Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri. Анонимный автор

Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор


Скачать книгу
düşünmemeye gelmeyen bir şey. Ondan sonra tüm çaresi tükenmiş, alevlerin sardığı evine sessiz sedasız bakan ev sahibi gibi mücadeleyi bıraktı, fikir ve his dünyasını burhanın pençesine teslim etti.

      Dişi sızladı. Şimdi fark etti, sadece dişi değil bütün çenesi, hatta boyun omurgaları sızlıyor sanki.

      İlginç olan, ten acısı can acısını hafifletmiş gibi oldu. Bir müddet olayı unutup, çenesi ve dişinin ağrısını nasıl dindiririm düşüncesiyle kendisini otojenik eğitim yoluyla iyileştirmeye çalıştı. “Ağrım dindi, ağrım dindi, dindi” diye içinden durmadan tekrarladı. Biraz sonra ağrısı gerçekten dindiği veya ona öyle geldiği için sızıları hafifledi, ama başına gelen durum tekrar aklına geldi. Suçsuz olduğu halde haksızlığa uğrayan bir insanın hissiyatı içerisinde düştüğü durumun sebebini, kökünü aradı.

      Aben doğduğundan beri hep yalnızdı. Destekleyecek, arka çıkacak kimsesi de olmadı. Kendi girişkenliği sayesinde ağabeyleri de, dostları da sonradan buldu. İş bitirici ve çalışkandı. Önemli mevkilere erken ulaşmasına sebep olan da bu özellikleriydi. Fabrikaya ilk geldiğinde müdür tarafından fark edilmişti. Müdür 40’lı yılların ateşten gömleğini giymiş, çalışmadan duramayan eski kadrolardan biriydi. Gece gündüz demeden, ne ailesi, ne de kendisini düşünmeden hep çalışırdı. İlk hayat okulu işte o zaman başladı, Aben de ölüp ölüp dirilmesine rağmen durmadan çalışmayı öğrendi. Bunun sayesinde, namı duyuldu, yukarıdakilerin gözüne ilişmeye başladı. Destekçiler, müzahirler çıktı. Yirmi yedi yaşında fabrika müdürü, daha sonra bakan yardımcısı, en sonunda da bakan olarak atandı ve işte şimdi altı yıl sonra koltuğundan ayrıldı, ıssız çölde yolunu kaybeden bir avare haline düştü.

      “Nasıl olur da ilgi çekici hiçbir şey kalmaz şu hayatta, vardır hala?” dercesine gönül derinliklerinde bir şeyler arıyordu sanki. Hiçbir şey bulamadı. Bunların hepsi belki ilk zorlu duygulardır, sonradan diner, makamından ayrılan tek kişi ben değilim herhalde diye kendisini teselli etmek istedi, fakat bütün bunlar muhatabını bulamayan laflar gibi, kendisiyle hiçbir alakası yokmuşçasına, üzerinde hiçbir tesir bırakmadı.

      Dışarıdan bakanlara, Aben gerçek mutluluğa ulaşmış biri gibi görünüyor olmalıydı. Eşi güzel. (Aben’in kendisi de boylu poslu, yakışıklı). Kendisine benzeyen oğlu, eşine benzeyen kızı var. Evliliklerinin ilk gününden bu yana muhtaç duruma düşmedi. Zenginliğin tadını çıkarıyor da denemez, zira başından beri hali vakti yerinde bir hayata alışık. Bu yüzden insanı pinti yapan doyumsuzluk, kerih karakter bunlarda yoktu, fakat dikkatlice bakan bir insan, bu ailenin de yeteri kadar kederinin olduğunu görürdü. Kederin başı, tek oğlan doğduğunda mutluluğu sınırsızdı. Ailesinin sevinci oldu. İşten döndüğünde onu sever, huzur bulurdu. İş gezisindeyken cebine küçücük çorabını koyar koklar dururdu. Evladının kokusu nefesini açar, içini özlem dolu duygulara doldururdu. Çok sevdiği, ümit bağladığı bu oğlan büyüyünce bozuluverdi. Okuldaki derslerini aksattı. Göç yolda düzelir düşüncesiyle fazla endişe etmedi. Sokak çocuklarına uyduğunda onlardan zar zor ayırdı. Üniversiteye gönderdi, ama orada da dikiş tutturamadı. İçkiye duçar oldu. Kavgalara karıştı, birini bıcakladı işi mahkemeye intikal etti. Bütün itibarını kullanarak bu işten de kurtardı oğlunu. Ne idüğü belirsiz bir fahişeyle evlenmeye kalktı, en büyük kederleri de bu oldu zaten. Sonunda laf dinlemedi, evlendi. Şimdi ayrılar. Böyle bir ızdırabı olan aile nasıl mutlu olur.

      Aben oğlunun kaderini çok düşündü. Bir eli yağda bir eli balda büyüttü. Ne yer ne içerim diye bir kaygısı olmadı. Evet, yetiştirilmesine katkıda bulunamadı. Okuluna hiç gitmedi. İşi fırsat vermedi ki… Sabah saat sekizde gittikten sonra gece on-on bir gibi ancak dönerdi. Gittiğinde de, geldiğinde de çocuğu uykuda olurdu. “Babam iş gezisinde mi?” diye sorarmış annesine.

      Aben bu noktada bir gerçeği kabul etmek zorunda kalmışçasına kafasını salladı, derin bir iç çekti. Eyvah, kendi çocuğumu yetiştirmeye vaktim olmadıysa, onunla günlük hayatın yükünü paylaşmadıysam, sevinç ve kederlerine ortak olmadıysam, sırlarımı, sırlarını paylaşmadıysam, dertleşmediysem çocuğum babalı yetim olarak büyümüş. Terbiyeyi sokaktan gören çocuk sokak çocuğu olmayacak da ne olacak?

      Düşünce düşünceyi takip etti, Aben’in morali daha da bozuldu. Hayatına baktıkça eski eğlenceler, sürdüğü sefa daha farklı bir şekilde göründü. Anlamsız, değersiz şeyler gibi… “O halde sen şu yaşamından ne buldun?” diyor, içinde çok önceden uykuya dalmış ve yeni uyanmış biri. Aben ağzını geveledi, bu soruya cevap bulamadı. Eş mutluluğu… Evet, evlilik mutluluğu varmış ya, ama eşiyle olan münasebetleri oğluyla olan münasebetlerinden hallice. Devamlı dışarıda olduğu için dışarının zevkleri kalbinde daha fazla yer almış, evdeki zevkler boynunda bir vazife gibi gelirdi. Ailenin bütün bereketi aile reisinin görevi sayesinde kazanıldığı için bütün istek ve amaçlar direk o göreve bağımlıydı. Bir şey olunca, “Babanın kariyerine zararı dokunur, babanın işine engel olur…” lafları bu evde kanun hükmündeydi. Konforlu hayat sağlayan, şan ve şerefe ulaştıran o mevkiyi, karısı kendisinden daha fazla seviyor gibi gelirdi bazen…

      Diş ağrısı dinecek gibi değil. Ağzından geçen lokmalar zehir zemberek olduğu için geldi yatağına uzandı. Kendisi konuşmadıkça bunu rahatsız etmeye evdekilerin hiçbiri cesaret edemezdi. İşte bir şey olmuştur. Onu düşünüyordur…

      Karısı gelecek Çarşamba günü arabaya ihtiyacının olacağını söylemişti. Aben içinden güldü; “Zavallı, gelecek Çarşamba günü değil araba, kederinle boğuşuyor olacaksın sağlık olursa.” İlginç olan, evdeki insanlarla ara sıra konuşuyorsa da, onlarda bir hayat belirtisi nefeslerini, kalp atışlarını hissedemiyor. Onların kurşun geçirmeyen cam bir duvarın arkasında, başka bir âlemde sadece görüntüleri var gibi. Yaklaşmak isterse yaklaşamaz. Bir yerlerden gelen anlaşılmaz bir yalnızlık yanından hiç ayrılmıyor.

      Düşündü de gerçekten güveneceği, dertleşeceği bir dostu da yok. Eski arkadaşlarını iş arkadaşları değiştirdi. Onlar da sanki değişen elbise gibiler. Eski arkadaşlarıyla görüşmeye vakti yok. Bir de onların çoğu sadece bundan bir şeyler koparmanın derdinde zaten. Yardım, iş isterler, falana söyle, filana söyle, bitmek bilmeyen ricalar. Akraba gelirse o da bir şeyler ister. Yardım etmezse gölgesinde köpek yatmayan hayırsız derler. Onlar çok, Aben yalnız, hangi birine yetişecek? Bir dediğini iki etmeyen, bağırınca tir tir titreyen, emrine amade bağımlı insanlar da var. Onlara dost denmez zaten. Ara sıra uğrayan, ilişkilerini tamamen kesmediği tek arkadaşı var, o bile insanlara; “Bakan olacağım diye eş dosttan ayrıldı, zavallının benden başka kimsesi yok.” diyormuş.

      Hiçbir mantık, hiçbir kanunla açıklanamayan bu hayatın sırrına kim varmış? Bazıları insan kendi kaderinin sahibidir diye gürültü yaparlar. Günlük planlamayla yaptığın işler kader değildir. Kader senin hayat mücadelenle dış faktörlerin çarpışmasından doğan nasibindir. Senin iradene tabi olmadığı için kader diye adlandırılır zaten. Aben de eskiden “Hayat eşiğinden içeri girdikten sonra karşında birçok yol çıkar, her yolun nereye varacağı belli, istediğini seç ve yürü” diye düşünürdü. Hâlbuki iş böyle değilmiş. Hayat insan ayağı basmamış bakir bir orman gibidir. O ormanın içinden sana hangi patikanın nasip olacağı bahtına bağlı. Aben bu yolu seçeceğim diye düşünmemişti hiç. Alnında yazılı olan buymuş. Evet, kolay bir yol olmadı. Boynuna ilk defa ip geçen yabani at gibi birçok kez şaha kalktı. Birçok çocukluk hayali kül oldu. Hâsıl-ı kelam, toplum hamur gibi yoğurdu, bunu kendisine lazım olan bir insan yaptı. Aben susmayı öğrendi, yalandan onaylamayı, içindekini gizleyip, farklı şeyler söylemeyi öğrendi. Millet bunun fıtratını


Скачать книгу