Dorian Gray’in Portresi. Оскар Уайльд
Ondan sonra kendinle istediğini yapabilirsin.” Ardından odayı boydan boya yürüdü ve çay istemek için çıngırağı çaldı. “Çay içersin değil mi Dorian? Sen tabii ki Harry? Yoksa sen böyle basit hazlara karşı mısın?”
“Basit hazlara hayranım.” dedi Lord Henry. “Onlar komplekslerin son sığınağıdır. Fakat sahne haricinde, dekorları sevmem. Ne kadar tuhaf adamlarsınız, ikiniz de! İnsanı rasyonel canlılar olarak tanımlayanın kim olduğunu merak ediyorum. Şimdiye kadar yapılmış en ham tanımlama. İnsan birçok şeydir, fakat rasyonel değildir. Aslına bakarsan iyi ki de değil; bununla birlikte, keşke siz ikiniz bu resim için tartışmasanız. Doğrudan bana verseydin çok iyi olacaktı Basil. Bu sersem çocuğun onu istediği pek söylenemez ama ben gerçekten çok istiyorum.”
“Eğer resmi benden başkasının almasına izin verirsen Basil, seni asla affetmem!” diye haykırdı Dorian Gray “Ve insanların bana sersem çocuk demelerine de göz yummam.”
“Resmin senin olduğunu biliyorsun Dorian. Daha ortada yokken sana vermiştim onu.”
“Ayrıca biraz sersemce davrandığınızı da biliyorsunuz Bay Gray ve oldukça genç biri olduğunuzun hatırlatılmasına da itirazınız olduğunu sanmıyorum.”
“Bu sabah kesin bir şekilde itiraz etmeliydim Lord Henry.”
“Ah, bu sabah! Bu sabahtan beri epey yaşlandınız.”
Kapı vuruldu ve elinde dolu bir tepsiyle uşak içeri girip tepsiyi küçük bir Japon masasının üstüne bıraktı. Bardakların ve çay tabaklarının şangırtısının yanı sıra oluklu Gürcü semaverinin ıslığı duyuluyordu. Genç bir uşak iki büyük porselen tabak getirdi. Dorian Gray masaya doğru ilerledi ve çay doldurdu. Diğer ikisi baygın bir edayla masaya yürüdü ve kapakların altında neler olduğuna baktı.
“Hadi bu akşam tiyatroya gidelim.” dedi Lord Henry. “Muhakkak bir yerlerde bir şeyler vardır. White’ta3 birine yemek sözüm var, kendisi sadece eski bir arkadaşım; hasta olduğumu söyleyen veya sonradan ortaya çıkan bir iş nedeniyle gelemeyeceğimi bildiren bir not gönderebilirim. Sanırım ikincisi daha hoş bir bahane: Samimiyetin tüm sürprizini taşıyor.”
“Etkinlikler için giyinmek çok sıkıcı bir iş.” diye homurdandı Hallward. “Ayrıca bu giysiler insanın üstünde çok korkunç duruyorlar.”
Lord Henry dalgın bir şekilde “Evet.” diye cevapladı. “On dokuzuncu yüzyıl kıyafetleri mide bulandırıcı. Çok kasvetli, çok can sıkıcılar. Modern çağda hayata gerçekten renk katan tek unsur günahlar.”
“Dorian’ın önünde böyle şeyler söylememelisin Harry.”
“Hangi Dorian’ın önünde? Bize çay dolduran Dorian mı yoksa portredeki mi?”
“Her ikisinin de.”
“Sizinle birlikte tiyatroya gelmeyi çok isterim Lord Henry.” dedi genç adam.
“O hâlde gelmelisiniz ve geleceksiniz, Basil ya sen?”
“Doğrusu ben gelemem. Gelmemeyi yeğlerim. Yapacak çok işim var.”
“Peki, o zaman siz ve ben baş başa gideriz Bay Gray.”
“Bu çok hoşuma gider.”
Ressam dudaklarını ısırdı ve elinde bir bardakla portreye doğru yürüdü. “Ben gerçek Dorian’la kalacağım.” dedi üzgün bir şekilde.
Portrenin modeli, ressamın üzerine yürüyerek “Gerçek Dorian o mu?” diye bağırdı. “Ben gerçekten böyle miyim?”
“Evet, tıpkı bunun gibisin.”
“Ne kadar muhteşem, Basil!”
Hallward, “En azından görüntüde aynısınız. Fakat o asla yaşlanmayacak.” diye iç geçirdi. “Bu muhteşem bir şey.”
“İnsanlar sadakati ne kadar da abartıyor!” diye haykırdı Lord Henry. “Neden? Aşkta bile her şey tamamen fizyolojik. Kendi irademizin hiçbir rolü yok. Gençler sadık kalmak ister ama bunu yapmazlar; yaşlılar sadakatsizlik peşindedirler fakat bunu yapamazlar. Bu konuda söylenecek başka sözüm yok.”
Hallward, “Bu gece tiyatroya gitme Dorian.” dedi. “Kal ve birlikte yemek yiyelim.”
“Yapamam, Basil.”
“Neden?”
“Çünkü Lord Henry Wotton’a onunla gideceğime dair söz verdim.”
“Verdiğin sözlerde durman onu daha memnun etmeyecektir. O kendi verdiği sözlerde hiç durmaz. Gitmeni istemiyorum.”
Dorian Gray güldü ve başını salladı.
“Sana yalvarıyorum!”
Delikanlı tereddüde düştü ve gayet memnun bir gülümsemeyle onları izlemekte olan Lord Henry’ye doğru baktı.
“Gitmeliyim Basil.” diye karşılık verdi.
“Peki öyleyse.” dedi Hallward ve gidip bardağını tepsinin üzerine koydu. “Çok geç oldu ve giyinmeniz de gerektiğinden artık zaman kaybetmeseniz iyi olur. Hoşça kal Harry. Hoşça kal Dorian. Yakın zamanda ziyaretime gel. Yarın uğra.”
“Kesinlikle.”
“Unutmazsın değil mi?”
“Hayır, tabii ki unutmam.” diye çıkıştı Dorian.
“Ve… Harry!”
“Evet Basil?”
“Bu sabah bahçedeyken senden istediğim şeyi hatırından çıkarma.”
“Unuttum ben onu.”
“Sana güveniyorum.”
Lord Henry gülerek “Keşke ben de kendime güvenebilseydim.” dedi. “Gelin Bay Gray, faytonum dışarıda, sizi evinize bırakabilirim. Elveda Basil. Çok enteresan bir akşamdı.”
Kapı arkalarından kapandığında ressam kendini bir kanepeye attı ve yüzünü acı dolu bir ifade kapladı.
3. BÖLÜM
Sonraki gün saat on ikide Lord Henry Wotton, biraz kaba üslubuna rağmen, neşeli ve yaşlı bir bekâr olan, kendisinden özellikle bir fayda görmeyen dış dünyanın bencil diye nitelediği, ancak kendisini eğlendiren kişileri doyurması nedeniyle sosyete nazarında cömert biri olarak görülen amcası Lord Fermor’u ziyaret etmek için Curzon Sokağı’ndan geçip Albany Oteli’nin yolunu tuttu. Babası Madrid elçisi olarak görev yaptığı sırada, Isabella küçük bir prensesti ve General Prim’in adı bile duyulmamıştı ancak Paris büyükelçiliğine getirilmemesinden kaynaklanan, bir anlık öfkeyle diplomatik görevinde ayrılmıştı; hem kökenleri, tembel mizacı, raporlarında İngilizceyi iyi kullanışı ve ileri derecedeki haz düşkünlüğü sebebiyle bu görevi hak ettiğini düşünmüştü.
Kendisine sekreterlik yapan oğlu ise onunla birlikte istifa etti. O zamanlar bunun biraz aptalca bir hareket olduğu düşünülmüştü ama birkaç ay içerisinde lord unvanını elde edince aristokrasinin o muhteşem sanatı üzerinde ciddi bir çalışmaya adadı kendini; yani -tam anlamıyla- hiçbir şey yapmamaya. Şehirde iki büyük evi olmasına rağmen, daha az külfetli olduğunu düşündüğü otel odalarında kalırdı ve çoğu zaman yemeklerini kulübünde yerdi. Midland bölgesindeki kendine ait kömür madenlerinin işletmesiyle ilgilenirdi, bu pespaye sektörde bulunmak için kendini inandırdığı bahane ise kömür sahibi olmanın bir beyefendiye kendi şöminesinde odun yakma imkânı sağlıyor olmasıydı. Siyasette ise muhafazakârların tarafındaydı; yalnız muhafazakârlar iktidar olduğunda, onları bir avuç radikal olmakla suçlayıp ağzına geleni söylemekten çekinmezdi. Zorbalık ettiği
3
İngiltere’nin en köklü centilmenler kulübü.