Efendi uyanıyor. Герберт Уэллс
doğru ilerledi. Giysiyi ayak ucuna bıraktı. Şeffaf minderi kaldırıp altında duran aynayı çevirdi. Bu sırada bir zil sesi duyuldu. Tıknaz adamı çağırıyorlardı. Sarı sakallı adam ona doğru koştu. Sonra hızla kemere doğru yöneldi ve balkona çıktı.
Terzi, Graham’in uzun çorapları, yeleği ve pantolonu olan mor bir içliği giymesine yardımcı oldu. Bu sırada tıknaz adam balkondan gelen sarı sakallı ile görüşmek için içeri girdi. Fısır fısır bir şeyler konuşmaya başladılar. Endişeli oldukları belliydi. Bu arada mor içliğin ardından sıra, mavi-beyaz kıyafete gelmişti. Modaya uygun kıyafetler içindeki Graham aynada kendisini izlemeye başladı. Benzi soluktu. Tıraş olma zamanı gelmişti. Derbeder bir haldeydi. Yine de en azından çıplak değildi. Ve nedendir bilinmez, daha önce olmadığı şekilde yakışıklı görünüyordu.
“Tıraş olmalıyım,” dedi aynada kendine bakarak.
“Bir dakika,” diye lafa girdi Howard.
Israrla dik dik bakmaya devam ediyordu. Genç adam gözlerini kısa bir süre için kapayıp tekrar açtı. Zayıf ellerini Graham’e doğru uzattı. Durdu. Ellerini çeşitli yönlere doğru hareket ettiriyordu. Gözleri hâlâ Graham’in üzerindeydi.
“Bir sandalye lütfen,” dedi Howard sabırsızca. Sarı sakallı adam hemen bir sandalye bulup getirdi ve Grahamin arkasına yerleştirdi. “Lütfen oturun,” dedi Howard.
Graham oldukça tereddütlü gözüküyordu. Vahşi bakışlı adamın elinde, metal bir nesnenin parladığını fark etti.
“Yoksa anlamadınız mı Efendim,” diye sordu sarı sakallı adam kibarca. “O sizi tıraş edecek.”
“Ha…” Graham sonunda anlamıştı. “Ama siz onun şey olduğunu söylemiştiniz, şey…”
“Bir kapillotomist. Aynen öyle. Dünyanın en iyi sanatçılarından birisidir.”
Graham hızlı bir şekilde yerine oturdu. Sarı sakallı adam ortadan kayboldu. Kapillotomist ileri çıktı. Graham’in kulaklarını inceledi. Başının arkasını yokladı. Howard işini yapmak için büyük bir sabırla bu anı beklemişti. Hızlı ve ustaca hareketlerle Graham’in çenesini tıraş etti. Bıyıklarını düzeltti. Saçlarını kesip güzel bir şekil verdi. Tüm bunları tek bir kelime bile söylemeden yapmıştı. Gerçek bir sanatçı gibi tamamen işine odaklanmıştı. Tıraştan sonra Graham’e bir çift ayakkabı da verdiler.
Birden bir ses duyuldu. Bu ses, odanın köşesindeki makineden geliyordu. “Acil duyuru. İnsanlar öğrendiler. Tüm işlemler durdurulmuştur. Vakit kaybetmeden derhal buraya gelin.”
Bu uyarı Howard’ın fazlasıyla endişelenmesine neden oldu. Sağa sola koşturuyordu. Belli ki ne yapacağını bilemiyordu. Küçük kristal topun yanında duran aletin yanına gitti. Bu sırada geçidin oradan sesler gelmeye devam ediyordu. Zaten tüm bunlar olurken dışarıdan gelen bağırışlar hiç azalmamıştı. Howard, Graham’i çekiştirmeye başladı. Tıknaz adama baktı. Adam ne yapmaları gerektiğini söyledi. Sonra birlikte balkona çıktılar.
V
Yürüyen Yollar
Graham, balkonun korkuluklarına doğru ilerledi. Çevreyi incelemeye başladı. Onun ortaya çıkışı kalabalığın hareketlenmesine neden olmuştu. Yükselen çığlıklardan insanların şaşkınlığa kapıldıkları anlaşılabiliyordu.
İlk dikkatini çeken şey, mimarideki farklılık olmuştu. Üzerinde devasa binalar bulunan bir yol gördü. Yol ileride ikiye ayrılıyordu. Şeffaf bir maddeden yapılmış olan kubbe-çatı her yeri kaplayan bir gölgelik gibi göğe doğru yükseltilmişti. Etrafta bulunan beyaz kürelerin parlaklığı güneş ışınlarını gölgede bırakıyordu. Yayalar asma köprülerin üzerinde ilerleyerek derin kanyonları aşıyorlardı. Gökyüzü ince kablolarla kaplanmıştı. Graham’in hemen önünde büyük bir uçurum uzanıyordu. Yarığın karşı cephesine baktığında burada da çok sayıda yapının bulunduğunu gördü. Kemerler, oluklar, destekler, kuleler, sayısız büyük pencere, karmaşık mimari şekiller… Bunların üzerlerinde Graham’in okuyamadığı garip yazılar vardı. Çatılardan sarkan kablolar uçurumun diğer tarafındaki dairesel olukların içine girerek gözden kayboluyorlardı.
Graham, mavi giysili bir insan gördü. Yukarıdaki bir beyaz kürenin yanındaki çıkıntıya neredeyse görülemeyecek kadar ince bir iple bağlanmıştı. Birden aşağıya atladı ve yolun bu tarafındaki yuvarlak bir deliğin içerisinde gözden kayboldu. Graham’in yüreği ağzına gelmişti. Balkona çıktığından beri etrafını izliyordu. Karşısında gördüğü şeyler tamamen yabancıydı ona. Şimdiye kadar gördüğü her şeyden farklıydılar. O sırada gözü yola takıldı. Aslına bakılırsa bu gördüğü şey yoldan çok daha fazlasıydı.
19. yy’da, cadde ve sokaklar insanların en yoğun olduğu yerlerdi. Dar patikaların arasında araçlar birbirlerini itip kakarak ilerlerdi. Buradaki yol ise nereyse yüz metre genişliğindeydi. Çok uzundu. Hiç durmadan devam ediyordu. Bir an için tanık olduğu hareketlilik aklının karışmasına neden oldu. Sonra yavaş yavaş olan biteni anlamaya başladı.
Yol balkonun altından Graham’in sağına doğru ilerliyordu. Burada sonsuz bir akış vardı sanki. Bu, 19.yy’ın ekspres trenleri kadar hızlıydı. Bu akışı oluşturan nesneler küçük aralıklarla dizilmiş ve adeta sonsuz bir platform oluşturmuşlardı. Üzerlerinde oturma yerleri vardı. Çeşitli noktalardaki küçük kabinler de dikkatini çekti. Ne var ki çok hızlı hareket ettiklerinden Graham bunların içinde ne olduğunu anlayamamıştı.
Platformlar sağa doğru hareket ediyorlardı. Her biri kendi üstünde yer alan platformdan daha yavaştı. Fakat yavaşlama son derece düşük bir ivmeyle gerçekleşiyordu. Öyle ki, bir kişi herhangi bir platformdan bir alttaki platforma rahatlıkla atlayabilir ve bu şekilde ilerleyerek yarığın dibindeki hareketsiz platforma ulaşabilirdi. En alttaki hareketsiz platformun az ötesinde ise Graham’in soluna doğru ilerleyen bir başka platform dizisi bulunuyordu. Burada muazzam bir kalabalık vardı. Kimileri platformların üzerindeki koltuklarda oturuyor, kimileri ise yayan gidiyordu.
“Burada durmamalısınız,” diye bağırdı Howard. “Gitmemiz gerekiyor.”
Graham yanıt vermedi. Duymazlıktan geliyordu. Platformlar büyük bir gürültüyle hareket ediyorlardı. Halk bağırıp çağırıyordu. Kalabalığın içindeki genç kızları ve kadınları fark etti. Dalgalı saçları vardı. Göğüslerini bir şeritle kapatan güzel mavi kıyafetler giymişlerdi. Giysi modellerini gösteren aletteki hâkim tonun, mavi olduğunu anımsadı. Terzi çırağının giysisi de maviydi.
“Uykucu. Uykucu’ya ne oldu?” bağırışlarının anlamını çözmeye çalıştı. Platformlar kalabalıklaşıyordu. İnsanlar parmaklarıyla onu işaret etmeye başladılar. Balkonun hemen karşısındaki alanda çok sayıda mavi giysili insan vardı. Anlaşılan orada bir arbede yaşanıyordu. İnsanlar platformlardan atılıyor, ite kaka bir yerlere götürülüyorlardı. Hareketliliğin olduğu yerden uzaklaştırılanlar kısa bir süre içerisinde geri dönüyorlardı.
“Uykucu bu. Gerçekten de o,” diye bağırdı kimileri. Bazıları ise, “Hayır, bu Uykucu değil!” diyerek bu teze karşı çıktılar. Giderek daha fazla insan yüzünü ona döndü. Graham meydanda bir takım geçitler olduğunu fark etti. Bir sürü insan bu geçitlere girip çıkıyordu. Arbede bunlardan birinin girişinde yoğunlaşıyor gibiydi. İnsanlar hareketli platformlardan bu noktaya doğru koşturuyorlardı. Bir platformdan diğerine atlayışları çok ustacaydı. Üstteki platformlarda kümelenmiş insanların ilgileri balkonla bu nokta arasında bölünmüştü. Parlak kırmızı üniformalar içerisindeki yapılı insanlar, oldukça sistemli bir şekilde hareket ediyorlardı. Merdivenlere kimsenin yaklaşmamasını sağlamaya çalışıyorlardı.