Cengiz Han'ı Aramak. Анонимный автор
perininki gibi vücuduna vücudu değer değmez menisini akıtmıştı ve Temuçin’i iyice etkilemişti. Temuçin kadını kokladı, kadının kulağının altını ses çıkartarak öpmeye başladı. Öpmeyi bile bilmeyen hantal Temuçin’in erkeklik duyguları uyandı. Hemen oracıkta sevişmek istedi kadınla. Temuçin’in bu durumuna önem vermeyen kadın boncukları tekrar sayıyordu, boncukları otuz üç taneydi.
İkisi tekrar yatağa girdi. Temuçin o gün o kadınla bütün erkeklik arzularını yerine getirdi.
Kadın onun altında inleyerek tek bir şeyi tekrarlıyor, yalvarıyordu.
– Yiğit olmuşsun, sen yiğit olmuşsun…
Şafak sökünce kadın kırmızı kıyafetini giyip yorgun Temuçin’i yanağından öptü teyel gibi boz evden çıkıp gitti.
Temuçin bozüyde yalnız yatıyordu. O bugün kendisinin erkek olduğunun, yiğit olduğunun farkına vardı. Hayalinde büyük bir ordu toplayıp bütün dünyayı fethederek bütün kadınlarla sevişme arzusunu yerine getirmek istedi. Şu saniyede babasının “Moğol Moğol’la kadın için savaşmaz, kadın için savaşan Moğol gerçek Moğol değildir” dediğini hatırladı. Hatırlayınca babasının dediklerini cevapladı: Ben kadın için dövüşeceğim, kadın için savaşacağım, gerekirse kadın için bütün dünyayı fethedeceğim. Temuçin yiğitlik kudretine sahip olduğu gün bu sözünü bütün dünyaya ispatlamak, duyurmak istedi. Bu sözünü ispatlamayı, bu sözü için dünyayı fethetmeyi amaçlayan ulu Cengiz Han şimdi gözünde canlanan geçmişteki olayları birer birer hatırlıyordu. Uçsuz bucaksız bu düşüncelere daldığı zaman vücudu silkiniverdi.
Bu sonsuz düşüncelere dalmışken içeri giren kolbaşısı onu uyandırdı. Hayat uçurumunun ucunda duran Cengiz Han’ı sayısız düşünceler her tarafından sardı ve başını büyük bir sancıyla inletti. Dün emir verip tabipler getirtmişti. Tabipler Han’ın damarlarında zehirden dolayı yoğunlaşan kanı harekete geçirmişlerdi. Sonra biraz iyileşmiş az da olsa konuşmaya başlamıştı. İlaçlar etkisini az çok göstermişti, yılan zehri gücünü kaybetmiş az da olsa gözlerini açabilmişti.
Derdinden kurtulmanın çaresini arayan Cengiz Han, komutanlarına tabip ve şifacıları getirtti. İstediği tek şey vücudundaki zehirden bir an önce kurtulup yataktan kalkmaktı. Tanrı ona şifa verip de eskisi gibi sağlığına kavuşursa bambaşka bir hayata başlamaya karar vermişti. Boş bir evde yalnız ölmektense kendini iyi hissedebileceği her şeyi düşünmeye çalışıyordu. Bu aslında onun her zamanki sıkıntılı zamanlarda sakinleşmek için kullandığı bir yoldu. Ama insan için can tatlıydı ve candan daha önemli, daha tatlı bir şey bulamıyordu. Komutanları bu sefer çok meşhur bir şaman getirdiler. Şaman sarayın tam ortasında ateş yaktı ve var olduğu düşünülen ne kadar cin ve şeytan varsa hepsini yaktığı arça ağacının yaprağının dumanını etrafta gezdirerek kovdu. Şamanlar, söylediklerini cinler ve şeytanların duymasından korkuyormuşçasına ilk önce ateş yakar, ayağıyla yere ani vuruşlar yaptığı bir dansa başlar, elindeki defe vurur ve anlaşılmaz şeyler mırıldanırlardı; bu sırada da gelecekte olacak uğursuzlukların bazılarını söylerlerdi. Şimdi de öyle yaptı. Onun yaptığı ayinin gücüyle Cengiz Han’ın vücudu hafifler, iyileşir, kendine gelirdi. Bugünlerde ayın tutulma zamanı gelmişti. Şeytanların ve yardımcıları olan kâfir cinlerin en çok beklediği zamanlardı ay tutulması günleri. Böyle günlerde bunlar dünyadaki kötülüğün peşine düşerler, güçlünün yoluna güçsüzü çıkarıp öldürtmek için, bebekleri kaçırıp, artık takatten kesilen yaşlıları nasıl bir belaya sarsak da öldürsek diye etrafta gezerlerdi. Kimi zaman küçük çocuklar gibi ses çıkarır, bağırırlar kimi zaman çakallar gibi garip ağlama sesleri çıkarır, bazen insanların gözüne beyaz saçlı bir cadı gibi görünürken bazen de genç kızlar gibi gülme sesleri çıkarır evden eve gezerek insanoğlu için türlü kötülükler düşünürlerdi. Ay tutulması günleri bunların çıldırdığı zamanlardı. Böyle günlerde can çekişmekte olan insanların bu lânet yaratıkların eline düşmesi demek bu hastanın ölüme bir adım daha yaklaşması demekti. Onu öldürmek için ellerinden geleni yaparlardı. Bu lânetleri ancak ünlü şamanın durdurabileceği söylenirdi. Bu yüzden komutan Cengiz Han için herkesin tanıdığı bu ünlü şamanı getirtmişti. Şaman bulundukları çadırın en tepesindeki tündükten yüzüne düşen aydınlığın altında sakallarını okşamaya bir taraftan da gözlerini kapatıp yukarıdaki dünya ile konuşmaya başladı.
Yukarıdaki dünyadan duyduğu her şeyi hiçbir şeyi atlamadan Cengiz Han’a aktarıyordu:
– Ey Yaradan, dedi kambur şaman titreyen sesiyle: “Güneşle ayın tutulacağı gün bize iyiliği bağışla.” Yere yattı ve ağır ağır nefes alarak toprağın kalp atışlarını dinliyormuş gibi bir hali vardı. Kızgın bir sesle, soluk bile almadan duyduğu şeyleri aktarıyordu
– Kalpler taşlaşacak, yer sarsılacak, düşmanlık çoğalacak… Babanın kendi evladını, kardeşin kardeşi, kız kardeşin ablasını öldüreceği günler yaklaşıyor. Bunu söylerken vücudu bir kere aniden kasıldı. Sesi titriyor, boğazından zorla çıkan sesi giderek ağırlaşıyor, şamanın bütün vücudunu titreme sarıyordu.
– Şehirler yanacak isyanlar çıkacak, insanlar ölecek, kan su gibi akacak. Şaman tündükten düşen ışıkla aydınlandı, gözleri önünde bu kan ve gözyaşını görmüş gibi bir hali vardı.
– Korkaklar iktidara heveslenecek, ihanet ve hıyanet çoğalacak… Sonrasını gözlerini kapatıp fısıldayarak anlatmaya başladı. Kolay ölmenin de insana zor geleceği günler geliyor. İnsanın vurdumduymazlığı artacak, insanoğlunun hayvanlığından bıkan Tanrı’nın insanlığı fesat işlere yönelterek onlara gazap edeceği günler yaklaşıyor. Şamanın çıldırmış gibi bedeni kaşınıyor, damarları şişiyordu.
– Ey Tanrı! Ölmüş bedenlerden, yere verilmiş cesetlerden hesap soracağın gün yaklaşıyor. Bozüyün ortasındaki Han tahtının yanına yayılarak uzandı.
– Geliyor…
Sesi zorla çıkıyor, morarmış çekik gözlerinden yaşlar geliyordu.
– Geliyor, diyor ama uyuşmuş ellerini bile kaldıramıyordu.
Geliyor geliyor, diyerek Cengiz Han’ın kurumuş dudakları şamanın sözlerini tekrarlıyordu. Geliyor, geliyor… Acı acı öksürdü. Cengiz Han’ın bunu durmadan tekrarlamasının bir sebebi vardı. Dün gece tuhaf bir rüya görmüştü. Rüyasında gökyüzüne uçan kargalar görmüştü. Kargalar sanki bir cenazeyi defnedip mezarlıktan geriye dönen insanlar gibi toplanmışlar, sanki tek bir adam vücuduna bürünmüş bir halde “Geliyor, geliyor…” diye kanatlarını çırpıyor ve vahşice “gak” sesleri çıkarıyorlardı. Sayısı belirsiz bu karga sürüsü gökte sıra sıra birbirinin arkasından bir insan gibi konuşup yere çok yakın uçuyorlardı. Uçarken Cengiz Han’ın üzerine dışkılarını attılar. Kargaların geldiği taraftaki bütün toprak gürültüyle zangırdıyordu, koca bir toz bulutunu kaldıran dilenciler, üfürükçüler, o gizemli gücün sesini duyup meczuplaşmaya başlayan şamanların bindiği beyaz eşekler sel gibi Cengiz Han’ın sarayına doğru koşuyordu. Gökte insan gibi konuşan kargalar, yerde toynaklarıyla tozkoparan beyaz eşekler… Ayrıca bu sel gibi akan eşeklerin hepsi eyerliydi. Eşekler de kargalar gibi insan sesiyle “Geliyor, geliyor…” diye bağırıyordu. Gürültü bütün yeryüzünde yankılanıyordu. Bir Moğol rüyasında eşek ve karga görürse bu uğursuzluğa işaretti. Cengiz Han’ın üstünden kargalar, yanından da beyaz eşek sürüsü geçti. Onların kaldırdığı toz yeryüzünü kaplayan koca bir kasırgaya, o kasırga giderek yanan büyük bir aleve dönüştü. Bu ateş yeryüzündeki bütün canlıları,