Ben-Hur. Lew Wallace
yüzlercesi de yolda.”
“Kimmiş onlar?”
“Kim bilir? İranlı oldukları söyleniyor, yıldızlarla konuşan bilgeler, belki de İlyas ve Yeremya gibi peygamberlerdir.”
“Yahudi Kralı da ne demekmiş?”
“İsa, yeni doğmuş.”
Kadınlardan biri güldü ve “İyi, görürsem inanırım.” diyerek işine devam etti.
Bir diğeri de onu izledi. “Ben de ölüyü dirilttiğini görürsem inanırım.”
Üçüncüsü sakin sakin, “Uzun zamandır vadediliyordu. Onun bir cüzzamlıyı tedavi ettiğini görmek bana yeter.” dedi.
Gruptaki kadınlar gece olana kadar oturup konuşmaya devam ettiler, havanın soğumasıyla beraber evlerinin yolunu tuttular.
Aynı akşamın ilerleyen saatlerinde, ilk nöbetin başlarında Sion Dağı’nın üzerindeki sarayda, Yahudi yasasının ve tarihinin gizemlerinden birini öğrenmek isteyen Herod’un emri olmadan bir araya gelmeyen yaklaşık elli kişi toplandı. Bunlar öğretmenler, başhahamlar ve şehrin en tanınmış din bilginleri, kanaat önderleri, farklı mezheplerin yorumcuları, Saduki prensleri, Ferisi tartışmacılar, Esseni sosyalistlerinin sakin ve yumuşak konuşan sabırlı filozoflarıydılar.
Toplantının düzenlendiği oda sarayın iç avlularından birindeydi, oldukça genişti ve Roma tarzındaydı. Yerler mermer bloklarla döşenmişti, penceresiz duvarlar safran sarısı freskliydi, tam orta yerde duran U şeklindeki sedir parlak sarı kumaştan yastıklarla kaplıydı. Sedirin kıvrılan kısmında, altın ve gümüş kakmalı, büyükçe bir bronz sehpa vardı, sehpanın üzerine tavandan her bir kolunda bir lamba yanan yedi kollu bir şamdan sarkıyordu. Sedir ve şamdan Yahudi işiydi.
Renkleri hariç tuhaf bir şekilde birbirinin aynı olan kıyafetler giymiş grup sedire oturdu. Yaşını başını almış insanlardı; gür sakalları yüzlerini kaplamış, iri burunlarına, kapkara kaşların gölge yaptığı iri kara gözleri eşlik ediyordu. Tavırları ağır ve oturaklı, hatta saygıdeğerdi. Kısacası toplantı Sanhedrim26 gibiydi.
Sehpanın önünde oturan ve meclisin başı olarak da adlandırılabilecek olan kişi bütün yardımcılarını sağına ve soluna almıştı. Önünde duran toplantı başkanı dinleyicilerin dikkatlerini üzerinde toplamıştı. Kat kat omuzlarından dökülen beyaz elbisesi kasların değil de çarpık bir iskeletin ipuçlarını veriyordu. Elbisenin kırmızı-beyaz çizgili ipekten kolları dizlerinin üzerinde kenetlenen ellerini yarı yarıya saklıyordu. Konuşurken bazen sağ elinin başparmağı ürkekçe uzanıyordu; başka bir hareket yapamıyormuş gibi görünüyordu. Kafası azametli bir kubbe gibiydi. Tel gümüşten daha beyaz birkaç tel saçı vardı. Geniş, yusyuvarlak kafatasının üzerindeki deri ışıkta parıl parıl parlıyordu. Şakaklarında derin boşluklar vardı ve buradan yükselen alnı buruşuk bir kayalık gibi çıkıntı yapıyordu. Gözleri solgun ve donuk, burnu sıkıştırılmış gibiydi. Yüzünün alt kısmı Harun’unki kadar saygıdeğer bir sakalla sarmalanmıştı. Babilli Hillel işte aynen böyleydi! İsrail’de uzun zamandır yok olan peygamberler dizisinin yerini artık âlimler dizisi almıştı, o da öğretide ilk sırayı alıyordu. Yüz altı yaşında hâlâ Büyük Üniversitenin rektörüydü.
Önündeki masaya İbranice harflerle yazılmış bir parşömen rulosu yayılmıştı; arkasında geleneksel kıyafetleri içinde ona eşlik eden uşağı duruyordu.
Tartışma yapılmış ve bir sonuca varılmıştı, herkes dinlenme hâlindeydi, saygıdeğer Hillel hiç kıpırdamadan uşağına seslendi.
“Hey!”
Genç çocuk saygıyla ilerledi.
“Gidip krala cevap vermeye hazır olduğumuzu bildir.”
Çocuk hızla uzaklaştı.
Bir süre sonra iki subay içeri girdi, her biri kapının iki yanında durdu. Onların ardından kırmızı kenarlı mor elbisesiyle çok çarpıcı bir şahsiyet, yaşlı bir adam geldi; belindeki bant öyle ince bir altındandı ki deri kadar yumuşaktı. Ayakkabı bağları değerli taşlarla ışıl ışıl parlıyordu; dar bir telkâri işlemeden taç, boynunu ve boğazını açıkta bırakarak başını örtüp boynuna ve omuzlarına kadar inen, kırmızı, yumuşak pelüşten bir örtü üzerinde ışıldıyordu. Kemerinden bir hançer sarkıyordu. Bir bastona dayanarak duraklayan adımlarla yürüyordu. Sedirin uç kısmına gelene kadar durup başını kaldırmadı, sonra sanki topluluğun ilk kez farkına varıyormuş gibi doğruldu ve mağrurca etrafına bakındı, ürken ve düşmanını arayan, karanlık, kuşkulu ve tehditkâr bir bakıştı bu. İşte böyleydi Büyük Herod; hastalıklar geçirmiş bir beden, suçlarla katılaşan bir vicdan, becerikli bir zihin, Sezarlarla kardeşliğe uygun bir ruh. Şimdilerde altmış yedi yaşındaydı, ama tahtını hiç bu kadar tetikte olmamış bir kıskançlık, hiç bu kadar despot olmamış bir güç ve hiç bu kadar amansız olmamış bir zalimlikle koruyordu.
Toplulukta genel bir hareketlenme oldu, daha yaşlılar öne doğru eğilerek selam verdiler, saray mensupları ayağa kalktılar, ardından elleri sakallarında ya da göğüslerinde diz çöktüler.
Herod saygıdeğer Hillel’in karşısındaki sehpaya kadar ilerledi, başını eğip hafifçe ellerini kaldıran Hillel’in soğuk bakışlarıyla karşılaştı.
“Cevap!” dedi kral, otoriter bir sadelikle, Hillel’e hitaben, bastonunu iki eliyle önünde tutuyordu. “Cevap!”
Hillel’in gözleri ışıldadı, kafasını kaldırıp sorgucunun yüzüne baktı, yardımcıları dikkat kesilmişlerdi.
“Tanrı’nın, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un huzuru seninle olsun, ey kral!”
Tavırları dua gibiydi, sonra devam etti:
“Bizi İsa’nın doğacağı yere çağırdın.”
Kral başını eğdi, kem gözleri bilgenin yüzüne sabitlenmiş hâldeydi.
“İşte mesele bu.”
“O hâlde, ey kral, buradaki tüm kardeşlerim ve kendi adıma Yahudiye’nin Beytüllahim kentinde diyorum.”
Hillel sehpanın üzerindeki parşömene baktı ve titreyen parmağını kaldırarak devam etti: “Yahuda’nın Beytüllahim kentinde, çünkü peygamber tarafından böyle yazılmış: ‘Ey sen, Yahuda’daki Beytüllahim, Yahuda önderleri arasında hiç de en önemsizi değilsin! Çünkü halkım İsrail’i güdecek önder senden çıkacak.’27”
Herod’un yüzü sıkıntılıydı, düşünürken bir yandan da gözleri parşömene takıldı. Onu seyredenler neredeyse soluk almıyorlardı, ne onlar konuşuyordu ne de Herod. Sonunda dönüp odadan çıktı.
“Kardeşlerim!” dedi Hillel. “Azledildik.”
Topluluk ayağa kalktı ve gruplar hâlinde çıktılar.
“Simeon!” dedi Hillel tekrar.
Ellilerinde ama canlı bir adam yanına geldi.
“Kutsal parşömeni alıp rulo yap, oğlum.”
Emir yerine getirildi.
“Şimdi bana kolunu uzat.”
Güçlü adam öne doğru eğildi, yaşlı adam pörsümüş elleriyle sunulan desteği alıp yerinden kalkarak yavaş yavaş kapıya doğru yürüdü.
Böylece rektör ve bilgelik, öğreti ve hizmette takipçisi olan oğlu Simeon odadan çıktılar.
Aynı akşam bilgeler, hanın bir
26
İbranilerin yüksek mahkemesi. (ç.n.)
27
Kutsal Kitap: Matta 2: 6. (ç.n.)