Aile Mutluluğu. Лев Толстой
Ona göre arazimizin işletilmesi pek yolunda idi. Güzel mevsimi köyde geçirecektik; fakat kışın Sonia’nın tahsilini tamamlaması için St. Petersburg’da oturacaktık veyahut istediğimiz gibi seyahat edecektik.
Katia: “Siz de bizimle beraber gelseniz ne güzel olurdu. Biz seyahat edersek kendimizi büyük bir ormanda kaybolmuş zannederiz.”
Yarı ciddi yarı şaka cevap verdi: “Ah! Sizinle beraber dünyayı dolaşmak isterdim.”
Ben, “Peki, öyle ise dünyayı dolaşalım.” diye teklif ettim.
“Ya annem? Ve arazim? Bunu bırakalım, şimdi bana bütün bu zamanı nasıl geçirdiğinizi anlatınız. Gene kara hülyalarınıza düştünüz mü?”
O yokken bile kendimi meşgul ettiğimi, hiçbir sıkıntı hissetmediğimi söylediğim vakit beni birçok defa tebrik etti. Sanki ben bir çocukmuşum ve onun da böyle bir hakkı varmış gibi bana nasihat etti. Yaptığım bütün iyi şeyler hakkında ona uzun uzadıya ve inceden inceye açıklamayı borç saydım ve ona itirafları dinleyen papaz gibi doğruca her şeyi söyledim, belki bu kendisinin pek hoşuna gitmemiştir. Akşam vakti o kadar güzeldi ki, çaydan sonra taraçada kaldık, sohbet beni o kadar ilgilendiriyordu ki bizi kuşatan büyük sükûtun farkına varmadım. Her taraftan güzel kokular yayılıyor ve çayırlar jale altında parlıyordu. Tam bizim yanımızda bir leylak ağacının üstünde bir bülbül ötüyor, bizim seslerimiz işitildiği vakit susuyordu. Bütün yıldızla aydınlanan gök, üzerimize eğilmiş gibi görünüyordu. Taraçayı kapatan bezin altında yolunu şaşıran bir yarasa, sükûnetle etrafımızda dönmeye başladı; bana gecenin derinliğini bu anlattı.
Geri çekildim ve bağırmak üzere iken hayvan yol bulup uçtu ve parkın yarı zulmeti içine daldı.
Sergey Mihaloviç birdenbire ve hiçbir harekete geçmeksizin: “Evinizi çok seviyorum.” dedi. “Bana öyle geliyor ki ömrümün sonuna kadar bu taraçada kalabilirim.”
Katia cevap verdi: “Peki, öyleyse orada kalalım.”
“Evet, kalalım, fakat maalesef hayat hareketten geri kalmıyor.”
“Niçin evlenmiyorsunuz? Siz iyi bir koca olurdunuz.”
Gülerek cevap verdi: “Beni sakin bir hâlde gördüğünüz için böyle zannediyorsunuz! Hayır, Katerina Karlovna, evlenme zamanı sizin gibi benim için de geçmiştir. Çoktan beri beni artık evlenecek bir adam gibi değerlendirmiyorlar, ben de çoktan beri bunu düşünmüyorum ve rahat ediyorum.”
Bana bu son sözler, doğal bir tonla söylenmemiş gibi geldi.
“Nasıl, siz henüz otuz altı yaşında, her şeyden bıkıp usanmış mısınız?”
“Şüphesiz, o kadar usanmışım ki şimdi yalnız bir şey arzu ediyorum: dinlenmek ve görüyorsunuz ki bir koca için lazım olan niteliğe sahip değilim.” Başı ile beni işaret ederek ilave etti: “Fakat Maria için böyle değildir, onun yaşındakiler evlenirler. Sizin ve benim gibiler artık ancak başkalarının saadetiyle mesut olabilirler.”
Sesinde bir mahzunluk ve kendini zorlama vardı ki gözümden kaçmadı. Sergey bir an sessizliğini korudu, ne Katia ne de ben bunu ihlal etmeyi düşünmedik.
Sofraya doğru dönerek devam etti: “Bakınız Maria, benim on yedi yaşında genç bir kızla, diyelim ki Maria Aleksandrovna ile evlenmek niyetinde olduğumu düşününüz. Misal pek güzeldir, pek iyi seçilmiştir. Daha güzelini bulamazdım.”
Tebessüm eder gibi oldum. Fakat misalin niçin çok güzel seçildiğini bir türlü anlayamadım.
“Haydi bakalım, bana açıkça ve elinizi vicdanınızın üzerine koyarak söyleyiniz; hayatınızı yaşlı, şimdiden yorgun ve dinlenmeden başka bir şey arzu etmeyen bir adamın hayatına bağlamak sizin için büyük bir felaket olmayacak mıdır? Hâlbuki sizin bin türlü arzularınız vardır ve Allah bilir bunlardan başka bir şey düşünmezsiniz.”
Çok mahcup oldum ve ne cevap vereceğimi bilmediğimden bir şey söylemedim.
O gülerek devam etti:
“Dikkat ediniz ki bu bir izdivaç talebi değildir. Lakin doğru söyleyiniz, akşamları bahçenin ağaçlı yollarında dolaşırken bu cins bir koca mı düşünüyorsunuz? Bu sizin için büyük bir felaket olmaz mı?”
“Büyük bir felaket mi? Tamamen değil…”
“Fakat büyük bir saadet de değil, diyecektiniz. Değil mi?”
“Evet, ama aldanabilirim.”
“Görüyorsunuz ya Katia! Onun tamamen hakkı var ve düşündüğünü açıkça söylediğinden dolayı ona çok müteşekkirim… Bundan vazgeçmek benim için daha büyük felaket olurdu.”
Katia, akşam yemeği ile meşgul olmak için kalktı ve:
“Ne garip bir yaratılıştasınız! Asla değişmeyeceksiniz.” dedi.
O gittikten sonra ikimiz de sakin kaldık. Etrafımızda büyük bir sükûnet hüküm sürüyordu. Yalnız bülbül ötmeye başlamıştı. Fakat evvelki gibi kesik ve kuru cümlelerle değil, bu sefer sürekli notalarla ahenkli sesi bütün bahçeyi kaplıyordu ve birinci defa, uzakta, başka bir bülbül, dere tarafından ona cevap veriyordu. O vakit bizim yanımızdaki, ötekini dinliyormuş gibi sustu. Sonra sesini kabartarak, ahengi hızlandırarak ve bizim yabancı kaldığımız bu gece âleminde hâkimiyetini amirane bir tavırla teyit ederek tekrar ötmeye başladı. Bahçıvan kış bahçesine gitmek için geçti. Geceleri orada yatıyordu. Ve uzaklaştıkça adımlarının sesi yavaş yavaş kayboldu. Dağdan iki keskin ıslık sesi bize kadar geldi. Sonra her şey tekrar sessizliğe gömüldü. Daha sonra yapraklarda hissedilir hissedilmez bir titreme meydana geldi. Başımızın üstündeki tente şişti ve dalgalandı, birdenbire etrafa yayılan koku dalgaları bize kadar yükseldi. Bütün bu sessizlik sonunda bana dayanılmaz geldi, ancak bunu bozmamak için ne diyeceğimi bilmiyordum. Ona baktım. Ve karanlık içinde parlayan gözlerinin bana dikilmiş olduğunu gördüm.
“Yaşamak ne iyi şey!” diye mırıldandı. Sebebini bilmeden içimi çektim.
“Neyiniz var?” diye sordu.
“Yaşamak ne iyi şey!” diye tekrarladım.
Gene sessiz kaldık. Ve ben eski rahatsızlığıma tekrar yakalandım. Beynimin içinde durmadan bir düşünce dolaşıyordu. Onu ihtiyar bulduğumu anlatarak sebep olduğum kedere karşılık sevimli birkaç söz söylemeyi çok isterdim, lakin nasıl başlayacağımı kestiremiyordum.
Birdenbire kalkarak: “Haydi, Allah’a ısmarladık!” dedi. “Annem beni yemeye bekler, bugün onu neredeyse hiç görmedim gibi.”
“Size yeni bir sonat çalmak isterdim.”
“Başka bir sefer çalarsınız.” diye oldukça soğuk cevap verdi yahut bana öyle geldi.
“Uğurlar olsun!”
Şimdi artık onu gücendirmiş olduğum hakkındaki düşüncem arttı ve beni gerçekten mahzun etti. Katia ve ben onunla beraber kapının önündeki taş merdivenleri indik ve avluda onu gözden kayboluncaya kadar takip ettik.
Atının nallarının sesi artık kulağımıza gelmediği vakit tekrar taraçaya çıktım ve orada gözüm bahçenin derinlikleri ve gece sisinin dalgaları içinde kaybolduğu hâlde görmek ve işitmek istediğimi dinleyerek veya görerek hareketsiz kaldım. O bir ikinci defa, sonra bir üçüncü kere gene geldi ve bizim garip sohbetimiz üzerine duymuş olduğum elim his bir daha gelmemek üzere tamamen yok oldu.
Yazın bize haftada iki ve bazen üç kere geliyordu. Ona o kadar alışmıştım ki alışılandan daha fazla bir zaman gözükmezse yalnız yaşamak benim için zor oluyordu. O vakit içimden ona kızıyor ve beni böyle terk edişinin kendi tarafından