Aytmatov Araştırmaları. Анонимный автор

Aytmatov Araştırmaları - Анонимный автор


Скачать книгу
romanında Sarı-Özek bozkırının çok zor koşullarında Zarife Abutalip’in, Ukubala Yedigey’in, Caydar Tanabay’ın yanında olur. Ukubala hayata dair kendi seçimlerini belirleyen kişilerden biridir. Ailesini dinlemeyerek balıkçı olan Yedigey’le evlenir. Zarife yüreğinin sesini dinleyerek ağabeyine ailesine karşı çıkar; Abutalip ile evlenir. Gündüz kavurucu sıcak, gece ise dondurucu soğukların hakim olduğu ıssız, kurak bir kapalı/dar mekan Sarı-Özek, bozkırın unutulmuş kitabıdır: “Sarı- Özerk’te yaşamayı göze almak için yürek isterdi. Bozkır uçsuz bucaksız, insan ise küçüktür, insan çok güçlü ve hünerli olmalıydı. Burada yoksa çürüyüp giderdi.”151

      Kadın kahramanlar öyle sıradan değil, doğayla mücadele eden bir erkek gibi demir yolunda çalışan, gerektiğinde kolhoz işlerinin başına geçen yöneticilik yapan aktif kadınlardır. Onun kahramanları bir o kadar güçlü ve bir o kadar da derindir. Çünkü onlar uçsuz bucaksız Sarı Özerk’te yaşam mücadelesi verirler. Toprakla iklimle vahşi doğayla mücadele ederler. Kadınlar hem doğayla hem de insanların meydana getirdiği savaşla mücadele halindedir. Bu koşullar altında hayata öyle sarılırlar ki bir an ipi bıraksalar her şey ellerinden kayıp gidecekmiş gibidir:

      “Demiryolunda, kalın eldiven takmadan çalışmak imkânsızdı. Eldivensiz ne taşa dokunabilirsiniz ne demire. Güneş tepede kor ateşli bir maltız idi sanki. Su her zamanki gibi tankerle uzaktan taşınıyor ve Boranlıya gelinceye kadar neredeyse kaynayacakmış gibi ısınıyordu. İnsanın üzerindeki elbise de iki gün içinde kavrulup yırtılıyor, lime lime oluyordu.” 152

      Bu iklim şartlarında hayatın savaşın zorluklarının mücadelesini veren insanlar aynı zamanda ötekileşen Akdoğan bakışlı Tansıkbayevler, Sabitcan gibi komünistlerle de savaşarak öz benliklerini korumaya çalışırlar. Onlar sadece doğanın zorlu şartları ile değil; insanoğlunun evrene ve insana zarar veren tehditleri ile de mücadele ederler. Rejimin dejenere ettiği askerler, subaylar, komünist üyeler tarafından uçsuz bucaksız, kuç uçmaz kervan geçmez olarak ifade edilen Sarı-Özek bozkırına Abutalip, Zarife ve çocukları sürüklenir. Orada yeniden var oluşun, tutunmanın mücadelesini adımını atarlar.

      “Ee, böyle işte, Sarı- Özerk’in ekmeği acıdır. Kışın buraya geldiklerinde kadıncağızın yüzü bembeyazdı. Şimdi kararıp toprak rengini aldı. Kadının kısa zamanda güzelliğini yitirdiğine acıyordu. Güzel saçları kaşları kirpikleri de kavruldu, dudakları dilim dilim çatladı. Acınacak halde zavallı, yine de dayanıyor, koy vermiyor, kendini. Dik durmaya çalışıyor. Hem, iki çocuğu varken dayanmasın da ne yapsın. Aferin sana kadın, aferin!” 153

      Cengiz Aytmatov’un yüceleştirdiği ideal kadın örneklerinden “uysal kadın imgesi” 154 Zarife, “fırtınadan kanatlarıyla yuvasını korumaya çalışan bir dişi kuş”155 gibidir; savaş yüzünden kocasının başına gelenlere beraber ve aynı eşitlikte katlanır. Analık duygusu bir kadının dünyada sahip olabileceği en güzel manevi zenginliklerindendir; fedakârlık ve sadakatle bütünlenir. Cesur, güçlü ve olağanüstü niteliklere sahip kadınlardan biri olan Zarife, diğer hemcinsleri gibi bir yandan savaş, bir yandan sefalet ve yokluk, diğer yandan vagonları yanmış, çatıları delik deşik olmuş kapıları uçmuş trenlerin ardında umutsuz, meçhul bekleyişlerle kuşatılmış bir yaşam sürdürür:

      “Tam gidip bakmaya karar vermişti ki onu kapının önünde gördü. Elinde olmadan irkilmiş, duraklamıştı. Etrafındaki kalabalığa rağmen her şeyden öyle uzak, öyle yalnızdı ki, o giren çıkan kalabalığın içinde koyu bir leke gibi duruyordu. Fark edilmemesi mümkün değildi. Yüzü, ölü yüzü gibi soğuktu. Bakmadan, görmeden, uyur-gezer gibi yürüyordu. Kimseye dokunmuyor, çarpmıyor, dudaklarını sıkmış üzüntülü ama başı dik… Çölde yürüyen biriydi, sanki.” 156

      Zarife, Abutalip’in ölüm haberini aldığı zaman dünya başına yıkılır. Umutları, hayalleri hayat karşısında beraber verdikleri uğraşlar o an hatırına gelir. Artık tek dayanabileceği dayanak çocuklarıdır. Çünkü “onlar benim mirasım, benim ruhumdan, benliğimden, yazılarımdan ibaret olacak” diyen Abutalip’ten geriye kalan son eserlerdir:

      “Hayat böyleymiş! Her şey korkunç, karışık, anlaşılmaz, işin bir başı var bir de sonu, ortasında ise herkes kendi kaderini yaşıyor. Çocuklar olmasaydı Yedigey yemin ederim ki bir dakika beklemez, hayatıma son verirdim. Böyle yaşamak neye yarar, ne gereği var? Ama çocuklar var, beni onlar tutuyor. Onlar benim hem kurtuluşum, hem de kaderim.” 157

      Zarife, büyük bir sınav verir. Abutalip’in evden ayrılmasıyla bu sınav başlar. Bekleyişler, hasretler, küçücük umutlar Zarife’yi hayata bağlar. Bir gün dönecek yine bu yolda birleşeceğiz ümidiyle kendisine teselli verir; ta ki ölüm haberini alana kadar. Onun acıları yine bir nebze katlanılabilir durumdadır. Ya yavruları Daul, Ermek bu acıya nasıl dayansın? Onlara Nayman Ana efsanesini anlatan babalarını nasıl unutsunlar. O küçücük ruhlarında böyle bir dramla karşı karşıya kalırlar:

      “Abutalip’in karısı Zarife geceleri birkaç kez petrol lambasının fitilinin, küllenen ucunu kesiyor, bu yüzden birden bire aydınlık artınca, gözleri encikler gibi yumulup uyuyan soluk tenli iki çocuğuna takılıyordu. İşte o zaman içi soğuk bir ürperme ile doluyor, yumruklarını sıkıp göğsüne bastırıyor. Onları hayal ediyordu. Olanca hızları ile koşarak, yarışarak, kollarını açarak, ama bir türlü koştuklarına ulaşamadan…” 158

      Tüm kadınlar, tek bir vücutta, ruhta birleşirler. Ne savaş ne Stalin diktatörü, ne de Sarı-Özerk bozkırının dondurucu soğuğu ve yakıcı sıcağı onları ayırmaya gücü yetmez. Zarife, Ukubala, Cemile, Togulan, Tolgonay, Ales hayat karşısında her zaman kendi özgür seçimleri ile yaşarlar; bunun pişmanlığını duymazlar. Bir kadın olarak öze dönüş yolunda büyük adımlar atarlar. Ukubala da Zarife gibi Yedigey’in savaştan döndüğü yıllarda bütün ağır işleri severek isteyerek kendisi üstlenir:

      “Yedigey’i en çok üzen, umutsuzluğa düşüren karısının açıklı haliydi. Kendisi yapması gereken işi, toza toprağa bulanarak, kan ter içinde kalarak onun yapmasıydı. Yüzü gözü kapkaraydı, kadıncağızın. Yalnız dişleri ve gözünün akı görünüyor, ter içinde yüzüyordu. Ter ensesinden sırtına, boynundan göğsüne akıyor, kömür tozu ile karışıp çamura dönüşüyordu. Onu böyle görmek yüreğini paramparça ediyordu Yedigey’in…” 159

      Kendi öyküsünün kahramanı olmaya çalışan, varlığını ispat çabası içerisindeki kadınlardan Ukubala her zaman eşine destek çıkar. Savaştan sağ olarak dönmesine o kadar sevinir ki yaptığı işlerin yorgunluğunu hissetmez bile. Geleneğin/ törenin temsilcisi bu kadınlar, İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini duygularında düşüncelerinde bekleyişlerinde hayatlarının her saniyesinde hissederler; en önemli özellikleri yazarın da anlatılarında yoğun olarak değindiği annelik duygusudur. Tüm insanlığı benliğinde taşır ve anlatılarının etimonu olarak merkeze yerleştiren yazar, anne kavramını eserlerinde etkili bir şekilde işler; sadece biyolojik insanın acılarını değil; evrende var olan bütün canlı unsurların acılarını duygularını hissederek anlatır. İnsanlarda var olan ortak duyguları aşkı, sevgiyi, anneliği bireysel tutkulardan soyutlanarak bu kavramları toplumsallaştırır.


Скачать книгу

<p>151</p>

Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel, s. 15.

<p>152</p>

Cengiz Aytmatov, age., s. 134.

<p>153</p>

Cengiz Aytmatov, age., s. 138.

<p>154</p>

Michel Foucoult, Cinselliğin Tarihi II (Çev. Hülya Uğur Tanrıöver), Alfa, İstanbul, 1996, s. 54.

<p>155</p>

Ramazan Korkmaz, age., s. 41.

<p>156</p>

Cengiz Aytmatov, age., s. 258.

<p>157</p>

Cengiz Aytmatov, age., s. 261.

<p>158</p>

Cengiz Aytmatov, Cengiz Han’a Küsen Bulut (Çev. Refik Özdek), Ötüken, İstanbul, 1991, s. 6.

<p>159</p>

Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel, s. 78.