Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
Çok geçmeden, bu kararsızlığı da yendim, kendimi antikacının dükkânında buluverdim.
Yaşlı adam ile bir başkası dükkânın arka bölümündeydiler. İkisinin atıştığı belliydi, çünkü pek yüksek perdeden konuşurlarken ben girer girmez birdenbire susuvermişlerdi. Yaşlı adam telaşla benden yana gelerek, titrek bir sesle, beni gördüğüne pek sevindiğini söyledi. Yanındaki adamı işaret ederek:
– Çok nazik bir noktada araya girdiniz, dedi. Bu adam günün birinde beni öldürecek. Cesaret edebilseydi bunu çoktan yapacaktı.
Öbürü de bana bir göz atıp kaşlarını çattıktan sonra.
– Hah, sen de, elinde olsa, hayatım üzerine yemin ederdin. Bunu hepimiz biliyoruz! dedi.
Yaşlı adam yavaşça ötekinden yana dönerek:
– Valla, ben de öyle sanıyorum! diye bağırdı. Yeminler, dualar ya da kelimeler beni senden kurtarabilselerdi, bu çoktan olurdu. Senden kurtulup sanki ölmüşsün gibi rahatlardım.
Öbürü:
– Biliyorum, diye karşılık verdi. Ben de onu demedim mi? Gelgelelim, ne yeminler, ne dualar, ne de kelimeler beni öldürebilir; onun için de yaşıyorum, daha da yaşamaya niyetliyim.
Yaşlı adam ihtirasla ellerini çırpıp yukarı bakarak:
– Annesi de öldü, diye bağırdı. İşte Tanrı’nın adaleti de bu!
Öbürü, ayağı bir iskemleye dayalı, durmuş, nefret dolu bir alayla yaşlı adama bakıyordu. Yirmi, yirmi bir yaşlarında bir delikanlıydı bu. Sağlam yapılıydı; yüzü de, pek göz alıcı olmamakla birlikte, şüphesiz yakışıklıydı, davranışlarında olduğu kadar kıyafetinde bile insanı tiksindiren sefih, küstah bir insan havası vardı.
Genç adam:
– Adalet madalet bilmem, dedi. İşte ben buradayım, sen beni dışarı atmak için yardım istetinceye kadar –ki bunu yapacağına da ihtimal vermiyorum ya neyse– burada kalmaya kararlıyım. Kız kardeşimi görmek istediğimi bak bir daha söylüyorum sana!
Yaşlı adam acı acı:
– Kız kardeşini ha! dedi.
Öbürü:
– E, akrabalığı değiştiremezsin ya, dedi. Bunu başarabilecek olsaydın çoktan yapardın. Buraya saklayıp o sinsice sırlarınla kafasını zehirlediğin kız kardeşimi görmek istiyorum. Niyetin onu çalıştıra çalıştıra öldürmek, daha saymasını bile beceremediğin parana her hafta birkaç metelik daha eklemek. Kardeşimi görmek istiyorum, göreceğim de!
– İşte zehirlenmiş kafalardan konuşmaya tam yetkisi olan bir ahlakçı! İşte zorla biriktirilen metelikleri küçük görecek cömert bir ruh!
Yaşlı adam, delikanlıdan bana dönerek, böyle bağırdı.
– Yalnız kendi kanından olanlar üzerindeki hakkını değil, aynı zamanda onun kötülüklerinden başka bir şeyini bilmeyen toplumun üzerindeki hakkını da kaybetmiş sefihin biridir bu, beyim. Üstelik, yalancıdır da.
Yaşlı adam, bana yaklaşarak, daha alçak bir sesle ekledi:
– Kardeşinin benim için ne kadar değerli olduğunu bilir ama yanımızda bir yabancı bulunduğu için beni o yandan bile yaralamaya çalışıyor.
Delikanlı adamın sözlerini duyunca:
– Yabancılar bana vız gelir, dede! dedi. Ben de onlara vız gelirim, inşallah! Onların yapacakları en iyi iş kendi işlerine bakıp benim işimi de bana bırakmalarıdır. Dışarıda beni bekleyen bir arkadaşım var, görünüşe bakılırsa bir süre daha burada kalmam gerekecek; onun için, izin verirseniz gidip kendisini içeriye çağırayım.
Delikanlı böyle diyerek kapıdan yana döndü; sokağa bakarak, görünmeyen birine birkaç defa seslendi. Bu seslenme sırasında sabırsızlanarak yaptığı işaretlere bakılırsa, o kimseyi yaklaşmaya razı etmek için büyük bir çaba harcamak gerekiyordu. En sonunda, yolun karşı tarafından, sözüm ona tesadüfen oradan geçiyormuş gibi yapmaya çalışan, üzerinden kötü niyetlilik akan biri, davete karşı bin bir defa başını sallayıp kaşlarını çattıktan sonra, isteksiz isteksiz yolu geçti, dükkândan içeri alındı.
Delikanlı adamı içeri iterek:
– İşte, dedi. Dick Swiveller. Otur, Dick.
Dick Swiveller, alçak sesle:
– Bakalım ihtiyar herif isteyecek mi? dedi.
Arkadaşı bir daha:
– Otur, dedi.
Dick Swiveller emre uydu, öfke yatıştırıcı bir gülümsemeyle, geçen haftanın ördeklere, bu haftanın ise örümceklere uygun olduğunu belirtti; ayrıca da şunları ekledi: Sokağın köşesinde beklerken tütüncü dükkânından, ağzında saman, bir domuzun çıktığını görmüş, hayvanın görünüşünden ördeklere yarayacak bir haftanın yaklaşmakta olduğunu, mutlaka yağmur yağacağını anlamış. Daha sonra da kıyafetinin derbederliğinden ötürü özür diledi, bir gece önce güneş gözlerini kamaştırdığı için böyle giyindiğini söyledi. Bu sözleriyle de, kendisini dinleyenlere adamakıllı sarhoş olduğunu pek nazik bir şekilde anlatmış oluyordu.
İçini çekerek:
– Ama ruhun ateşi içkiyle incelip yükseldikten sonra, dostluğun kanadı bir tek tüy dahi dökmedikten sonra bunun zararı nedir? dedi. Ruh o gül rengi şarapla genişledikten sonra, şu an da ömrümüzün en mutsuz anı olduğuna göre, bunun zararı nedir?
Arkadaşı yarı yarıya çekimser kalarak:
– Burada kongre başkanı gibi davranman gereksiz, dedi.
Dick Swiveller burnunu sümkürerek:
– Fred, diye bağırdı. Akıllılara bir kelime yeter: Servetimiz olmadan da iyi, mutlu olabiliriz, Fred. Bir tek kelime daha söyleyeyim, deme. Ben parolamı bilirim. Gerekli kelime açıkgözdür. Bir tek fısıltı yeter, Fred. İhtiyar herif iyi niyetli mi?
Arkadaşı:
– Sen ona aldırma, diye karşılık verdi.
Dick Swiveller:
– Yine haklısın, yerden göğe kadar haklısın, dedi. Gerekli kelime temkin olacak, yapılacak iş de temkinli olmak.
Bunları söylerken sanki çok derin bir sırrı saklıyormuş gibi gözünü kırptı, kollarını kavuşturup koltuğuna yaslanarak, bilgiççe bir ağırbaşlılık içinde tavana baktı.
Olup bitenlere bakıp da B. Swiveller’in, biraz önce ima ettiği o kudretli güneşin etkisinden kendini daha kurtaramamış olmasından kuşkulanmak belki de pek mantıksızca bir iş olmazdı. Konuşması kuşku uyandırmasaydı bile dalgalı saçları, baygın gözleri, solgun yüzü onun aleyhine kuvvetli birer tanık olurlardı. Kendisinin de ima ettiği gibi kıyafeti de pek hoşa gidecek durumda değildi; tersine, öyle berbat bir hâldeydi ki üstündekilerle yattığı düşüncesini uyandırıyordu. Kıyafeti ön kısmında bir sürü, arkada ise bir tek madenî düğme bulunan kahverengi bir palto, parlak renkli bir boyun mendili, İskoç taklidi kumaştan ceket, beyaz pantolon, kenarındaki deliği gizlemek için arkası öne giyilmiş pek eski bir şapkadan ibaretti. Paltosunun göğsü üstten dikilmiş bir ceple süslüydü, bu cepten pek kocaman, biçimsiz bir mendilin temiz ucu sarkıyordu. Gömleğinin kirli kol ağızları da elden geldiği kadar içeri çekilip kıvrılmıştı. Eldiven kullanmıyordu; sarı bir bastonu vardı, bunun üzerindeki kemikli elin küçük parmağına yüzüğe benzer bir şey takılmıştı; bastonun tutacak yerinde de kara bir top bulunmaktaydı.
Dick Swiveller, gözleri tavana dikili, koltuğuna yaslandı,