Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
oradan uzaklaştı. Yorgun, kırgın bir adam gibi elini başına götürdü. O, küçük oturma odasına gidip, parayı ocağın üzerindeki demir kasaya kilitlerken cüce de dikkatle onu seyretti. Biraz düşündükten sonra da acele etmezse, eve döndüğü zaman Bn. Quilp’i nöbet içinde bulacağı aklına gelince, gitmeye hazırlandı.
– Böylece, yüzümü evden yana çeviriyorum, komşum. Nelly’ye sevgilerimi bırakıp bir daha da yolunu kaybetmemesini diliyorum. Hoş, böyle yapmakla bana hiç de umulmadık bir onur kazandırdı ya, neyse.
Bu sözlerden sonra, başını eğdi, yan gözle bana baktı. Sonra, görme sınırı içinde kalan her şeyi, ne kadar küçük, önemsiz olursa olsun, iyice görüp anladığını belirten zekice bir bakışla yoluna gitti.
Ben de birkaç defa gitmeyi denemiştim ama yaşlı adam, hep buna karşı koyup, kalayım diye yalvarmıştı. Yalnız kalınca da yalvarmalarını tekrarlayıp daha önceki buluşmamız için de bol bol teşekkür edince ben de isteyerek, onun ricasına uyup oturdum, önüme koyduğu birkaç garip şekilli minyatürü, eski madalyayı inceliyormuş gibi yaptım. Beni kalmaya razı etmek için pek baskıya ihtiyaç yoktu, çünkü ilk gelişimde merakım uyanmışsa şimdi de kaybolmamıştı.
Çok geçmeden Nell de yanımıza geldi. Elindeki nakışı masanın üzerine koydu, dedesinin yanına oturdu. Odadaki taze çiçekleri, kafesini gölgeleyen yeşil dallı evcil kuşu seyretmek, bu eski kasvetli evin içinde hışırdayıp çocuğun çevresinde toplanan tazelik, gençlik soluğunu duymak çok hoştu. Kızın güzelliğinden, inceliğinden uzaklaşıp yaşlı adamın kamburlaşmış gövdesini, tasayla yıpranmış yüzünü, bezgin hâlini görmek merak uyandırıcıydı ama pek de hoş değildi. Adam daha zayıflayıp hâlsizleşince bu yapayalnız küçük yaratığın hâli ne olacaktı! Evet, adam kötü bir koruyucuydu ama diyelim ki oluverdi, kız ne olacaktı?
Yaşlı adam elini kızın eline koyup şunları söylerken aşağı yukarı benim de düşüncelerime karşılık vermiş oldu:
– Daha mutlu olacağım, Nell. Seni de iyi bir kısmet bekliyor olmalı. Bunu kendim için değil, senin için istiyorum. Yoksa, senin şu günahsız başın öyle sıkıntılara girebilir ki! Bunu aklıma getirdikçe, en sonunda kısmetinin açılacağına inanmamazlık edemiyorum.
Çocuk neşeyle adamın yüzüne baktı ama hiçbir karşılık vermedi.
Yaşlı adam:
– O kısacık hayatının birçok yılını benimle yalnız geçirdin, diyordu. Tekdüze bir hayat yaşadın, kendine yaşıt hiç kimseyi tanımadın, çocukça eğlencelerden yoksun kaldın, seni bu hâle getiren bir yalnızlık içinde kaldın, yaşlı bir adamdan başka kimse tanımadın. Bunları düşündükçe, sana çok eziyet etmiş olmaktan korkuyorum.
Kızcağız, büyük bir şaşkınlıkla:
– Dede! diye bağırdı.
– İsteyerek değil… Hayır, hayır, hayır! Hep senin en neşeli, en güzel insanlarla kaynaşacağın, en iyiler arasında yer alacağın günleri bekledim. Hâlâ da bekliyorum, Nell, hâlâ da bekliyorum. Ya bu arada seni bırakmak zorunda kalırsam! Seni dünyanın dertlerine alıştırdım mı acaba? Şu kuşcağız neyse sen de osun! Hişt, dışarıdan Kit’in sesi geliyor. Onun yanına git, Nell, onun yanına git.
Çocuk kalktı. Telaşla giderken duraladı. Geri döndü, kollarını dedesinin boynuna doladı. Sonra, onu bırakıp, yine telaşla uzaklaştı. Bu sefer, gözlerinden akan yaşları gizleyebilmek için daha da hızlı gitti.
Yaşlı adam telaşlı bir fısıltıyla:
– Kulağınıza bir şey söyleyeceğim, efendim, dedi. Geçen akşam söylediklerinizden huzurum kaçtı. Her şeyi ancak iyi niyetle yaptığımı şimdi de ileri sürebilirim, elde olsa bile, geriye dönebilmek için geç kaldığımı söyleyebilirim… Ki bunu da yapamam ya. Yine de zafere ulaşmayı umduğumu belirtebilirim. Her şey onun iyiliği içindir. Ben yoksulluktan çok çektim; yoksulluğun getirdiği acılardan onu korumak isterim. Annesini, yani benim sevgili yavrumu, genç yaşta mezara götüren o acılardan torunumu korumak isterim. Ona, kolayca tükenecek kadar değil de ömrü boyunca eksiklerden uzak tutacak kaynaklar bırakmak isterim. Dinliyor musunuz, efendim? Onun, birkaç kuruşu değil, serveti olacak… Şişt! Şimdi de başka zaman da bundan fazlasını söyleyemem… İşte oda yine geldi.
Bütün bunların kulağıma dolduruluşu, kolumu tutan titrek el, bana dikilen üzgün, şaşırtıcı gözler, o çılgın, acı dolu tavırları beni şaşkınlıklar içinde bırakmıştı. Bütün duyduklarım, gördüklerim, kendisinin anlattıklarının büyük bir kısmı beni onun zengin bir adam olduğunu düşünmeye yöneltmişti. Adamın huyunu suyunu anlayamamıştım ama bence kazancı hayatlarının tek amacı olarak kabul edip büyük kazanç elde etmeyi başaran, yine de hep sefalet korkusu içinde işkence çeken, kayıplara uğrama, mahvolma korkuları içinde çırpınan o berbat insan taslaklarından biriydi bu adam. Bir türlü anlayamadığım sözleri bu düşünceyle gözden geçirdikten sonra, onun da bu mutsuz kişilerden biri olduğu inancına vardım. Buna hiç şüphe yoktu.
Bu inanç aceleyle düşünmenin bir sonucu değildi; çünkü, o sırada buna fırsat olmamıştı: Çocuk hemen geri dönmüş, Kit’e yazı dersi vermek üzere hazırlığa başlamıştı. Anlaşıldığına göre, Kit haftada birkaç defa ders alıyordu, o gece de ders gecesiydi. Bu dersler öğretmene de öğrenciye de büyük bir sevinç, neşe vermekteydi. Kit, salonda, yabancı bir beyin karşısında oturmayı nasıl ancak uzun bir süre sonra kabul etti; oturduktan sonra da dirseklerini masaya dayayıp nasıl yüzünü iyice deftere yaklaştırdı, satırlara şaşkın şaşkın baktı; nasıl daha kalemi eline alır almaz nasıl saçlarının içine kadar her yanını leke içinde bıraktı; bir harfi doğru yazmışsa başka bir harfi yazmak için hazırlığa girişirken onu nasıl bozdu; her yeni yanlışta Nell’den nasıl körpe bir neşeli çığlık koptu; zavallı Kit kendinden de nasıl içten gelme kahkahalar kopardı; çocuk öğretmeye ne kadar meraklıysa oğlan da öğrenmeye nasıl istekliydi… Bütün bunları anlatmak hiç şüphesiz hak ettiklerinden daha çok yer, zaman alacaktır. Dersin verildiğini, ikindinin geçip akşamın geldiğini, yaşlı adamın yine huysuzlanıp sabırsızlandığını, önceki gibi aynı saatte evden gizlice çıktığını, çocuğun bir kere daha evin kasvetli duvarları arasında yapayalnız kaldığını anlatmak yeter.
Şimdi de, bu hikâyeyi buraya kadar kendi ağzımdan anlatıp kişileri okura tanıttıktan sonra, hikâyenin selameti uğruna, ben ayrılıyorum, eserde sürekli, gerekli yeri olan kişileri, kendi adlarına konuşup davransınlar diye, kendi hâllerine bırakıyorum.
4
Quilpler Tower Hill’de oturuyorlardı. Bn. Quilp, kocasının yokluğunda Tower Hill’e bakan köşkünde oturup düşünceye dalardı. Daha önceden görüldüğü gibi B. Quilp iş için zaman zaman karısını yalnız bırakıyordu.
Evet, B. Quilp’in kazanç yolları pek çeşitliydi, bir sürü işi de vardı ama belirli bir ticareti ya da mesleği olduğu da pek söylenemezdi. Su kıyısındaki o berbat sokaklarda, mahallelerde oturanların hepsinin kiralarını o toplardı; denizcilere, ticaret gemilerinde çalışanlara borç para verirdi; Doğu Hint Şirketi dalgıçlarının çalışmalarından pay alırdı; kaçak sigaralarını gümrük binasının burnunun dibinde tüttürürdü; her gün parlak şapkalı, yuvarlak ceketli adamlarla döviz alışverişi yapardı. Irmağın Surrey kesiminde Quilp İskelesi diye anılan küçücük, fare dolu berbat bir avlu vardı. Bu avlunun içinde de sanki bulutlardan düşüp yere ekilmiş gibi bir toz yığını hâlinde duran küçük, ahşap bir idare binası vardı; birkaç paslanmış çıpa parçası vardı; bir sürü büyük demir halka vardı; bir yığın çürümüş tahta, birkaç yığın