet… Asiller ve halk, zenginler ve yoksullar, onlar ve diğerleri… İngiltere hâlâ yerinde duruyor mu peki? Londra diye bir yer var mı hâlâ? Doğru ya, burası Londra. Sizler de benim bekçilerimsiniz. Ve siz? Siz de öyle olmalısınız!”
Yüzünde kasvetli bir ifade vardı. Öylece oturdu bir süre. “Peki, ben neden buradayım? Yok yok konuşmayın. Sessiz olun. İzin verin…”
Sustu. Gözlerini ovuşturdu. Daha önce içtiği pembe sıvıdan bir bardak daha içti. Hemen arkasından ağlamaya başladı. İçi dolmuştu. Ağladıkça içi açıldı. Ferahladı.
Biraz sonra diğerlerinin yüzlerini incelemeye başladı. Kendi haline güldü. Aptal gibi görünüyordu. “İ-ki yüz-yıl…” dedi. Histerik bir halde yüzünü buruşturdu. Elleriyle yüzünü kapattı.
Bir süre sonra sakinleşti. Ellerini dizlerine yasladı. Hali perişandı. Tıpkı Isbister’la ilk karşılaştığı zaman olduğu gibi… Tam o sırada bir ses duyuldu. Ses giderek yükseliyordu. Yaklaşan birinin ayak sesleriydi bunlar. Ayak seslerini konuşmalar izledi. “Ne yapıyorsunuz burada? Neden beni haberdar etmediniz? Mutlaka bunun bana bildirilmesi gerekiyordu. Yaptıklarınız yüzünden birileri zarar görebilir. Tüm girişler kapatıldı değil mi? Hepsi? Bu durum kesinlikle gizli tutulmalı. Ona bir şey söylediniz mi?”
Sarı sakallı adam anlaşılmaz bir şeyler söylüyordu. Graham onun arkasından birisinin yaklaşmakta olduğunu gördü. Kısa, şişman ve tıknaz birisiydi. Sakalsızdı. Karga-burunluydu. Kalın bir ensesi ve irice bir çenesi vardı. Kalın ve kıvrık kaşları neredeyse burnuna kadar geliyor, koyu gri gözlerini örtüyordu. Yüzünde heybetli bir ifade vardı. Çatık kaşlarıyla Graham’e kısa bir bakış fırlattı. Sonra sarı sakallı adama döndü. “Ve diğerleri,” dedi tiksinerek, “siz de gitseniz iyi olur.”
“Gidelim mi?” dedi kızıl sakallı.
“Kesinlikle. Hemen gidin. Girişlerin kapalı olup olmadığını kontrol edin.”
İki adam uysal bir şekilde kendilerine söyleneni yaptılar. Çıkmadan önce son bir kez baktılar Graham’e. Graham’in düşündüğünün aksine çıkarken kemerin içinden geçmediler. Kemerin karşısındaki duvara doğru ilerlediler. Tek parça gibi gözüken duvar birdenbire açıldı. Adamlar içeri girdikten sonra tekrar eski haline döndü. Şimdi Graham odada diğerleriyle yalnız kalmıştı.
Tıknaz adam, bir süre Graham’e en ufak bir ilgi bile göstermedi. Diğer adamdan gelişmeler hakkında bilgi alıyordu. Onun üstü olduğu besbelliydi. Kısa ve net konuşuyordu. Graham konuşulanların ancak bir kısmını anlayabilmişti. Uyanışından sonra yaşadıkları onu şaşırtmakla kalmamış, aynı zamanda epeyce sarsmıştı. Üstelik fena halde başı ağrıyordu. Heyecanlıydı.
“Ona bu mevzuları anlatıp kafasını karıştırmamalısın,” cümlesini defalarca tekrarladı yeni gelen.
Yeni gelen adam, öğrenmesi gerekenleri öğrenmişti. Uykucu’ya döndü. Baştan aşağı süzdü onu. Aklından ne geçtiğini anlamak imkânsızdı.
“Kötü hissediyor musunuz?”
“Epeyce.”
“Herhalde bu gördüğünüz şeyler size garip görünüyordur.”
“Çok garip hem de. Alışmak için zamana ihtiyacım olacak.”
“Biraz öyle…”
“Beni ilk bulduklarında üstümde kıyafetlerim yok muymuş?”
“Sizi bulduklarında…” dedi tıknaz adam ve durakladı. Sarı sakallı adamla göz göze geldiler. “En kısa sürede size uygun giysiler temin edilecektir,” dedi.
“İki yüzyıldan uzun bir süre boyunca uyuduğum gerçekten doğru mu?” diye sordu Graham.
“Bunu söylediler size değil mi? Aslına bakarsanız tam olarak 203 yıl…”
Graham sonunda bu inanılmaz sayıyı, büyük bir şaşkınlık içerisinde kabullendi. Kısa bir süre için sessizce oturdu. Sonra bir soru daha sordu. “Bu civarda bir fabrika ya da bir dinamo var mı?” Sorusunun yanıtını beklemeden devam etti. “Anladığım kadarıyla muazzam değişiklikler olmuş ben uyurken?”
“Bu bağırışlar nedir?” diye sordu birdenbire.
“Hiçbir şey,” diye geçiştirdi tıknaz adam sabırsızca. “Halk işte. Zannediyorum zamanla çok daha iyi anlayacaksınız. Söylediğiniz gibi her şey çok değişti.” Kısa konuşuyordu. Kaşları her zaman çatıktı. Yüzündeki ifade zor şartlar altında önemli kararlar almak zorunda olduğunu gösteriyordu. “Size uygun giysiler hazırlamamız gerekiyor. Bu arada içeride beklemeniz daha iyi olur. Kimse sizi rahatsız etmeyecek. Dilerseniz tıraş olabilirsiniz.”
Graham sakalını sıvazladı.
Sarı sakallı adam yanlarına geldi. Kısa bir süre dinledikten sonra yaşlı adama bir şeyler anlatmaya çalıştı. Aceleyle balkona açılan kemere doğru koşturdu. Bağrışlar artmaya başlamıştı. Tıknaz adam tedirgin görünüyordu. Öfkelenmişti, belli belirsiz