Billur Köşk Masalları. Неизвестный автор
versin, artık vakit gecikmiş, hamamcı da hamama gelmişti. Hamamcı, müezzini bu hâlde görünce şaştı:
“Ayol, müezzin efendi sana ne oldu böyle? Başın köpükler içinde kalmış?”
Müezzin şu cevabı verdi:
“Ah, hamamcı efendi, su bulamadım, başım köpükler içinde kaldı, muslukları açmayı unutmuşsun.”
Hamamcı musluklardan birini açtı, müezzin yıkandı, dışarı çıktı, elbiselerini giyip doğru evine geldi. Her tarafı yara bere içindeydi. Hastalandı, yatağa girdi.
Günlerce hasta yattı.
Hastalıktan kalkınca kızdan bir temiz intikam almak istedi. Hacdaki babasına bir mektup yazdı, bu mektupta dedi ki:
Senin kızın kötü yola düştü. Birlikte olmadığı kimse kalmadı.
Kızın babası, bu mektubu alınca:
“Eyvah, bak başıma gelenlere! Benim kızım kötü yola düşmüş, bu yaştan sonra namusumu bir paralık etti, hay edepsiz, hayasız kız!” diye saçını başını yoldu. Sonra, öfke ile oğluna dedi ki:
“Koş, eve git, kızımın başını kes, gömleğini kana bulayarak bana getir!”
Oğlu, baba emrini yerine getirmek için, ister istemez yola çıktı. Mahallesine geldi, komşulardan meseleyi soruşturdu. Komşular dediler ki:
“Hayır oğlum, biz senin kız kardeşinin sokağa çıktığını bile görmedik!”
Delikanlı, bu sözler üzerine evinin kapısını çaldı. Kız kardeşi:
“Vay, biraderim gelmiş!” diye, koşa koşa merdivenleri inerek kapıyı açtı. Kardeşini kucakladı, yukarıya aldı.
“Babam nerede?” diye sordu. Kardeşi
“Yolda, geliyor… Haydi seninle gidip onu karşılayalım!” diye cevap verdi.
Kız üst giysisini giydi. Kardeşiyle beraber sokağa çıktı. Kardeşi onu bir dağ başına götürerek dedi ki :
“Sevgili kardeşim, babama bir mektup geldi. Bu mektupta yazıyor ki: Senin kızın kötü yola düştü. Birlikte olmadığı kimse kalmadı.Babam bu mektubu okuyunca çok kızdı, öfkelendi, gazaba geldi, bana dedi ki: ‘Koş, git, kızımın başını kes, gömleğini kana bulayıp bana getir!’ İşte ben eve bunun için geldim.”
Kız bunları öğrenince hiçbir şey söylemedi. Kardeşi kıza acıdı, babasının emrini yerine getirmek için bir köpek yavrusu bulup kesti, kızın gömleğini o hayvanın kanına buladı. Kız kardeşine dedi ki:
“Ah, sevgili kardeşim, ben babamı kandırırım ama sen buralarda durma. Başka memleketlere çık git. Allah yardımcın olsun!”
İki kardeş, birbirleriyle helalleştiler. Kız, başını eğdi, yürüdü, dağdan dağa gitti.
Oğlan da kızın gömleğini alıp Hicaz’daki babasının yanına geldi.
“İşte baba! Kızın kanlı gömleğini getirdim!” diyerek gömleği babasına verdi. Babası:
“Hamdolsun, el dilinden kurtuldum!” dedi.
Onlar orada dursun, biz gelelim kıza:
Kız, dağdan dağa yürürken bir havuz başına geldi. Havuzdan tatlı, lezzetli bir su içti. Yanındaki ağacın gölgesine gelip oturdu. Biraz kendini dinledi. Ama, bir de baktı ki etrafta birçok canavar var; gelip onu parçalayacaklar. Üstelik vakit de akşam oluyordu. Kız, Ben şimdi ne yapayım? diye düşüncelere daldı. Nihayet, aklına, ağaca çıkmak geldi. Bari şuağaca çıkayım da canavarlardan kendimi koruyayım!dedi kendi kendine. Ağaca sarılarak çıktı, sabaha kadar orada oturdu.
Sabahleyin, memleketin hanının oğlu da o taraflarda ava çıkmıştı. Hayvanı susadığı için, bu havuzun başına geldi. Hanın oğlu, yularından tutup suya getirince hayvan, ağzını suya değdireceği sırada, birdenbire ürkerek sıçradı. Hanın oğlu “Acayip şey! Bu hayvan, bu suyu içmiyor?” diye şaştı. Birkaç defa yularından çekerek hayvana suyu içirmek istedi, fakat bunda başarılı olamadı. Meğerse ağaçta oturan kızın resmi, güneşten ayna gibi parlayan havuza düşüyor, hayvan da bu aksi görerek korkuyordu!
Hanın oğlu başını yukarı kaldırınca ağaçtaki kızı gördü, aklı başından gitti, kıza dedi ki:
“İn misin, cin misin, söyle bana!”
Kız:
“Ne inim ne cinim; insanım!” dedi.
Hanın oğlu, kızı ağaçtan indirdi.
“Bugün benim avım buymuş!” diyerek kızı, doğruca kendi sarayına götürdü. Babasına da haber verip kızı Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kendine nikâh etti.
Kırk gün, kırk gece düğün olduktan sonra kırk birinci gece evlerine girdiler.
Aradan epey zaman geçti. Hanın oğlunun bu kızdan üç çocuğu dünyaya geldi.
Küçük hanım, çocuklarını beşikte emzirirken hep annesini düşünür, gözlerinden yağmur damlaları gibi yaşlar akıtırdı.
Hanın oğlu eşinin ağladığını görünce
“Ey sultanım, ne için böyle ağlıyorsun?” diye sordu. Kız da gözlerini silerek şu cevabı verdi:
“Ah efendim, bugün çocuklarımı emzirirken annem aklıma geldi de onun için ağlıyorum.”
Hanın oğlu sordu.
“Can parem, annen sağ mıdır?”
“Ah efendim, sağdır, sizi tanıdığım günden beri annemle görüşmedim. Zavallı kadını çok göreceğim geldi, hasretine dayanamıyorum!
Hanın oğlu:
“Bunu şimdiye kadar niçin bana söylemedin? Hiç senin bir annen olur da onu görmek için ben sana izin vermez miyim? İstersen sen annene git, kavuş ya da anneni buraya getirelim, nasıl istersen öyle yapalım.” deyince kız, sevincinden gözyaşları dökerek hanın oğlunun boynuna atıldı ve dedi ki:
“Allah size çok ömürler versin efendim! Eğer izin verirseniz, ben çocuklarımı yanıma alayım, kendim anneme gideyim, onu bir kere dünya gözüyle göreyim.”
“Pek güzel olur can parem… Yarın senin yanına biraz adam vereyim, çocuklarını da yanına al, git, anneni gör.”
Ertesi sabah hanın oğlu, kâhyasını çağırdı, küçük hanımla çocuklarını ona ve Tanrı’ya emanet etti.
Genç kız, çocuklarıyla bir arabaya bindi, kâhya da maiyetine bir tabur süvari askeri aldı. Saraydan çıkıp yola koyuldular. Saraydan uzaklaştılar, uzaklaştılar… Yolda kâhya, başını arabaya uzatarak kıza dedi ki:
“Ya bana teslim olursun ya da çocuklarını öldürürüm!”
Kız şaştı kaldı. Hiç ummadığı bir şey başına gelince ne cevap vereceğini bilemedi:
“Öyle şey olur mu hiç?”
Kâhya, arabanın içine atlayarak kızı tehdit etti:
“Evet, evet! Mutlaka bana teslim olacaksın!”
Kız razı olmadı. Irzını kurtarmak için ister istemez çocuklardan birini tutup kâhyaya verdi.
Kâhya çocuğu eline aldı, boğazını sıkıp öldürdü, yere attı. Zavallı kız çıldıracak gibi olmuştu.
Bir müddet daha yol gittiler. Kâhya yine arabaya sokuldu, başını uzattı, kıza dedi ki:
“Ya bana teslim olursun ya da bu çocukları da öldürürüm.”
Kız