Ejderha kitabı. Эдит Несбит
ki adanın yanlış tarafa dönmesinin sonuçlarından biri de çörekler, pastalar ve kurabiyeler gibi yapmak zorunda olduğumuz her şeyin ağaçlarda ve çalılarda yetişiyor olmasıydı. Buna karşılık, bizim aşçılarımızın puding ve turta yapması gibi Rotundia’da da insanlar karnabahar, kabak, havuç, elma ve soğanları kendileri yapmak zorundaydı.
Tom tüm çörekleri ejderhaya uzatarak dedi ki: “Al bakalım, biraz yemeye çalış. Çok geçmeden daha iyi hissedeceksin kendini.”
Ejderha çörekleri mideye indirip epey kaba bir şekilde başını salladı. Ardından yine kanadını yalamaya koyuldu. Bunun üzerine Tom onu bırakıp haberleri vermek üzere şehre geri döndü. Herkes adada kanlı canlı, gerçek bir ejderhanın olması nedeniyle çok heyecanlıydı. Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Bu nedenle ödül töreni yerine ejderhaya bakmaya gittiler. Okul Başmüdürü de onlarla gitti. Müdür, Tom’un ödülünü yani arka kapağına kraliyet arması işlenmiş deri ciltli Rotundia Tarihi’ni cebine koymuştu. Aksilik bu ya, kitap cebinden düşüverdi. Ejderha da kitabı yedi. Yani Tom ödülünü alamayacaktı fakat ejderha yediği kitabı hiç beğenmemişti.
“Belki böylesi daha iyidir,” dedi Tom. “Ödülü alsaydım, benim de hiç hoşuma gitmeyebilirdi.”
O gün çarşamba olduğu için Prenses’in arkadaşları gelmişti. Ne yapmak istedikleri sorulunca tüm küçük dükler, markizler ve kontlar, “Haydi, ejderhayı görmeye gidelim,” dedi. Ama küçük düşesler, kontesler ve markizler, korktuklarını söylemişti.
Bunun üzerine Prenses Mary Ann asil bir şekilde konuştu: “Aptallık etmeyin. Yalnızca peri masalları ile İngiltere tarihi gibi şeylerde insanlar kötüdür ve birbirlerine zarar vermek isterler. Oysa Rotundia’da herkes iyi kalplidir, kimsenin yaramazlık etmediği sürece bir şeyden korkmasına gerek yoktur. Hem bunun bizim faydamıza olduğunu biliyoruz. Haydi ejderhayı görmeye gidelim. Ona akide şekeri götürsek iyi olur.”
Böylece gittiler. Soylu unvanlara sahip çocuklar sırayla ejderhaya akide şekeri verdi. Hayvan halinden memnun gözüküyordu, gururu okşanmıştı. Mor kuyruğunu kavrayabildiği kadar salladı durdu, zira gerçekten çok ama çok uzun bir kuyruğu vardı. Fakat ona akide şekeri verme sırası Prenses’e gelince ejderha ağzını kocaman açıp gülümsedi ve uzun kuyruğunu en ucuna kadar salladı. Sanki “Ah, ne iyi kalpli, güzel bir prensescik!” demek istiyordu. Ama o kötü mor kalbinin derinliklerinde “Ah, seni nazik, tombul, şirin prensescik. Şu aptal akide şekerleri yerine seni mideye indirmek isterim,” diyordu. Tabii ki bu sözleri işiten kimse yoktu. Prenses’in amcası hariç. O bir büyücüydü, kapı dinlemeye alışkındı. Zanaatının bir parçasıydı bu.
Şimdi, hatırlayacaksınız ki Rotundia’da yalnızca bir kötü kalpli insan olduğundan bahsetmiştim. Baştan ayağa kötü bu kişinin Prenses’in amcası James olduğunu sizden daha fazla saklayamam. Masal kitaplarınızdan bildiğiniz üzere büyücüler her zaman kötüdür. Ormandaki Çocuklar masalı veya Norfolk Trajedisi’nde gördüğünüz gibi bazı amcalar da kötüdür. İngiliz tarihine bakınca gördüğünüz üzere geçmişte en az bir kötü James yaşamıştır. Bir kişi büyücüyse, bir amcaysa ve adı da James ise ondan iyi bir şey bekleyemezsiniz. Bu kişi “Üç Kez Baştan Ayağa Kötü”dür ve iyi biri olamayacak demektir.
James Amca uzun süredir Prenses’ten kurtulup krallığı ele geçirmek istiyordu. Hayatta hoşuna giden pek az şey vardı. İlgisini çeken tek şey güzel bir krallıktı. Ne var ki o güne dek yoluna hep engeller çıkmıştı. Çünkü Rotundia’da herkes öyle iyiydi ki kötücül büyüler masum adalılara karşı hiçbir şey yapamıyor, bütün çabaları buz üstüne yazı yazmak gibi sonuçsuz kalıyordu. Gelgelelim James Amca bir şansının olabileceğini düşünüyordu çünkü artık adada birbirine destek olabilecek iki kötü kalpli kişinin olduğunu biliyordu. Tek kelime etmedi ama ejderhayla anlamlı bir şekilde bakıştılar. Sonra herkes çay için evlerine gitti. Kimse o anlamlı bakışmayı görmemişti. Tom hariç.
Tom eve gidip her şeyi evcil hayvanı file anlattı. Bu akıllı küçük hayvan onu dikkatle dinledikten sonra Tom’un dizinden masaya tırmandı. Masada, Prenses’in Tom’a Noel hediyesi olarak verdiği süs takvimi vardı. Fil minicik hortumuyla takvimdeki bir tarihi gösterdi. Bu tarih 15 Ağustos yani Prenses’in doğum günüydü. Endişeli gözlerle sahibine baktı.
“Cici fil! O tarihte ne var Fido?” diye sordu Tom. Akıllı hayvan aynı hareketi tekrarladı. O zaman Tom ne söylemek istediğini anlamıştı.
“Ah, yani Prenses’in doğum gününde bir şey mi olacak? Pekâlâ, gözümü dört açacağım.”
Gerçekten de böyle yaptı.
Başlarda Rotundia halkı ejderhadan gayet memnundu. Sütunun yanında yaşayıp çörek ağaçlarından besleniyordu. Fakat zamanla yerinden kalkıp dolaşmaya başladı. Gizlice büyük tavşanların yuvalarını yaptığı oyuklara giriyordu. Ağaçsız tepelerde geziye çıkanlar onun kırbacı andıran upuzun kuyruğunun bir oyukta kıvrıldığını görüyordu. İnsanlar “İşte orada,” demeye vakit bulamadan gözden kaybolur, sonra çirkin mor başı diğer tavşan yuvasından çıkıverirdi. Belki de tam arkalarındaydı. Kulaklarının dibinde kendi kendine gülüyordu. Ejderhanın gülüşü öyle neşeli bir gülüş değildi. Bu saklambaç oyunu ilk başta insanları eğlendirse de sonradan sinirlerini bozmaya başladı. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorsanız, bir dahaki sefere annenizin başı ağrırken körebe oynadığınızda ona sorun. Derken ejderha, insanların kırbaç şaklattığı gibi kuyruğunu şaklatmayı âdet edindi. Bu da adalıların sinirini bozuyordu. Ardından ufak tefek şeyler kaybolmaya başladı. Bu bir okulda bile ne denli nahoş bir şeydir bilirsiniz. Tabii ki umumi bir krallıkta bunun olması çok daha kötüydü. İlk başta, kaybolan şeyler çok önemli değildi: Birkaç ufak fil, bir iki gergedan, birkaç zürafa vesaire. Önemli değildi diyorum ama bu durum insanların huzurunu kaçırmıştı. Bir gün Prenses’in en sevdiği tavşanlardan Frederick gizemli bir şekilde ortadan kayboldu. Ardından Meksika finosunun kaybolduğu o korkunç sabah yaşandı. Ejderha adaya geldiğinden beri havlamayı bırakmamıştı, insanlar bu gürültüye çok alışmıştı. Bu nedenle finonun havlama sesi kesilince herkes uykudan uyandı. Sorunun ne olduğunu anlamak için dışarı çıktılar. Fino ortalıkta yoktu!
Orduyu uyandırması için bir oğlan çocuğu gönderildi. Böylece askerler köpeği aramaya gidebilirdi. Ama ordu da gitmişti! Artık insanlar iyiden iyiye korkmaya başladı. Sonra James Amca sarayın terasına çıkıp insanlara seslendi. Dedi ki: “Dostlarım! Vatandaşlarım! Artık ne kendimden ne de sizden şunu gizleyebilirim: Bu mor ejderha beş parasız bir sürgün, aramızda yaşayan çaresiz bir yabancıdır. Ayrıca o… ejderhaların sonuncusu değildir.”
İnsanların aklına ejderhanın kuyruğu geldiğinden “Doğru, doğru,” dediler.
James Amca devam etti: “Cemiyetimizin müşfik ve savunmasız bir mensubunun başına bir şey geldi. Ne olduğunu bilmiyoruz.”
Herkes Frederick isimli tavşanı düşünüp sızlandı.
“Ülkemizin savunma gücü yok edildi,” dedi James Amca.
Herkes zavallı orduyu hatırladı.
“Yapılacak tek bir şey kaldı.” James Amca konusuna ısınmaya başlamıştı. “Basit bir tedbiri göz ardı ettiğimiz için daha fazla tavşanı, hatta donanmamızı, polis kuvvetimizi ve itfaiyemizi yitirirsek kendimizi affedebilir miyiz? Sizi uyarıyorum: Mor ejderhanın hiçbir şeye hürmeti yok, en kutsal şeylere bile.”
Herkes kendini düşündü. Sordular: “O basit tedbir ne?”
James Amca cevap verdi: “Yarın ejderhanın doğum günü. Her doğum