Efendi uyanıyor. Герберт Уэллс
sloganını duydu. Ayrıca Graham’e yabancı gelen bir isimden bahsediyorlardı. “Ostrog” gibi bir şeyden. Yavaş platformlar daha kalabalıktı. Platform bir yöne doğru ilerlerken, üzerindeki insanlar aksi yöne doğru koşuşturuyorlardı. Bu sayede onu daha fazla görebileceklerdi.
“Yolları durdurun,” diye bağırıyordu insanlar. Yakınındaki hızlı yola ulaşmayı başarabilenler hızla önünden geçip gidiyorlardı. Garip ve anlaşılmaz şeyler söylüyorlardı. Söylenenler arasında sadece tek bir cümleyi anlayabilmişti. “Gerçekten de bu o. Uykucu bu.”
Graham bir süre hareketsiz kaldı. Artık anlamıştı. Bütün bu olup bitenler kendisi ile ilgiliydi. Bu kadar popüler olmak hoşuna gitmişti. Hafifçe eğilerek selamladı kalabalığı. Sonra onlara el salladı. Bu hareketinin neden olduğu muazzam uğultu Graham’i çok şaşırttı. Merdivenlerdeki kargaşa, kavgaya dönüşmüştü. Nihayet çevredeki balkonların neden böyle kalabalık olduğunu anlamıştı. Yükseklerden boşluğa atlayan insanların amacı, kendisini biraz daha yakından görebilmekti. Arkasındaki geçitten sesler geldi. Gardiyan Howard hâlâ oradaydı. Sertçe kolundan tutmuş, onu çekiştiriyordu.
Dönüp baktı. Howard’ın yüzü bembeyazdı. “Hadi gelin,” dedi. “Yolları durduracaklar. Şehirde büyük bir kargaşa başlayacak.”
Bir grup insan arkalarındaki geçitte koşturuyordu. Kızıl saçlı adam, sarı sakallı, uzun kırmızı kıyafetler giyen biri, eli sopalı ve yine kırmızılar içindeki kalabalık bir grup… Hepsinin yüzünde endişeli ve sabırsız bir ifade vardı.
“Onu buradan götürün,” diye bağırdı Howard.
“Ama neden?” dedi Graham. “Anlamıyorum.”
“Gelmeniz gerekiyor,” dedi kırmızılı adam kararlı bir sesle. Graham’le göz göze geldiler. Üzerinde rahatsız edici bir baskı hissediyordu. Birisi kolunu çekti.
Şimdi yerlerde sürükleniyordu. Görünen o ki kavga büyümüştü. Dışarıdan gelen gürültüler şimdi binanın içinden de duyuluyordu. Graham kendisinde direnecek kuvveti bulamamıştı. O da diğerleriyle birlikte geçitte ilerliyordu. Her düştüğünde zorla yerden kaldırmışlardı onu. Sonunda Howard’la birlikte bir asansöre bindiler. Şimdi büyük bir hızla yukarı çıkıyorlardı.
VI
Atlas Heykelinin Bulunduğu Oda
Terzinin yanından ayrılışından, kendisini asansörde bulduğu ana dek yaklaşık beş dakika geçmişti. Çok uzun bir süre boyunca uyumuştu. Yepyeni bir çağda uyanmıştı. Tüm bunlar olsa olsa bir rüya olabilirdi. Etrafında bir sürü şey olup bitiyordu. O ise tüm bunların karşısında bir izleyiciden daha fazlası değildi. Şaşkındı. Balkonda tanık olduğu kargaşa ise, içinde tüm bunlara müdahil olma isteği uyandırmıştı. “Anlayamıyorum,” dedi. “Mesele nedir? Kafam allak bullak oldu. Bu insanlar neden bağırıyorlar? Tehlike ne?”
“Sorunlarımız var,” dedi Howard. Graham’le göz göze gelmemeye çalışıyordu. “Büyük bir kargaşa var. Açıkçası tüm bu olanlar sizin uyanışınızla doğrudan bağlantılı…”
Bunları söylemenin doğru olup olmadığından emin değildi. Durdu.
“Anlamıyorum,” dedi Graham.
“Zamanla her şey daha netleşecek,” diye yanıtladı Howard.
Yukarı baktı. Asansör yavaşlamıştı.
“Şüphesiz ki zamanla daha iyi anlayacağım. Zaten yavaş yavaş işin rengi belli oluyor,” dedi Graham. “Her şey kafa karıştırıcı. Son derece garip. Burada her şey farklı. Her şey mümkün. Küçük detaylarda bile büyük farklılıklar var. Sayma sisteminiz bile farklı.”
Asansör durdu. Yüksek duvarların arasındaki dar ve uzun bir geçitte ilerlemeye başladılar. Etrafta büyük kablolar ve çok sayıda tüp vardı.
“Ne kadar da büyük bir yer burası,” dedi Graham. “Tek bir bina değil mi burası? Tam olarak nedir bu yer?”
“Burası şehrin bazı kamu hizmetlerinin sağlandığı en önemli merkezlerden birisi. Aydınlatma ve daha bir sürü şey…”
“Tanık olduğum şey toplumsal bir olaydı sanırım. Yönetim sisteminiz nasıl? Hâlâ polis var mı mesela?”
“Birkaç tane.”
“Birkaç tane?”
“On dört kadar.”
“Anlayamıyorum. Bu ne demek şimdi?”
“Gayet normal. Bizim sosyal yapımız doğal olarak size karmaşık görünecektir. Dürüst olmak gerekirse ben de tamamen anladığımı söyleyemem. Belki de siz bunu başarabilirsiniz. Neyse şimdi bunları bırakalım, acilen konseye gitmemiz gerekiyor.”
Graham olan biteni anlamaya çalışıyordu. Aklı o sırada geçitlerde koşuşturan insanlardaydı. Howard’ı düşündü. Ne kadar da garip cevaplar vermişti sorularına. Hemen dikkati dağıldı. Etrafta çok fazla uyarıcı vardı. Bir noktaya odaklanamıyordu. Geçitlerde, odalarda rastladığı insanların bir bölümü kırmızı üniformalıydı. Nedense burada mavi giysili insanlar yoktu. Yanlarından geçenler, sürekli ona bakıyor, Howard’ı ve kendisini selamlıyorlardı.
Uzun bir koridora girdiler. Bir sürü kız vardı etrafta. Sıralarda oturuyorlardı. Sınıf gibi bir yerdi burası. Ortada bir öğretmen yoktu. Aynı işi garip sesler çıkaran bir aygıt yapıyordu. Kızlar merak ve şaşkınlık içerisinde Graham’e ve kılavuzuna baktılar. Çok hızlı ilerledikleri için buradaki toplantının ne anlama geldiğini tam olarak anlayamamıştı. Howard’ı daha önceden tanıyor olmalıydılar. Herhalde kendisini ilk kez gördükleri için kim olduğunu merak etmişlerdi. Bu Howard önemli bir adam olmalıydı. Buna rağmen bu önemli şahsiyete vere vere Graham’e bekçilik etme görevini vermişlerdi. Karanlık bir pasaja geldiler. Pasajın içinde bir patika uzanıyordu. Yoldan geçen insanların ayaklarını seçebiliyordu. Ama sadece o kadar. Daha fazlasını görmek imkânsızdı.
Aldığı canlandırıcı ilaçların etkisi geçiciydi. İlacın etkisi geçer geçmez kendisini yorgun hissetmeye başlıyordu. Howard’dan yavaşlamasını istedi. Kısa süre sonra bir asansöre bindiler. Asansörde sokak boşluğuna bakan bir pencere bulunuyordu. Pencere camla kaplıydı ve açılmıyordu. Aşağıdaki hareketli platformlarda neler olduğunu göremeyecek kadar yukarı çıkmışlardı. Yine de kabloların arasında gidip gelen insanları fark edebiliyordu. İnce köprülerin üzerinde ilerliyorlardı.
Patikayı bitirip ilerlediler. Sonra camlarla kaplı dar bir köprüden geçtiler. Daha sonra Graham burayı her hatırladığında başı dönecekti. Köprünün her yeri gibi zemini de camdı. New Quay ve Boscastle’daki uçurumlarda yaptığı gözlemler aklına geldi. Yüzlerce yıl önce başına gelen olaylar anılarında ne kadar da tazeydi. Yürüyen platformların en az 100 metre üstünde olmalıydılar. Durdu. Bacaklarının arasından dalgalanan kırmızı ve mavi kalabalıklara baktı. Bulunduğu yerden her şey ne kadar da küçük gözüküyordu. Az önce üzerinde durduğu balkon şimdi bir oyuncaktan farksızdı. Hafif bir sis ve parlak kürelerin yaydığı ışık, her şeyi belirsizleştiriyordu. Bu sırada köprünün üzerindeki bir yerden birisi atladı. Kabloyla sabitlenmiş olan bir kızağın üzerinde hızla kayıyordu. Graham durdu ve adamı izledi. Sonra gözü yeniden aşağıdaki hareketliliğe kaydı.
Kırmızılı bir grubun yürüyen platformlara ilerlediğini fark etti. Kalabalığı dağıtmaya çalışıyorlardı. Hızlı platformlardan yavaş platformlara atlayarak aşağıda toplanmış olan halkın üzerine yürüdüler.
Kırmızılı adamların ellerinde cop ve sopalar vardı. Bunları kullanmaktan çekinmedikleri anlaşılıyordu.