Sessiz Göç. Анонимный автор
için kendilerini beklediklerini anladılar. Töre amcam çayını yudumlayarak her zamanki rahatlığıyla söze başladı:
“Evet… O gün köyden çıktığımızda yerler post döşenmiş gibiydi. Ortalıkta kararıp duran tek bir şey bile yoktu, yolumuzu kaybettik. Allah’tan şu ner varmış yanımızda. Onu önden yürütüp, develeri de peşine taktık. Gökten yağmakta olan kar ise dinecek gibi değildi. Gözlerimizi açamadığımız için başımıza oyluklarımızı12 geçirip, Allah deyip devenin üstünde yatıyorduk. Ner ise yola devam ediyordu. Ben kafamı kaldırarak ‘Abdı Han, araba ne civarda idi?’ diye sordum. Abdı Han oyluktan kafasını çıkararak etrafına bakındı. O, Yahek dağındaki arabanın nerede olduğunu tahmin etmeseydi, bulunacak gibi değildi. Sonra o, arada bir ‘Seyitcemal diye bağırın. Arabanın bekçisi var. Yaklaştığımız zaman o bize cevap verecektir.’ deyip, oyluğunu tekrar kafasına geçirdi.
Arada bir ‘Seyitcemal’ diye bağırıp giderken kamyonu farkettik. Bizi görüp, arabadan inen kara yağız şöför şaşa kaldı. Şoför, Farsça bir şeyler mırıldandı. Sonra:
‘Abdı Han delirdin mi? Allah aşkına, arabanın yürüyemediği yoldan deve yürüyebilir mi? Siz de hemen donmadan geri dönün,’ diye bize baktı. Gurt amcam gula13 bakarak:
‘Biz Abdı Han’ın bir dediğini iki ettirmeyiz. Onun için de arabadaki yükü develere yüklemeli ve köye götürmeliyiz,’ dedi.
Deveciler yükleri hemen develere, biraz ağır olanlarını da nere yüklediler ve yola koyulduk. Seyitcemal: ‘Biz ne yapalım? Kamyonla bu dağların içinde kalalım mı?’ diye ağlamaklı konuştu.
Yağmır Pehlivan Seyitcemal’a bakarak gülümsedi ve: “Seni burada bırakıp gitmeyiz, merak etme. Bu Türkmene yakışır mı? Ayrıca bizim nerin, tek başına senin on arabana bedel olduğunu gözlerinle görmen lazım. Gel,’ dedi.
‘Teşekkür ederim ağalar! Size başka türlüsü yakışmazdı zaten,’ diye Seyitcemal yaltaklandı.
Ner, on altı tane yüklü deveyi peşine taktı, en önden gidiyordu. Bazı yerlerde çukurlardan savulup geçiyor, bazı yerlerde ise burnunu göğe tutup bir şey tespit etmeye çalışır gibi bir süre duruyor ve yoluna devam ediyordu. Şafağın sökmesine yakın Abdı Han:
‘Çocuklar, şu köyde bir tanıdığım var. Oraya gidip biraz dinlensek, karnımızı doyursak, en azından ısınırız. Ne dersiniz? Develer de dinlenmiş olurdu.’ dedi.
Abdı Han’ın dediği kulağımıza hoş geldi ve makul bulduk. Köye vardık ve Abdı Han’ın tanıdığı adamın evinin kapısına vurmaya başladık. Ne kadar vurduysak kapıyı açan olmadı. Abdı Han bana;
‘Töre, kapıya tekme at, aç. Yoksa dışarıda donarız.’ dedi.
Hemen omuzumla kapıya vurdum, açtım. Kibriti ateşleyip evin içine baktım. Bir tane eski kilim serilmiş. Evin ortasında ise bir soba kararıp duruyordu. Hemen odun aramaya çıktım, ama bulamadım. Odun bulamayınca evin arka tarafına geçtim. O sırada bir tane köpek korkudan ürpertici bir sesle bağırarak oradan kalkıp kaçtı. Benim de o an ödüm patlıyacaktı. Çabucak kendimi toparladım ve etrafa baktım. Köpeğin kalktığı yerin arka tarafında bir yığın odun gözüme ilişti. Odundan bir kucak alıp eve girdim. Yoldaşlarım bütün yükleri indirip, eve girmişlerdi. Ateş yakıp ibriği suyla doldurup çay koyduk. Islanmış ayak sargılarımızı ve ayakkabılarımızı kuruttuk. Ayakkabımı başımın altına koyup uyumuşum. Böyle tatlı uykuyu ancak benimle yola gidenler bilir…”
Töre amcam çaydanlığın içinde kalan son damlaları da bardağına doldurup, güldü ve sözüne devam etti.
“Ne kadar yattığımı bilmiyorum. ‘Töre, kalk bakalım. Çay hazır. Karnımızı doyuralım, yola koyulalım,’ diye seslenen Abdı Han’ın sesine zor uyandım. O sırada bir gul gelip konuşmaya başladı ve yüksek tonlu sesiyle yatanları da uyandırdı: ‘Siz kimsiniz? Buraya kimden izin alıp girdiniz?’ diye bağırmaya başladı.
O arada yan tarafına yaslanıp yatan Abdı Han’ı görüp: ‘Gözlerime inanamıyorum. Bu Abdı Han değil mi? Bağışlayın tanıyamamışım. Siz olduğnuzu bilememişim. Bilseydim…’
Abdı Han ev sahibi sözünü bile bitirmeden: Tanıyamazsan da misafir atandan büyüktür, diye söz var, bizim Türkmenlerde, böyle mertlik ne arasın bunlarda” diyerek mırıldandı.
Gul, Abdı Han’dan özür diledi. Ev sahibi eksiksiz ağırladı bizi. Biz ev sahibinden izin isteyip yine yola koyulduk. O günkü soğuk önceki günkünden beş beterdi. Soğuk elimizi, yüzümüzü bıçak kesmiş gibi acıtıyordu. Yolda da dağın içinden geçtiği için arada sırada develerin ayakları kayıyordu ve düşen develeri kaldırma, ağan yükü tekrar yükleme işi Yağmır Pehlivan’la bana düşüyordu.
Hem soğuktan, hem yorgunluktan Abdı Han iyice halsizleşti ve:
‘Çocuklar, bende hiç hal kalmadı. Önümüzde bir tane daha köy var. Orada dinlenelim. Zaten günün de yarıdan çoğu geçti. Kış günü bir avuç, çabucak da güneş batar,’ dedi.
Biz bir an önce işimizi bitirip, evimize gitmek istiyorduk. Bu sebepten Abdı Han’a, köye gitmek istemediğimizi, yükü hemencecik köyüne aşırmak istediğimizi, eğer isterse kendisinin köyde kalıp dinlenebileceğini söyledik.
Abdı Han ile Gurt amcam o köye gidip, bize yardım göndereceklerini söylediler. Gurt amcam bana: ‘Yükün sahibi burada, siz ondan ayrılıp nereye gideceksiniz?’ der gibi gözleriyle işaret yapıp Abdı Han’ı gösterdi. Ama biz yola devam etme konusunda ciddi idik. Han ile Gurt amcam köy taraftaki tepeyi aşıncaya kadar bekledik ve sonra hareketlendik. Ner ise benim çabalarıma da aldırış etmeden Abdı Han’ın gittiği köye doğru dönerek yol almaya başladı. Biz de mecburen onun peşine takıldık. Ner yürüyüşünü yavaşlattığı için diğer develer de yavaşladılar, artık ayakları da kaymıyordu. Biz de biraz rahatladık, ama mesafenin yakın olmasına rağmen köye varabileceğimize inancımız azaldı. Benim gözlerim kapanıyor ve gözlerime ekmekle çay gözüküyordu. Hatta yanıp duran ateşin sıcağı bedenimi ısıtıyor gibi oluyordu. Aniden Yazlı’nın ‘Töre ağabey yoldan çıktın, sıraya girsene!’ demesiyle kendime geldim. Hemen nere baktım, ner ise Yağmır Pehlivan’a doğru bakıyordu. O, donup kalmış gibiydi. ‘Yazlı, hadi çabuk ol. Pehlivan kendinde değil, getir onu buraya,’ diye bağırdım. Yağmır Pehlivan tamamen donmasa da vücudunu kımıldatamıyordu. Belimdeki kuşağı çözüp bir ucunu nerin havuduna, diğer ucunu da Yağmır Pehlivan’a bağladım.
Bütün ümidimiz ilk önce Allah, sonra da nerde idi. Ner bizi köye götürmezse bizim ulaşacağımız yoktu, iyice halsizleşmiştik. Azıklarımız da bittiğinden midemiz zil çalıyordu. Birden, ner ağzından köpük saçarak azıtmaya başladı.
‘Yazlı arkadaki develerin hepsi yerinde mi bir bak,’ dedim. O sırada Yağmır Pehlivan;
‘Töreee! Şu taraftaki kurtlara baksana. Onları, elinizdeki sopalarla korkutarak hemen kovun ve yardım edin, diye bağırın,’ dedi.
Telaşla etrafa baktım ama hiçbir şey göremedim. Korkarak: ‘Yazlı, sen görüyor musun kurtları?’ dedim.”
Yazlı: “Hayır, hiçbir şey görmüyorum. Yağmır Ağa’ya ne oldu acaba?! Yağmır ağabey, güzel sesinle ‘Kim bilir?’ türküsünü çağırsana. Belki Abdı Han’ın gönderdiği adamlar sesini duyup, bizi bulurlar. Onların, şu ana kadar bizim yanımıza gelmesi gerekirdi. Bu fırtınada bağırmazsak bizi bulamazlar,’ dedi.
‘Sözünü yeni bitirmişti ki, ner ön ayaklarıyla karı eşeleyerek ‘Benim olduğum yere kurt gelemez,’
12
Oyluk: Keçeden yapılan giyecek.
13
Gul: Burada Fars anlamında.