Sanşiro. Natsume Soseki
bir gürgen,” dedi hemşire. Adeta çocuğa ders verir gibiydi.
“Demek öyle. Ama palamutları henüz olmamış,” dedi ve göğe bakan yüzünü tekrar indirdiği an, Sanşiro’yla göz göze geldi. Sanşiro, kızın kara gözlerinin kımıldadığı ânı görmüştü. O an, renklere karşı duyduğu hisler kayboldu ve yerlerini, adını koyamadığı bir şeye bıraktı. Bu şey kısmen, trendeki kadından “Siz cesaretsiz birisiniz değil mi?” cümlesini işittiği an hissettiklerine benziyordu. Sanşiro, büyük bir korkuya kapıldı.
İki kız, Sanşiro’nun önünden geçtiler. Daha genç olanı, şimdiye dek kokladığı beyaz çiçeği Sanşiro’nun önüne bırakıp gitti. Sanşiro, ikilinin ardından uzun uzun baktı. Hemşire önden gidiyordu. Daha genç olan kızsa geriden gidiyordu. Şaşaalı renklerin arasından, boyanmamış kuşağının beyazı kendini gösteriyordu. Saçına da bembeyaz bir gül takmıştı. O gül, gürgen ağacının gölgesinin altında, siyah saçlarının arasında öylesine ışıltılıydı ki!
Sanşiro dalgınlaşmıştı. Nihayet alçak sesle, “Bu bir çelişki27,” dedi. Üniversitenin atmosferiyle o kız mı çelişiyordu, yoksa renklerle o bakışlar mı çelişiyordu, o kıza bakınca trendeki kadını anımsaması mı çelişkiydi, yoksa geleceği için aldığı iki karar birbiriyle mi çelişiyordu yahut deminki rastlaşmanın ona hem müthiş bir mutluluk, hem de korku vermesi mi çelişkiydi? Taşralı genç adam tüm bu soruların cevabını bilmiyordu. Ama bir yerlerde bir çelişki vardı.
Sanşiro, kızın bırakıp gittiği çiçeği yerden aldı ve kokladı. Ama çiçeğin herhangi bir kokusu yoktu. Sanşiro, çiçeği gölete fırlattı. Çiçek suda yüzüyordu. Ve ansızın, karşı kıyıdan birileri ona seslendi.
Sanşiro gözlerini çiçekten ayırdı. Uzun süredir taş köprüde duran Nonomiya’yı yeni fark etmişti. “Sen hâlâ burada mıydın?” diyordu Nonomiya. Sanşiro cevap vermeden önce sessizce yürüdü. Taş köprüye çıkarak, “Evet,” dedi. Bu cevabı vermesi epey zaman almıştı. Ama Nonomiya, durumu hiç mi hiç yadırgamadı.
“Serinledin mi?” diye sordu. Sanşiro yine, “Evet,” dedi.
Nonomiya, bir müddet göletin sularına baktıktan sonra, sağ elini cebine sokup bir şeyler aradı. Cebinde, yarısı görünen bir zarf vardı. Bu zarfın üstündeki yazı, bir kadının el yazısına benziyordu. Nonomiya, düşündüğü şeyi bulamamış olacak ki, elini cebinden çıkardı ve şöyle dedi:
“Bugün cihazlarımızda ufak bir arıza çıktı da, akşamki deneyleri iptal ettik. Ben de eve gidiyordum, Hongo civarına doğru yürüyecektim. Sen de benimle yürümez misin?”
Sanşiro teklifi memnuniyetle kabul etti. Beraberce yokuşu çıkıp tepenin doruğuna vardılar. Nonomiya, az önce kızların durduğu yerde biraz duraksadı, bakışlarını karşıdaki yeşil ağaçların arasından görünen kırmızı binada, bayırın yüksekliğine nispet yaparcasına durgun gölette gezdirerek:
“Güzel manzara değil mi? Şu ‘building’ bu noktadan biraz daha iyi görünüyor. Ağaçların arasında boşluk var çünkü. Güzel, değil mi? Fark etttin mi? O bina oldukça iyi inşa edilmiş. Mühendislik bölümünün binası da iyidir ama o bina daha güzel.”
Sanşiro, Nonomiya’nın estetik anlayışına biraz şaşmıştı. Ne yalan söylemeli, kendisi iki binadan hangisinin daha güzel olduğunu söyleyebilecek durumda değildi. Bu yüzden Sanşiro, tıpkı az önce Nonomiya’nın yaptığı gibi, söylenen her şeye “Evet, evet,” diye cevap verdi.
“Ya bu ağaçların ve suyun yarattığı etkiye ne demeli? Çok da ahım şahım bir şey değil ama Tokyo’nun tam ortasında olduğumuzu düşününce… Sakin bir yer, değil mi? Böyle bir mekân olmadan eğitim yapılamaz, değil mi? Tokyo son zamanlarda tam bir keşmekeş haline geldi, ne yazık ki. Şurası, Eğitim Sarayı…” diye, yürürken sağ eliyle bir binayı işaret etti. “Profesörlerin kurultay yaptıkları yer. Eh, neyse ki benim oraya işim düşmüyor. Bodrumda çalışmaktan başka bir şey yapmam gerekmiyor. Son zamanlarda ilim çok emek gerektirir oldu, biraz olsun tembellik etsen geride kalırsın. Benim bodrumdaki çalışmalarımla alay edenler var, ama öyle bir işle meşgulken insanın kafası canavar gibi çalışır. Beynin, elektrikli bir tramvaydan daha hızlı işlemeye başlar. Hatta yaz tatiline çıktığında hayıflanırsın,” diyerek başını engin göklere doğru kaldırdı. Gökyüzü, artık neredeyse kararmıştı.
Durgunlaşmış gökyüzünde ince beyaz bulutlar, bir fırçanın bıraktığı izler misali, yanlamasına uzanıp gidiyordu.
“Şunu biliyor musun?” dedi Nonomiya. Sanşiro, başını kaldırıp yarı saydam bulutlara baktı.
“Onların hepsi, aslında kar taneciklerinden oluşuyor. Böyle aşağıdan bakınca, hareket etmiyor gibi görünüyorlar. Ama aslında, yeryüzünde görülen kasırgalardan bile daha hızlı rüzgârlarca savruluyorlar. Ruskin’in eserlerini okudun mu?”
Sanşiro, cesareti kırılmış bir edayla okumadığını söyledi. Nonomiya sadece, “Şu göğün resmi yapılsa ne ilginç olurdu. Belki de Haraguçi’yle konuşmalıyım,” dedi. Elbette Sanşiro, Haraguçi denen bu ressamın da kimin nesi olduğunu bilmiyordu.
İkisi, Baelz’in28 bronz heykelinin önünden Karataçi Tapınağı’na bitişik demiryolu geçidine kadar yürüdüler. Heykelin önünden geçerken, “Bu heykel sence nasıl?” diye bir soruya maruz kalan Sanşiro yine bocaladı. Etrafta vızır vızır akan bir trafik vardı. Tramvaylar peş peşe geçip duruyordu.
“Tramvay sesi sinirini bozuyor mu?” diye sordu Nonomiya. Tramvayların gürültüsü, Sanşiro’ya göre sinir bozucu değil, dehşet verici düzeydeydi. Yine de, sadece “Evet,” demekle yetindi. Nonomiya ise, “Bence de sinir bozucu,” dedi. Ancak hiç de siniri bozulmuş gibi durmuyordu.
“Ben kondüktöre sormadan, tek başıma, kafama göre aktarma yapamıyorum. Son iki üç yılda tramvayların sayısı o kadar arttı ki. Hayatı kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyorlar. Tıpkı benim araştırmalarım gibi,” diyerek gülümsedi.
Ders yılı yeni başladığı için, başlarında yeni lise şapkalarıyla yürüyen çok öğrenci vardı. Nonomiya neşeyle bu gençlere bakıyordu.
“Bir sürü yeni öğrenci var, değil mi?” dedi. “Gençlerin enerjisi hoşuma gidiyor. Bu arada, sen kaç yaşındasın?” diye sordu. Sanşiro, konukevinde kaldığı akşam deftere yazdığı cevabı verdi. O zaman Nonomiya, “Öyleyse benden yedi yaş küçükmüşsün. Yedi yılda insan pek çok şeyi başarabilir. Ama günler çabuk geçer. Yedi yıl dediğin nedir ki?” dedi. Sanşiro, berikinin söylediği iki zıt sözden hangisinin doğru olduğunu anlayamadı.
Yotsukado civarına geldiklerinde, bir sürü kitapçının ve dergicinin arasından geçtiler. Bu dükkânlardan iki üç tanesinin önüne insanlar yığılmıştı ve hepsi dergi okuyordu. Sonra da dergi falan almadan gidiyorlardı. Nonomiya, “Herkes çakal olmuş,” diyerek gülümsedi. Sonra başını kaldırıp güneşe bir bakış attı.
Dörtyol ağzına çıktıklarında kendilerini, sol tarafta Batı tarzı bir öteberi dükkânıyla, karşı taraftaki Japon tarzı bir öteberi dükkânının arasında buldular. Tramvaylar, iki dükkânın arasındaki yolda bir dönemeci aldıktan sonra, büyük bir süratle yollarına devam ediyordu. Zilleri çin-çin çalıyordu. Trafik yoğundu, karşıdan karşıya geçmek zordu. Nonomiya, karşıdaki öteberi dükkânını işaret
27
Japoncada “çelişki, paradoks” manasında kullanılan
28
Ömrünün çoğunu Japonya’da geçirmiş Alman hekim.