Dorian Gray’in Portresi. Оскар Уайльд
bir ifade ortaya yaratmayı başarmıştı. Zannediyorum ki sana iltifatlar yağdırıyordu. Söylediği tek bir söze bile inanmamalısın.”
“Kesinlikle bana iltifat filan etmiyordu. Belki de bu yüzden söylediği sözlere inanmıyorumdur.”
Hülyalı, baygın gözlerle ona bakarken, “Sen de biliyorsun ki hepsine inanıyorsun.” dedi Lord Henry. “Seninle birlikte bahçeye çıkacağım. Atölyenin içi aşırı sıcak. Basil, bize buzlu içecekler ikram et. İçinde çilek de olsun.”
“Tabii ki Harry. Sen zili çal, Parker geldiğinde ona ne istediğinizi söylerim. Arka plan üzerinde çalışmalıyım, daha sonra size katılırım. Dorian’ı fazla oyalama. Bugün daha önce hiç olmadığı kadar iyi resim yapıyorum. Bu benim şaheserim olacak. Şu anki hâliyle bile benim şaheserim sayılır.”
Lord Henry bahçeye çıktığında Dorian Gray’i yüzünü muhteşem leylak çiçeklerinin arasına gömmüş, kokularını şarap misali içine çekerken buldu. Ona yaklaştı ve elini gencin omzuna koydu. “Bunu yapmakta sonuna kadar haklısın.” diye mırıldandı. “Duyulardan başka hiçbir şey ruhu iyileştiremez. Tıpkı duyuları ruhtan başka bir şeyin iyileştiremediği gibi.”
Delikanlı irkilerek geri çekildi. Başında şapka yoktu, yapraklar asi saç kıvrımlarını dağıtmış ve parlak saç tellerini birbirine karıştırmıştı. Gözlerinde, tıpkı aniden uyanan insanların yüzlerinde beliren, korkulu bir bakış vardı. Zarif biçimli burun delikleri kıpırdadı, gizli bir güç kırmızı dudaklarını soldurup titretti.
“Evet…” diye devam etti Lord Henry. “bu hayatın en büyük sırlarından birisidir; duyular sayesinde ruha deva bulmak ve ruh sayesinde de duyulara deva bulmak. Sen muhteşem bir yaratıksın. Zannettiğinden çok daha fazlasını biliyorsun, aynı şekilde bilmek istediklerinden de daha azını biliyorsun.”
Dorian Gray kaşlarını çattı ve başını diğer yöne çevirdi. Hemen yanında duran uzun boylu, ağırbaşlı genç adamı sevmekten kendini alamıyordu. Coşkulu, esmer yüzü ve yüzündeki yıpranmış ifade, ilgisini cezbediyordu. Baygın ses tonunda kesinlikle büyüleyici bir şeyler vardı. Dingin, beyaz, çiçekleri andıran elleri bile ender görülen bir cazibeye sahipti. O konuştuğunda tıpkı musiki gibi hareket ediyorlardı, kendilerine özgü bir dile sahiptiler sanki. Lakin ondan korkuyordu ve korktuğu için utanç hissediyordu. Neden kendini kendine aşikâr etme işi bir yabancıya kalmıştı ki? Basil Hallward’ı aylardır tanıyordu, ama arkadaşlıkları kendisinde hiçbir değişikliğe sebep olmamıştı. Birdenbire hayatın sırrını ona gösteren bir adam karşısına çıkmıştı. Peki korktuğu şey neydi? Bir okul çocuğu veya küçük bir kız değildi ki o. Korkmak çok anlamsızdı.
“Haydi gidelim, gölgede oturalım.” dedi Lord Henry. “Parker içeceklerimizi getirdi ve bu güneşin altında durmaya devam ederseniz pişeceksiniz ve Basil de asla resminizi yapmayacak. Kesinlikle güneş yanıklarından kaçınmalısınız. Bu hiç hoş olmaz.”
Bahçenin sonundaki sandalyeye otururken gülerek, “Ne fark eder ki?” diye haykırdı Dorian Gray.
“Sizin durumunuzda bu çok fark eder Bay Gray.”
“Neden?”
“Çünkü siz her şeyden daha değerli olan gençliğe sahipsiniz, gençlik sahip olmaya değer yegâne şeydir.”
“Ben böyle düşünmüyorum Lord Henry.”
“Doğru, şimdi böyle düşünmüyorsunuz. Bir gün, yani yaşlandığınızda, yüzü kırış kırış, çirkin bir adam olduğunuzda, düşünceler alnınızı çizgileriyle dağladığında, tutku dudaklarınızı korkunç alevleriyle mühürlediğinde bana hak vereceksiniz, hem de ziyadesiyle. Bugün, nereye giderseniz gidin büyülüyorsunuz. Bu hep böyle mi olacak? Olağanüstü güzellikte bir yüzünüz var Bay Gray. Kaşlarınızı çatmayın, doğruyu söylüyorum. Güzellik dehanın bir çeşididir; hiç şüphesiz, dehadan daha üstündür, bunu açıklamaya gerek yok. Dünyadaki en muazzam hakikatlerden birisidir; tıpkı gün ışığı, bahar mevsimi veya Ay ismini verdiğimiz gümüş güllenin karanlık sulardaki yansıması gibi. Sorgulanamaz. İlahi hâkimiyet hakkına sahiptir. Ona sahip olanları prens mertebesine yükseltir. Gülümsüyorsunuz? Ah! Onu kaybettiğinizde gülümsemeyeceksiniz… İnsanlar bazen güzelliğin yüzeysel bir şey olduğunu söyler. Belki de öyledir; ancak düşünceler kadar yüzeysel olmadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa güzellik harikaların en üstünüdür. Görünüşe değer biçmeyenler sadece sığ kişilerdir. Dünyanın asıl gizemi görünür olandır, görünmeyen değil… Evet, Bay Gray, Tanrılar size lütufta bulunmuşlar. Ancak Tanrılar verdiklerini hızlı bir şekilde geri alır. Gerçekten, mükemmel ve dolu dolu yaşamak için sadece birkaç seneniz var. Gençliğiniz yitip gittiği zaman, güzelliğiniz de onunla birlikte sizi terk edecek ve elinizde övünecek hiçbir şeyin kalmadığını birden fark edeceksiniz, geçmişinizin sunduğu anılarla hayatı yenilgilerden bile daha acı kılan acımasız iftiharlarla kendinizi teselli etmek zorunda kalacaksınız. Geçip giden her ay, sizi başka bir rezalete yaklaştıracak. Sizi kıskanan zaman, zambaklarınıza ve güllerinize karşı savaş açmış durumda. Solgun, yanakları çökmüş ve donuk bakışlı bir adam olacaksınız. İnanılmaz derecede acı çekeceksiniz… Ah! Hazır elinizdeyken gençliğinizin farkına varın. Günlerden müteşekkil hazinenizi, sıkıcı şeyler dinleyerek, umutsuz hataları düzeltmeye çalışarak veya ömrünüzü cehalete, bayağı ve pespaye şeylere hibe ederek israf etmeyin. Bu saydıklarım çağımızdaki iğrenç hedefler, yanlış ideallerdir. Yaşayın! İçinizdeki muhteşem hayatı yaşayın! Sizde var olan hiçbir şeyin kaybolmasına müsaade etmeyin. Yeni coşkular arayın her zaman. Hiçbir şeyden korkmayın… Yeni bir hazcılık; yüzyılımızın istediği şey bu. Onun gözle görülür sembolü olabilirsiniz. Kişiliğiniz sayesinde yapamayacağınız hiçbir şey yok. Dünya bir mevsimliğine size ait… Sizinle tanıştığım anda kendinizin ne olduğunun, ne olabileceğinizin bilicinde olmadığınızı fark ettim. Sizde o denli bir cazibe vardı ki, kendimi size sizinle ilgili bir şeyler anlatmaya mecbur hissettim. Sizi heder etmenin bir felaket olacağına kanaat getirdim. Nitekim gençliğinizin son bulmasına çok kısa bir zaman kaldı; hem de çok kısa. Hep rastlanan bayır çiçekleri solarlar, ancak tekrar açarlar. Sarısalkım, bir sonraki haziranda da şimdi olduğu kadar sarı olacak. Bir ay sonra filbahri üzerinde mor renkli yıldızlar olacak ve yıllar geçtikçe yapraklarındaki yeşil gece o mor yıldızları tutmaya devam edecek. Ancak bizler, gençliğimizi asla geri alamayacağız. Yirmili yaşlarımızda atan neşenin nabzı daha sonra yavaşlayacak. Bacaklarımız çökecek, duyularımız bozulacak. Çirkin kuklalara dönüşeceğiz, ödümüzü koparan tutkuların ve teslim olacak cesareti bulamadığımız olağanüstü cazibelerin hatıraları yakamızı bırakmayacak. Gençlik! Gençlik! Dünyada kesinlikle gençlikten gayrı hiçbir şey yok!”
Dorian Gray kocaman açılmış gözleriyle, endişe içinde dinliyordu. Leylak dalı elinden kayıp çakılların üzerine düştü. Bir yaban arısı geldi ve bir süre dalın etrafında dönüp durdu. Minik çiçeklerin dairesel yıldız biçimindeki yuvarlakları üzerinde dolanmaya başladı. Genç adam, çok önemli şeyler bizleri ürküttüğünde veya ifade edemediğimiz yeni bir duygu yüzünden heyecanlandığımızda yahut dehşetli bir fikir zihnimizi istila edip bizi teslim olmaya çağırdığında sıradan şeylere karşı duymaya çalıştığımız o tuhaf alakayla arıyı izledi. Bir süre sonra arı uçup gitti. Delikanlı, onu eflatun renkli çit sarmaşığının lekeli, boru şeklindeki çiçeklerinden birinin içine sokulurken gördü. Çiçek titrer gibi oldu ve sonra öne arkaya hafifçe sallandı.
Ansızın atölyenin kapısında ressam belirdi ve onları içeri davet eden keskin hareketler yaptı. Birbirlerine baktılar ve gülümsediler.
“Bekliyorum!” diye bağırdı. “İçeri gelin.