Aile Mutluluğu. Лев Толстой
ve bu da kendisi için birçok güçlüğü sebep oluyordu. Ancak onun sıkıntılarına, tasavvurlarına ve ümitlerine dair kendinden bir şey öğrenemedim. Tartışmayı bu şeyler üzerine götürmek isteyince kendine has şekilde kaşlarını çatar ve sanki “Rica ederim, bunları bırakalım, bundan size ne!” demek isterdi ve hemen sözü değiştirirdi. Başta bu hareketi beni gücendirmişti, ama gitgide onunla yalnız kendimden ve beni ilgilendiren şeylerden bahsetmeye alıştım; sonunda bunu pek doğal gördüm.
Görünen yeteneklerime karşı tamamen kayıtsızdı ve hatta oldukça küçümsüyordu. Onun bu hareketi önce beni gücendirmişse de sonraları bana hoş görünmeye başladı. Hiçbir vakit ne bir sözle ve ne bir bakışla benim güzel olduğumu anlatmıyordu. Aksine, onun yanında benim güzelliğimi methedecek olsalar alnı buruşurdu. Benim hatalarımı göstermeyi ve bununla beni kızdırmayı severdi. Yortu günleri Katia’nın beni süslemek istediği moda kıyafetler, saçlarımın becerilikle düzeltilmesi onun alaycılığını tahrik ederdi ve Katia da buna çok üzülürdü. Ben de önce haksız olmayarak buna hiddetle gücendim. Katia kesinlikle emindi ki ben, Sergey Mihaloviç’in hoşuna gidiyordum ve hoşlandığı bu genç kızın daha güzel görünmesini istememesini bir türlü anlayamıyordu. Çok geçmeden kalbinde ne olduğunu anladım: Kendimi beğendirmek ve süslenmek merakı olmadığını görünce mesut oluyordu. Bundan iyice emin olduğum vakit tuvaletimde, saçlarımda ve hareket tarzımda zerre kadar hafif davranışlara işaret edecek bir şey bırakmadım, kendimi pek sade yaptım.
Bu da başka bir türlü süslenmekti, çünkü o yaşta sadelik zevki bende bulunamazdı.
Beni sevdiğini biliyordum. Bir çocuğu sevdikleri gibi mi veya bir kadını sevdikleri gibi mi, bunu düşünmedim. Bu muhabbet benim için kıymetliydi ve ona göre bütün genç kızların fevkinde olduğumu bildiğim için bu fikri daima korumasını elbette arzu etmeliydim. Ve ben onu bilmeyerek aldatıyordum. Lakin onu aldatarak daha çok iyileşiyordum. Vücudumdan ziyade ruhumun inceliklerini ona tanıtmak benim için daha tercih edilir ve daha layık olduğunu hissediyordum. Saçlarım, çehrem, ellerim, tavırlarım nasıl olursa olsun, bir bakışta onları takdir edebilirdi ve bu konuda onu aldatmak istesem bile buna bir şey eklemek benim için mümkün değildi. Ruhuma gelince, onu tanımıyordu, çünkü onu seviyordu, onda olgunluk buluyordu ve bu konuda onu hataya düşürmek mümkündü. Ve ben de bunu yapıyordum. Bu hâli açıkça gördüğüm vakit ne kadar rahatladım. O kadar sık takıldığım zihnî karışıklıklar, beni boğmakta olan bu hareket ihtiyacı tamamen yok oldu. Anladım ki, onun önünde ayakta durduğum veya yanında oturduğum, saçlarım örgülü veya başıma kaldırılmış olduğu vakit daima onun gözü altındaydım ve benim kendimden memnun olduğum kadar onun da benden memnun olacağını düşünüyordum. Zannediyorum ki herkes gibi o da bana “Güzelsiniz!” demeyi aklına getirseydi, buna sinirlenirdim.
Ancak benim tarafımdan söylenen bir söz üzerine, bana uzun uzadıya bakıp da şaka tarzında göstermeye kendini zorladığı heyecanlı bir sesle:
“Evet, evet sizde bir şey var… Siz fevkalade bir kızsınız, bunu itiraf etmeliyim.” dediği vakit kalbime ne sevinç ne de tatlı bir his dolduğunu hissederdim.
Beni saadet ve gurur ile dolduran bu övgü ve methetme neyden ileri geliyordu? Kâh torunu küçük kız hakkında Gregor’un muhabbetine katıldığımı anlatmış olduğumdan, kâh bir şiir ve bir roman okurken ağlayacak kadar heyecanlı göründüğümden veyahut Mozart’ı Schulhoff’a tercih ettiğimdendi. Ne iyi ne de güzel hakkında hiçbir kati fikrim olmadığı hâlde bana iyiliği yaptıran ve söyleten fevkalade dirayete hayran kalıyordum. Eski âdetlerimden, eski zevklerimden çoğu ona hoş görünmüyordu. Kaşlarının tek bir hareketi, bir bakışı söyleyeceğim şeyin hoşuna gitmeyeceğini anlatmaya yeterdi. Bir merhamet veya küçümseme tavrı aldı mı benim için çoktan beri kıymetli olan bir şeyi artık sevmiyorum zannederdim.
Bana bir öğüt verse ne söylemek istediğini biliyorum sanırdım. Göz bebeklerimin derinliğine kadar nüfuz eden bir bakışsa benden bir şey sorardı ve bu bakış öğrenmek islediği fikri ortaya çıkarmaya yeterdi. Artık fikirlerime ve hislerime hâkim değildim; çünkü onun fikirleri ve hisleri bana geçiyor, benim oluyor ve hayatımı güzelleştiriyorlardı. Bu tahavvülün farkına varmaksızın her şeyi, gerek Katia’yı ve adamlarımızı gerek Sonia’yı, kendimi ve meşguliyetlerimi bir başka şekilde görüyordum.
Evvelce can sıkıntısını atmak için okuduğum kitaplar; yalnızca birlikte onlardan bahsettiğimiz, birlikte okuduğumuz ve bana onları getirdiği için en saf bir gurur kaynağı oldular. Önceleri Sonia’ya verdiğim dersler ağır bir görevdi. Bunu baştan savma yapardım; ama şimdi o da hazır bulunduğundan Sonia’nın görüşlerini takip etmek benim en şiddetli sevinçlerimden biri oldu.
Bir musiki parçasını tamamen öğrenmek önceleri benim için imkânsız bir şeydi; şimdi onun tarafından dinleneceğimden emin olduğumdan onun bir takdirine erişme ümidiyle hiçbir şeyden bezmiyordum. Aynı notaları kırk defa tekrarlıyordum, o derecede ki zavallı Katia kulaklarını pamukla tıkamaya mecbur oldu, ben tersine sabırsızlanmayı asla hatırıma getirmiyordum. Eski sonatlarım bana yeni hisler ifade ediyor göründüler. Benim tanıdığım ve kendim kadar sevdiğim o halim Katia gözünde değişmişti. Şimdi anlıyordum ki onun bize karşı, aynı zamanda bir valide, bir dost ve bir esir olmaya asla mecburiyeti yoktu; ondaki sadakat ve feragati hissediyor ve onu bunun için daha çok seviyordum.
Bana köylülerimizi ve hizmetçi kadınlarımızı da takdir etmeyi öğretti; bu konuda benim eski görüşüm onunkine tamamen muhalifti. Ne kadar gülünç görünebilirse görünsün ben on yedi yaşına geldiğim hâlde onların arasında asla görmemiş olduğum birçok kişilere şimdiye kadar yabancı kalarak yaşadım. Asla düşünmemiştim ki bu adamlar da benim gibi sevmek, ıstırap çekmek, ümit etmek kabiliyetindedirler. Çoktan beri tanıdığım bahçemiz, ormanlarımız ve tarlalarımız yeni bir manzara aldılar ve gözlerime bilmediğim güzellikler sundular. Bu dünyada yegâne saadetin diğerleri için yaşamak olduğu hakkındaki iddiası haksız değildi. Önce bu prensibi anlamamıştım, ama yavaş yavaş bana nüfuz etti. Kısacası beni her günkü hayatımı değiştirmek veya ona bir şey ilave etmeksizin birçok tatlı meselelerle dolu yeni bir hayata alıştırdı: beni sadece en ufak ihtirasları duyacak kadar hassas yaptı. İçimde daima bir etki uyumuştu. Sergey Mihaloviç’in vücudu bu sedayı uyandırmaya, konuşturmaya ve kalbimi saadetle doldurmaya yeterli geldi.
Bu yaz, genellikle odama çıkar, yatağımın üstüne kendimi atardım, eski düşkünlüğümün yerine bir endişe geçmeye başladı. Şimdiki bahtiyarlığımın endişesi. Bazen hiç uyuyamazdım. O vakit kalkar, Katia’nın yatağına oturur ve saadetimden ona bahsederdim, bu saadet gözden kaçmayacak kadar aşikâr olduğundan bundan bahisten kolayca vazgeçebilirdim. O da kendini mesut hissettiğini itiraf eder ve beni kucaklardı. Buna kolayca inanırdım, hepimizin bahtiyarlığından daha tabii, daha mantıki ne olabilirdi? Ancak Katia’nın bahtiyarlığı uykusunu kaçırmazdı. O vakit kızıyor gibi görünür, beni kaldırır ve uyurdu. Ben aksine saadetime sebep olan her şeyi düşünürdüm. Bazen yatağımdan iner yeniden dua ederdim ve benim duam Cenabıhakk’ın bana verdiği bütün saadete teşekkür için kendi ilhamıma göre yapılmıştı. O vakit odamda her şey sükûnete dalardı. Artık uyuyan Katia’nın muntazam ve sakin nefes alışından başka bir şey işitmezdim, birkaç kelime mırıldanarak ve haç çıkararak boynumda asılı ufak haçı öperdim. Kapılar kapalıydı, kepenkler çekilmemişti. Yalnız bir köşede çırpınan bir sinek vızıltısı kulağıma kadar geliyordu. Bu odayı hiç terk etmemek, bu hisleri dağıtacak ve ruhumun bu hâlini yok edecek olan günün geldiğini asla görmemek isterdim. Bana öyle geliyordu ki hülyalarım, düşüncelerim ve dualarım benimle beraber bu karanlıkta yaşayan ve yatağımın etrafını kuşatan canlı mahluklar idi ki başımın üstünde, kanatlarını açmış duruyorlardı.