Billur Köşk Masalları. Неизвестный автор
düşündü taşındı ve dedi ki:
“Bana yarım saat mühlet ver. Abdest alıp iki rekât namaz kılayım, ondan sonra sana teslim olurum.”
Kâhya, genç kıza yarım saat mühlet verdi.
Arabadan çıkınca kaçmasın diye kızın beline kalın bir ip bağladı. Ondan sonra kızı salıverdi.
Genç kız yürüdü, yürüdü… Kervandan uzaklaşınca durdu, belinden ipi çözerek bir ağaca bağladı. Kendisi serbest kalınca başını aldı, o dağdan bu dağa kaçmaya, koşmaya başladı.
Öte taraftan, kâhya da elindeki ipi çekiyor, fakat kızın kımıldamadığını görünce “Haa. sanırım abdest alıyor!” diyordu. Hâlbuki aradan yarım saat geçmesine rağmen, gelmemişti. Kâhya, bir iki defa daha ipi çekti ama ip kımıldamadı. Bunun üzerine
Ne bitmez, tükenmez abdesttir!diye şüpheye düşen kâhya, ip boyunca yürüdü. Bir de baktı ki ipin ucu bir ağaca bağlanmış; ortada kızdan eser yok!
Kâhya, kızın kaçtığını anlayınca saçını başını yolarak
“Eyvah, kaçırdık!” diye bağırmağa başladı. Hemen askerleriyle geriye dönüp saraya geldi. Hanın oğlunun yanına çıkarak dedi ki:
“Hanzadem, biz yolda giderken eşiniz oğullarını alıp bize haber vermeden kaçmış. Aklım başımdan gitti, aradım taradım, bulamadım. Hanzadem, dağdan gelen dağa gider, bu kız da dağdan gelmişti, dağa gitti.”
Hanın oğlu, bu uğursuz haberi işitince sapsarı kesildi. Ağlamaya, titremeye başladı. Nihayet, bu acıya dayanamayarak yere düşüp bayıldı. Yüzüne gül suyu serperek zavallı genci ayılttılar ama kızın bıraktığı matemden, yürek acısından kurtaramadılar.
O burada ayılıp bayıladursun, biz gelelim eşine.
Kız dağdan dağa ağlayarak gide gide babasının memleketine geldi. Kendini tanıtmamak için üstündeki elbiseleri değiştirdi; erkek elbisesi giydi. Memleketin çarşısına girdi.
Çarşıda ihtiyar bir helvacı vardı. Bu helvacının dükkânı pek haraptı. Kız dükkâna girerek helvacıya selam verdi.
“Baba beni yanına çırak alır mısın?” diye sordu. Helvacı can sıkıntısıyla dedi ki:
“Ah oğlum, ben akşama kadar ekmek parası çıkaramıyorum, seni yanıma nasıl çırak alırım? Sana nasıl gündelik veririm? Hem ben helva yapmasını bile unutmuşum.”
“Zarar yok baba. Ben senden gündelik istemem, burada boğaz tokluğuna çalışırım. Allah ne verirse onunla kanaat ederiz.”
İhtiyar helvacı, kızın bu tatlı cevabını alınca onun hatırını kırmadı.
“Peki oğlum, gel!” dedi.
Kız, ustasının elini öpüp dükkânın bir tarafına oturdu. Ertesi gün, kollarını sıvayıp ocağın başına geçti; helva yapmaya başladı. Yaptığı helvadan biraz da ustasına tattırdı. İhtiyar helvacı, kızın yaptığı helvanın pek tatlı olduğunu anlayınca:
“Aferin oğlum, Allah senden razı olsun, helvayı pek iyi yapmışsın, eline sağlık! Allah nazardan saklasın!” dedi.
Bunun üzerine, kız mermer taşı yıkadı, üzerine sakız gibi helvayı koydu.
Gelen müşteriler, bu güzel helvacı çırağını gördükçe hayretten hayrete düşüyorlardı. Dükkânın müşterisi çoğaldı. Helva almak istemeyenler bile gelip helva alıyorlardı. Kızın yaptığı helva da kendisi gibi tatlı olduğu için helvadan bir alan bir daha alıyordu.
Az zaman içinde, bu Helvacı Güzeli’nin şanı şöhreti, memleketin köşesine bucağına yayıldı. Artık her tarafta, herkes, her zaman, Helvacı Güzeli’nin güzelliğinden, helvasının tatlılığından bahsediyordu.
Helvacı Güzeli, burada didişe uğraşadursun, biz gelelim hanın oğluna.
Zavallı hanın oğlu, eşiyle çocuklarının yürek acısından kurtulamamıştı. Onları hatırladıkça gece gündüz ah ederek gözlerinden yağmur tanesi gibi yaşlar boşanıyordu. Kâhyasını yanına çağırıp dedi ki:
“Ben bu kızın ayrılığına tahammül edemeyeceğim. Sabrım, takatim kalmadı. Ya eşimi arar buluruz ya da kendimi helak ederim.”
Kâhya şu cevabı verdi:
“Hanzadem, eşin seni istemeyerek dağa kaçtı. Sen şimdi niçin onu istiyorsun?”
Kâhya kızın bir daha ele geçemeyeceğini anlatmak istedi ise de hanın oğlu razı olmadı. Kâhyasını yanına alıp saraydan çıktı, dağlara, taşlara düştü. Yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler… Nihayet, gide gide, kızın memleketine geldiler.
Hanın oğlunun karnı pek acıkmıştı. Yolda rastladığı bir çocuğa, “Oğlum, buralarda hiç aşçı dükkânı yok mudur?” diye sordu.
“Hayır efendim, buralarda hiç aşçı dükkânı yoktur. Ama, ileride bir Helvacı Güzeli’nin dükkânı vardır. Yaptığı helvaya doyum olmaz. Helvayı öyle güzel yapar ki tadı damağında kalır insanın.”
Hanın oğlu, helvacının methini işitince dayanamadı; kâhyasıyla birlikte doğruca Helvacı Güzeli’nin yanına geldi.
Kız, hanın oğlu ile kâhyanın dükkânına geldiklerini görünce onları tanıdı. Sevincinden içi içine sığmadı ama onları tanıdığını da hiç belli etmedi.
Hanın oğlu, Helvacı Güzeli’ne dedi ki:
“Güzelim, şuradan bize birkaç paralık helva verir misin?”
Kız, hanın oğluna dedi ki:
“Efendim, bu gece burada misafir kalırsanız, sizlere gayet güzel, gayet nefis bir helva yaparım. Hem de helva kadar tatlı bir de hikâye anlatırım; eğlenirsiniz.”
Hanın oğlu, Helvacı Güzeli’nin pek şirin söz söylediğini ve kendisine çok iltifat ettiğini görünce dayanamadı.
“Pek güzel olur efendim; kalırız.” dedi.
Bunun üzerine, hanın oğlu ile kâhya dükkânın bir köşesine girip oturdular.
Onlar orada oturadursun, biz gelelim mahalle halkına.
O gün mahallede helva sohbeti yapmak istemişlerdi. Düşünüp taşındılar, bu helvayı, Helvacı Güzeli’ne yaptırmaya karar verdiler. İçlerinden birkaçı kalkıp Helvacı Güzeli’nin yanına geldiler. Kıza dediler ki:
“Bu gece, mahalle ahalisi arasında helva sohbeti yapacağız. Sen gelip bizim helvamızı pişirir misin?”
Helvacı Güzeli de şu cevabı verdi:
“Başüstüne efendiler ama bu gece benim misafirlerim vardır; sonra nerede kalırlar? Gelemem.”
Gelenler “Aman helvacı, misafirlerini de beraber getir, başımızın üstünde yerleri var!” dedi.
Helvacı Güzeli, misafirlerine de bu daveti anlattı. Hanın oğlu memnun oldu.
“Hayhay, gidelim!” dedi. Helvacı Güzeli, hanın oğlu ile kâhyasını yanına alarak o gelen adamlarla beraber çıktı. Helva sohbeti yapılacak olan eve gittiler.
Akşam olunca mahallenin bütün ahalisi geldi, büyük bir odada toplandılar.
Helvacı Güzeli, mangalla tencereyi alarak odaya girdi. Hanın oğlu ile kâhyasını bir tarafa oturttu. Etrafına bakınca bir de ne görsün?
Kendi babası, erkek kardeşi, müezzin de odada oturuyorlar.
Helvacı Güzeli, hemen mangalı odanın ortasına