Cengiz Aytmatov 90 Yaşında Samsun'da. Анонимный автор

Cengiz Aytmatov 90 Yaşında Samsun'da - Анонимный автор


Скачать книгу
Kasım’ın ölüm haberlerini alır. Bir yandan acısını bastırıp gelini Aliman’a destek olan Tolgonay, diğer yandan da ekipbaşı olarak sorumluluklarını yerine getirir. Kitaptaki “Savaşın üçüncü ve dördüncü yılları bize hem büyük sevinçler hem büyük acılar getirdi” tümcesinden (Aytmatov, 1963/2017, s.78), Suvankul ve Kasım’ın ölümleri üzerinden birkaç yıl geçtiği çıkarımını yapabiliriz. Bahar geldiğinde Tolgonay, Suvankul’un kendi eliyle diktiği elma ağacının çiçeklendiğini fark eder ve bunu şöyle aktarır okurlarına: “O bahar, Suvankul’un kendi eliyle dikip yetiştirdiği elma ağacı öyle güzel, öyle çok çiçek açtı ki, sanırsınız yeni güç kaynaklarına başvurmuş, gençleşmiş, yeniden güçlenmiş o büyük elma ağacı” (Aytmatov, 1963/2017, s. 90). Tam bu sırada Tolgonay, oğlu Maysalbek’in savaşta öldüğü haberini alır. Oturduğu yerden köylü kadınların yardımıyla kalkabilen Tolgonay’ın başına elma ağacı çiçeklerini döker (Aytmatov, 1963/2017, s.93). Bu betimlemeden, elma ağacının, Suvankul’un ölümden bir süre sonra, ardında bıraktığı diğer yakınları gibi, toparlandığı ve güçlendiğini ancak Maysalbek’in ölüm haberine çok üzüldüğünü, bu nedenle çiçeklerini döktüğünü; yazarın elma ağacının çiçeklerini Tolgonay’ın başına döktüğünü belirterek, elma ağacının Tolgonay’ın acısını paylaştığını sezdirdiğini söyleyebiliriz. Bir başka örneğe ise romanın başlarında rastlarız. Tolgonay, gençliğinde, Suvankul’la ilk kez baş başa kaldığı tarladaki geceyi şöyle betimler: “Serin ve berrak suda, dağlardan esip gelen rüzgârın kokusu vardı… O aydınlık gecede, bizim gibi toprak da mutluydu. O da bizim gibi sessizliğin ve serinliğin tadını çıkarıyordu. Tatlı bir huzur yayılıyordu bozkırdan. Arkta su şırıl şırıl akmaya devam ediyor, iyice açılmış yoncaların özsuyundan sarhoş oluyorduk” (Aytmatov, 1963/2017, s.13). Tolgonay ve Suvankul hem ekinleri biçmenin, işlerini tamamlamış olmanın hem de aşklarının mutluluğunu yaşarken, toprak da ekilmiş olmanın, hasadın mutluluğunu yaşar. Ekilmenin, ürün verebilmenin toprak için ne denli önemli olduğu, Toprak Ana’nın ağzından şöyle anlatılır romanda: “Yaz boyunca o çıplak tarla beni deşilmiş bir yara gibi yaktı, uzun zaman acılarım dinmedi. Tarlaları ekinsiz bırakmak, benim kanımı boşaltmak demektir Tolgonay” (Aytmatov, 1963/2017, s.89). Toprak Ana’nın bu sözleri, o gece toprağın hasat edilmenin mutluluğunu yaşadığı yönündeki görüşümüzü destekler. Toprağın o gece mutlu olmasının bir başka nedeni de Tolgonay ve Suvankul’un aşkları ve evlenme kararları olabilir. Evlilik, yeni çocukların doğması umudu demektir ve doğan her çocuk toprağın da çocuğudur aynı zamanda. Toprak Ana, Tolgonay’ın savaşta ölen öğretmen oğlu Maysalbek’in “toprağı”, “vatanı” olmakla övünür (Aytmatov, 1963/2017, s.93). Tolgonay ise biraz büyüyünce tarlada çalışmaya başlayan Aliman’ın oğluyla “yeni bir ekinci, yeni bir çiftçi gelmişti” (Aytmatov, 1963/2017, s. 133) diyerek gurur duyar, mutlu olur. Çünkü hasatta çiftçilere yardım etmeye başlayan Aliman’ın oğlu Canbolat, büyüyünce bir ekinci olacak, böylece doğadaki canlı, cansız tüm varlıklardan oluşan büyük zincirin bir halkası olacaktır.

      Doğadaki canlı cansız tüm varlıkların büyük bir zincirin halkaları olduğu düşüncemizi, Tolgonay’ın, Aliman’ın gelin geldiği ilk yazın bereketini anlatışı da destekler: o yıl baharda çok yağmur yağar; yağan yağmur, dağlardaki karları da eritir, sel oluşur, çayın suyu yükselir. Ancak sel ekinlere zarar vermez; tam tersine yağmurdan sonra açıp iyice ısınan hava başakların dolgun, ürünün bereketli olmasına neden olur (Aytmatov, 1963/2017, s.22). “Hasadın ilk günü her yıl bir bayram gibi geçer” (Aytmatov, 1963/2017, s. 23). Yağmur, toprak, toprağa ekilmiş olan tohum, toprağın verdiği ürün ve bu ürünü hasat eden insanların büyük bir zincirin halkalarını oluşturduğunu düşünmekteyiz. Aralarında bir hiyerarşinin olmadığı, her bir halkanın aynı derecede eşit ve önemli olduğu bir zincir. İnsanlarsa bu zincirin bir halkasıdır, tıpkı toprak, su, ürün gibi önemli bir halka. Tolgonay’ın şu sözleri de onun çevreyle insan arasındaki iç içe geçmiş ilişkinin farkında olduğunu gösterir: “Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla, çevremizle, çevremizdekilere karşı davranışımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor” (Aytmatov, 1963/2017, s.22). Tolgonay’ın sözünü ettiği çevre yalnızca insanlardan oluşan bir çevre değildir. Aytmatov, Tolgonay’ın bu sözlerinin hemen ardından, yukarıda sözünü ettiğimiz Aliman’ın gelin geldiği ilk yazın bereketini anlatan paragrafları yazarak, okurlarına, insanın doğadaki zincirin yalnızca bir halkası olduğunu; mutluluğunun zincirin diğer halkalarıyla olan ilişkisine bağlı olduğunu sezdirmek istemiş olabilir.

      Batı kültüründe, kökeni antik çağlara kadar giden, dünyadaki canlı ve cansız bütün varlıklar arasında hiyerarşik bir ilişki olduğu düşüncesi vardır. Bu düşünce, Aristoteles tarafından “hiç mükemmel olmayandan en mükemmele doğru giden” basamaklar olarak tasarımlanmış ve ‘Doğanın Skalası’ (Scale of Nature) olarak adlandırılmıştır (Strickberger, 2000, s.6)5. “ … bu kavram Avrupa düşünce tarihinde uzun süre varlığını sürdürmüş, Doğanın Merdiveni (Ladder of Nature) ve Büyük Varlık Zinciri (Great Chain of Being) düşünceleriyle birleşmiştir” (Strickberger, 2000, s.6). Adı ‘Zincir’ olmasına rağmen, Büyük Varlık Zinciri, Aytmatov’un yukarıda tartıştığımız yapıtlarında olduğu gibi yatay, her parçanın birbiriyle eşit ve aynı derecede önemli olduğu bir zincir değildir. Tam tersine Büyük Varlık Zinciri, üst basamakta olanın alt basamakta olandan daha mükemmel, bu nedenle daha önemli olduğu bir merdiven olarak tasarımlanmıştır. Bir başka deyişle, Büyük Varlık Zinciri hiyerarşiktir. Ortaçağda bu yapının en üst basamağında Tanrı’nın olduğu, insanın yerinin ise meleklerin biraz altında ancak doğadaki diğer varlıkların üstünde olduğu kabul edilmiştir. Bu yapı Rönesans’ta, insanın doğadaki diğer varlıklardan “üstünlüğünün simgesine dönüşmüştür” (Manes, 1996, s.20). Christopher Manes, “… zamanımızda, düzenin en üst basamağını türümüze bırakarak kutsalların bu zincirle bağının çözülmüş olabileceğine” işaret ederek, “Homo sapiens’i, “daha düşük yaşam biçimleri” doğal sıralamasının tepesine yerleştiren modern görüşün doğrudan doğruya doğanın merdiveni (scala naturae)’ninden kaynaklandığını” (Manes, 1996, s.21) belirtir. Günümüzde de insanların doğadaki diğer varlıklara karşı tutum ve davranışları üzerinde etkisini sürdüren, insanın en üst basamağa yerleştirildiği bu hiyerarşik yapının en alt basamağında en değersiz olduklarına inanılan toprak, taş gibi cansız varlıklar yer alır. Ekofeminist ilkelerden biri de dünyada böyle bir hiyerarşik düzen olmadığı inancıdır. Ynestra King bu inancı şöyle anlatır: “Dünya üzerindeki yaşam, hiyerarşi değil, birbirine bağlı (interconnected) bir ağdır. Doğal hiyerarşi yoktur; insan yapısı olan hiyerarşi doğaya da yansıtılır ve sonra sosyal egemenliği (social domination) gerekçelendirmek için kullanılır. Bu nedenle, ekofeminist kuram, insan-olmayan (nonhuman) doğanın egemenlik altına alınması dâhil, egemenliğin bütün biçimlerinin arasındaki bağlantıyı göstermeyi amaçlar ve kesinlikle hiyerarşiye karşıdır” (1995, s.151). Aytmatov, özellikle Toprak Ana’da, bir yandan Tolgonay’ın yaşamını anlatırken, diğer yandan da doğadaki herhangi bir varlığın diğerinden daha üstün olmadığını, insanın bunun ayırdına vardığında huzurlu ve mutlu bir yaşam sürebileceğini gösterir.

      Aytmatov, Toprak Ana’da insan-doğa ilişkisine ayrıntılı olarak yer verir. Bu ilişkide insan, doğa üzerinde üstünlük kurmaya çalışmaz; tam tersine doğadaki canlı-cansız her varlığın kendisiyle eşit olduğunun, eşit derecede


Скачать книгу

<p>5</p>

Bu çalışmada kullanılan İngilizce yayınların çevirisi çalışmanın yazarına aittir.